26 Haziran 2021 00:50

Myanmar'da yakın bir iktidar değişikliği zor, ancak mücadele uzun vadede etkili olur

Malaya Üniversitesi Güneydoğu Asya Çalışmaları Bölümünden Ömer Faruk Çıngır, Myanmar’ın tarihi ve siyasi yapısı, askeri cuntanın politikalarını ve darbe karşıtı direnişi üzerine sorularımızı yanıtladı

Fotoğraf: AA

Paylaş

Elif GÖRGÜ
İstanbul

Asya ülkesi Myanmar, 2 Şubat’taki askeri darbenin ardından her hafta yeni sivil katliam haberleriyle gündem olmaya devam ediyor. Darbenin kısa süre sonrasında başta sağlık emekçileri, öğretmenler ve demir yolu işçileri olmak üzere işçi ve emekçilerin grev ve protestolarıyla başlayan, gençlik kitlelerinin genişlettiği bir darbe karşıtı direniş ise askeri cuntanın yoğun şiddetine rağmen sürüyor.

Malaya Üniversitesi Güneydoğu Asya Çalışmaları Bölümünde doktora öğrencisi olan, Güneydoğu Asya’da insan hakları ihlalleri, düzensiz göç hareketleri, siyaset ve din sosyolojisi üzerine çalışan Ömer Faruk Çıngır ile Myanmar’daki gelişmeleri konuştuk.

Ülkenin bugününü hazırlayan, özellikle sömürge yönetiminin şekillendirdiği tarihsel ve siyasi zeminleri; askeri cuntanın iç ve dış politikalarını, çeşitli ülkelerin Myanmar karşısında aldıkları pozisyonu ve direnişin güncel durumu üzerine sorularımızı yanıtlayan Çıngır, Myanmar’da yakın gelecekte bir iktidar değişikliği olmasının oldukça zor olacağını belirterek, “Fakat uzak gelecekte bu hak mücadelelerinin önemli dönüşümleri gerçekleştirecek liderleri ortaya çıkarabileceğini tahmin edebiliriz” yorumunda bulundu.

SİYASİ BİÇİMLENME SÖMÜRGE POLİTİKALARININ MİRASI

Myanmar, bağımsızlıktan bu yana her zaman ordunun ve yöneticilerin siyasette baskın olduğu bir ülkeydi. Myanmar ordusunu bu kadar güçlü yapan tarihsel, politik ve ekonomik koşullar neydi?

Myanmar’ın bugünkü problemlerini anlayabilmek için öncelikle sömürge yönetimine bakmak gerekli. Çünkü İngiliz kolonyal yönetimi Myanmar’ı kökten değiştirecek birtakım değişikliklerde bulundu. Örneğin İngiliz sömürge yönetiminin Myanmar’daki monarşiyi kaldırması hem Budist rahiplerin toplum üzerindeki etkisinin genişlemesine hem de ülkede Batı karşıtlığını temel alan bir anlayışın gelişmesine sebebiyet verdi.

Sömürge yönetimi Myanmar’da kendisine yakın etnik ve dini grupları özellikle zenginleştirip, önemli konumlara yerleştirerek dinsel ve etnik kimlikleri keskinleştirecek bir dizi uygulamada bulundu. Budist “şangha” dediğimiz rahipler topluluğunun etkisini görmezden geldi, oysa Budist rahipler toplumsal uyumu ve dayanışmayı örgütleyen en önemli kurumların başında geliyor. Bağımsızlığa giden yolda ilk milliyetçi hareketler de bu Budist birliklerde oluşmuştur.

Fanon’un vurguladığı gibi sömürgeci devletler o ülkeleri terk ederken genellikle iş birlikçi ve kendi çıkarlarıyla sürekli uyum içerisinde olacak bir yönetici sınıfını o ülkelere miras olarak bırakırlar. Myanmar’da da uzun süre darbelerle iktidarı ele geçiren askeri yönetim kendi çıkarlarını ulusal çıkar söylemi altında topluma sunarak ve bir tür ahbap-çavuş kapitalizmi yaratarak askeri elitist bir sınıf yarattı.

Aynı zamanda devlet inşa sürecinin asker tarafından gerçekleştirilmesi genel devlet aklının militarist bir yapıda olmasına neden oldu. Bu askeri elitist sınıf zaman içerisinde Myanmar’ın bir tür asker egemen bir devlet haline gelmesine neden oldu. Myanmar Silahlı Kuvvetleri (Tatmadaw) içerisindeki üst düzey rütbeli generallerin holdingleri ve yolsuzlukları sık sık gündeme geliyor ancak etkin ve bağımsız bir yargılama yapılamıyor.

ASKERİ YÖNETİM DİNİ MİLLİYETÇİLİĞİ KULLANIYOR

Myanmar sürekli olarak düşük ölçekli sivil savaşların ve çatışmaların yaşandığı bir ülke. Özellikle Karen ve Kaçhin eyaletlerinde yerel milislerlerle ordu arasında sık sık yaşanan çatışmalar, orduyu toplum içerisinde vazgeçilmez merkezi bir yere konumlandırdı. Ayrıca Myanmar Anayasası’na göre Sınır, Savunma ve İçişleri Bakanlıkları Myanmar Silahlı Kuvvetlerine bağlı Ulusal Savunma ve Güvenlik Konseyine bağlı. Bu durum da sivil siyaseti imkansız hale getiriyor.

Myanmar’da Theravada Budizmi ulusal kimliğin önemli bir parçasını oluşturuyor. Dini kimlikler ve Budist milliyetçiliği özellikle askeri yönetim tarafından kullanılıyor. Budist olmayanlara karşı çok sert bir dil geliştirilmiş ve bu bir hükümet propagandası olarak kullanılmıştır. Anayasa’da tanımlanan milli ırk tanımına girmeyen Rohingyalılar kitlesel şiddet eylemlerine hedef olmuşlardır. 2007’de özellikle Budist rahiplerin öncülük ettiği Safran Devrimi iktidarı değiştirmese de toplumsal mobilizasyonu artırarak 2008’deki yeni Anayasa ve nispi demokratik seçimlerin yapılmasında önemli bir rol oynadı.

DARBECİ GENERALİN AİLE ŞİRKETİ BİRÇOK SEKTÖRDE TEKEL

2020’deki seçimlerde çoğunluğu Suu Kyi’nin partisi Ulusal Birlik Partisinin kazanmasıyla birlikte, askeri yönetim hem ekonomik hem de siyasi anlamda önemli bir güç kaybına uğrayacağını düşündü ve bu da askeri darbenin temelini oluşturdu. 

Askeri darbeyi gerçekleştiren Min Aung Hlaing’in aile şirketinde çocukları ve eşleri ülkenin en önemli tıp, eğlence, yiyecek gibi sektörlerinde tekel olarak ön plana çıkıyor. Hem BM raporları hem de diğer uluslararası sivil toplum örgütlerinin raporlarına göre General Min ve ailesinin pek çok yolsuzluğu bulunuyor ve eğer darbe gerçekleşmemiş olsaydı seçimle güçlü bir şekilde gelen Suu Kyi döneminde yargılanma ihtimali doğacaktı.

Önemli Myanmar uzmanlarına göre, askeri darbenin temel nedeni fazlasıyla ekonomik çıkarlara sahip askerin kendi çıkarlarını koruma kaygısı.

TÜM ŞİDDET ARAÇLARI DEVREYE SOKULDU

Basında daha çok darbeciler ve darbe karşıtı seçimlerin çatışmaları öne çıkıyor ancak askeri cunta yönetiminin 2 Şubat’tan bugüne ülkede yürüttüğü temel iç ve dış politikalar neler oldu?

İç politikada askeri yönetim, konsolidasyonu sağlayabilmek için bütün şiddet araçlarını devreye soktu. Ulusal Birlik Partisinden üç milletvekili öldürüldü, sokaklar savaş alanı haline getirildi, askeri hükümete yakın medya aracılığıyla sürekli olarak kendi lehine propaganda, sivil siyasi liderler hakkında yolsuzluk ve çeşitli iddialarla kara propaganda çalışmaları yürütülüyor.

Dış politikada Min Aung Hlaing, yaptırımların etkisini azaltabilmek, destek ve uluslararası meşruiyet elde edebilmek için Rusya’ya diplomatik ziyaretlerde bulundu. Kendisine ziyarete gelen Çin Dışişleri Bakanına da iş birliğinin güçlendirilmesi talebini iletti. Ayrıca ASEAN (Güneydoğu Asya Uluslar Birliği) zirvesine davet edilen Min’den, sivil halka ve siyasilere karşı uyguladığı şiddete ve baskıya son vermesi talebinde bulunuldu. ASEAN liderleri Myanmar’daki şiddetin son bulacağına dair uzlaşıda bulunulduğunu açıkladı ancak ASEAN’ın Min’i meşru Myanmar lideri olarak kabul ederek zirveye çağırması, uluslararası toplum tarafından kınandı. Üstelik zirveden sonra Min, ülkesindeki şiddet eylemlerini azaltmadı, tam aksine daha şiddetli bir biçimde saldırılarına devam etti.

YAPTIRIMLAR ASKERİ CUNTAYI ZORLAYICI DEĞİL

Myanmar’da darbe olduğu anlaşıldığında çeşitli uluslararası tepkiler, ABD ve Avrupa’dan bazı yaptırımlar gündeme geldi. Zaman zaman yenileri de açıklanıyor. Bunlar ne kadar etkili oldu?

Uluslararası toplumun yapabileceği yaptırımlar tabii ki sınırlı. Yaptırımlar genellikle ekonomik baskı yaratma amacıyla sınırlı oluyor ve yaptırımların askeri cunta yönetimine yansıması da çok zorlayıcı ve yönlendirici bir yapıda olmuyor. Çünkü Myanmar askeri cuntası Çin ve Rusya tarafından güçlü bir biçimde destekleniyor.

Bu yaptırımların başında Myanmar’ın temel ihraç ürünlerine ve askeri holdinglere uygulanan ambargolar geliyor. AB, Myanmar’ın çeşitli ihraç ürünlerine ambargo uyguladığını açıkladı. ABD de Myanmar’a karşı benzer ambargoları uygulayacağını duyurdu. İnsan Hakları İzleme Örgütü gibi örgütler daha çok Myanmar’da iş yapan uluslararası şirketlere baskı yapma yolunu seçti.

Uzun vadede daha etkili olabilecek bu yöntem sonrasında bazı Japon şirketler Myanmar’daki faaliyetlerini durdurduklarını açıkladılar. Fakat bu yaptırımlara genel olarak Asya devletleri çok uymuyor. Askeri yönetimle ticaret yapmaya devam ediyor. Esasında bu durum Myanmar’ı ilişki kurduğu otoriter rejimlere daha bağımlı bir hale de getiriyor.

BM Genel Kurulunda 119 devlet, Myanmar’a askeri teçhizat akışının durması, 2020 seçim sonuçlarına saygı duyulması ve tüm siyasi mahkumların serbest bırakılması kararını aldı. Myanmar hükümetiyle ilişkisini sürdürmeyi planlayan ülkeler BM oylamasında çekimser kaldı. Genel Kuruldan karar çıktı ancak BM Güvenlik Konseyinde Çin’den dolayı, yaptırım kararı çıkacağı düşünülmüyor.

Myanmar askeri cuntasına karşı en aktif ve çok sesli tepki sosyal medya üzerinden geliyor. Esasında bu durumda kendi içerisinde tartışmalı çünkü sosyal medya aktivizmini aynı zamanda pasifleştirici olmakla suçlayanlar var. Fakat bu sosyal medya aktivizmi bir yandan Myanmar halkının sesinin daha güçlü ve geniş çevrelere ulaşmasına, yapılan büyük insan hakları ihlallerinin ve işkencelerin uluslararası kamuoyu tarafından da bilinmesine imkan tanıyor. Ancak aynı zamanda bu söylemlerin yalnızca sosyal medyada kalması, sosyal medyanın bir tür rahatlatıcı ve uyuşturucu bir etkisi olduğu eleştirisine neden oluyor.

Sosyal medyada özellikle Myanmar’daki sivil toplum örgütleri ilk aylarda daha fazla insana ulaşmak ve bir kamuoyu yaratmayı hedefledi ancak daha sonraki süreçte yalnızca sosyal medyadan darbeye karşı aktivizmde bulunmak ciddi eleştirilere neden oldu.

Özellikle ASEAN içerisindeki liderlerin sessiz kalması kendi halklarınca sıkça eleştirildi. ASEAN’ın zaten yapısı ve prensipleri itibariyle devletlerin egemenliklerini ve iç işlerini ilgilendiren konularda herhangi bir yaptırımda bulunması mümkün değil. Bu yüzden bölgesel olarak ortak bir yaptırım kararı çıkmadı, çıkması da mümkün gözükmüyor.

ÇİN VE RUSYA AÇIKÇA CUNTAYI DESTEKLİYOR

Çin ve Rusya’nın Myanmar’daki darbeye yönelik politikası da birçok ülkeden farklı görünüyor. Özellikle Rusya açıkça cunta yönetimiyle yakın ilişkilerini sürdürüyor; ziyaretler, görüşmeler gizlenmiyor. Bu iki ülkenin Myanmar’daki darbeye yönelik politikasını belirleyen nedir?

Rusya da, Çin de Batı yanlısı bir iktidarı görmek istemiyor. Rusya’nın Myanmar cunta yönetimiyle askeri ve politik sıkı ilişkileri bulunuyor.

Çin daha farklı bir konumda. Çin, Myanmar’ın dünyadan izole olmasını her zaman destekler durumda çünkü böylece Myanmar’daki hemen hemen önemli bütün sektörlerde tek başına tekel olabiliyor. Bu yüzden bütün darbe dönemlerinde askeri hükümetlerle arası çok sıcak oldu. Myanmar halkı da özellikle sosyal medyada ve sokak gösterilerinde bu yüzden Çin’e karşı tepki gösteriyor.

Rusya ise Batı’ya karşı askeri cunta yönetimini doğrudan destekliyor. Cunta yönetimi özellikle Rusya’dan temin ettikleri silahlar için Rusya’ya teşekkürlerini sunuyor. Rusya için Myanmar, 350 bin kişilik ordusuyla önemli bir askeri teçhizat müşterisi.

Başkent Nepido’da Çin ve Huawei destekli yüksek çözünürlüklü kameralar eylemlere katılanları tespit etmek için kullanılıyor. Aynı zamanda yine Tik-Tok üzerinden eylemciler tek tek tespit edilip askeri yönetime bildiriliyor. Yine çeşitli iddialara göre Huawei’nin güvenlik kameraları “deepfake” teknolojisini de kullanarak gözaltına alınmak istenen muhalifleri eylemdeymiş gibi göstererek bir tür muhalif bastırma ve yakalama aracı olarak kullanılıyor.

Bu noktada Çin ve Rusya için kendisine daha bağımlı bir iktidar çıkarlarına ve hedeflerine daha uygun görünüyor.

DİRENİŞ DAHA ÇOK LOKAL LİDERLER ÜZERİNDEN İLERLİYOR

Darbenin başından bu yana ülke içinde geniş halk kesimlerini de içine alıyor görünen bir direniş de var. Bu darbe karşıtı hareketin bileşenleri ve yöneticileri kimler? Direnişin nasıl bir rotası oldu? Bugün hangi noktada?

2 Şubat’tan günümüze dek Napido’daki yerel sivil toplum örgütlerine göre 1500’den fazla, uluslararası sivil toplum örgütlerine göre en az 800’den fazla sivil katledildi. Myanmar’daki en korkunç durum askeri cunta rejimi şiddetinin çok bariz ve insanın tüylerini diken diken edecek derecede olması.

Sistematik olarak yapılan işkenceler, acı çektirmeler, cinayetler, bombalamalar şiddetin en korkunç ve çıplak yanını ortaya koyuyor. Özellikle protestocu gençler arasında nispeten yaşı daha genç olanlar uzun süre gözaltı sürecinde çeşitli işkencelere maruz kalıyorlar ve askeri yönetim halkı korkutmak için bu gençleri öldürmeyi tercih etmiyor, genellikle bazı uzuvlarını keserek serbest bırakıyor. Bu uygulamalar müthiş bir korku ve nefret iklimi yaratıyor.

Ulusal Birlik Partisinden bazı isimler eylemlerin başında daha aktif görev alıyordu fakat bu liderler yakalanıp gözaltına alındılar, çoğundan haber alınamıyor. Bu noktada direniş daha lokal liderler üzerinden ilerliyor. Fakat bu lokal liderlik de çok uzun süre devam edemiyor, askeri cunta yönetimi çatışmalarda doğrudan lider olduklarından şüphelendikleri direnişçileri hedef alıyor. Öldürülen 1000’in üzerindeki direnişçi genel olarak bu isimlerden oluşuyor.

HALK SAVUNMA GÜCÜ KURULUNCA ORDU ŞİDDETİ ARTIRDI

Devrilen hükümet partisi yöneticilerinin ilan ettikleri bir geçici hükümet, buna paralel olarak Halk Savunma Güçleri adı altında kurulan bir de silahlı milis gücü son dönemde gündemde. Bu yapıların oluşumu, gücü, hedefi hakkında neler söylersiniz?

Halk Savunma Gücü isimli milis gücü Federal Birlik Ordusu adında askeri cuntaya karşı nihai bir ulusal ordu kurulmasının ilk aşaması amacıyla kurulduğunu belirtiyor. Askeri cunta yönetimini tanımadığını ilan eden ve bir tür gölge hükümet olma amacında olan Ulusal Birlik Hükümeti tarafından oluşturuldu. Temel amacı saldırı altındaki protestocuları korumak ve toplumsal muhalefeti bir araya getirmekti. Bu milis gücü askeri cuntaya karşı bir tehdit olarak özellikle etnik temelli milis güçleriyle güçlerini birleştirmeyi hedeflediklerini açıkladılar.

Ancak sahada orduya karşı birebir mücadele etmekten öte askeri cunta rejiminin uluslararası arenada tanınmaması ve sivillere karşı saldırılarda meşru müdafaa yapılmasını sağlamayı hedeflediğini açıkladılar.

Bu açıklamalar sonrası askeri yönetim şiddetin dozunu daha da artırdı, daha fazla sivillere ve belirlenmiş kişilere yönelik saldırılar düzenlemeye başladı. Bu yüzden bu milis gücün var olan şiddet sarmalını daha da artırdığını belirtmeliyiz.

Eski hükümet partisinden bağımsız olarak ortaya çıkan yeni bir örgütlü yapı/siyasi güç oldu mu?

Myanmar irili ufaklı 100’den fazla etnik gruptan oluşuyor ve bu dönemde pek çok küçük ölçekte etnik kökenli yeni yapılanma ortaya çıktı. Ancak bu yapılanmalar kısa sürede sönümlenebiliyor çünkü devlet bu grupların güçlenip büyümesine asla izin vermiyor. İnternet hızını düşürerek, gözetim teknolojilerini devreye sokarak, ani ev baskınları yaparak bu gruplar kısa süre içerisinde bastırılmaya çalışılıyor. Tabii bu süreçte ortaya çıkan Ulusal Birlik Hükümeti ülke çapında önemli bir siyasi güç olarak görünüyor fakat yakın gelecekte devam edebilecek mi sorusunu şu anda yanıtlayabilmek mümkün görünmüyor.

Bir yandan da tutuklu sivil liderler askeri mahkemelerde yargılanmaya başladı. Bu yargılama süreci nereye gidiyor sizce?

Yargılamalar ve suçlamalar daha çok korkutma ve sindirme amacı güdüyor gibi gözüküyor. Çünkü ilk aşamada iddianamede yer almayan suçlar dosyaya eklendi, daha sonra farklı konularda yeni suçlar eklendi. Suu Kyi eğer suçlu bulunursa 10 yıl hapis yatacak gibi görünüyor, aslında bu hem Suu Kyi hem de potansiyel muhalif liderler için bir korkutma aracı.

DARBE SONRASI ROHİNGYALARDAN ÖZÜR DİLEYENLER OLDU

Myanmar’ı darbe öncesi uluslararası olarak gündeme getiren, BM’nin de soykırım olarak nitelendirdiği Rohingyalara (Arakanlı Müslüman azınlık) yönelik saldırılar ve göç ettirme politikasıydı. Rohingyalıların durumu darbeden nasıl etkilendi? Darbe karşıtı süreçte nasıl bir tutum aldılar?

Suu Kyi iktidara geldikten sonra özellikle etnik azınlıklara karşı askeri söylemin dışına çıkamadı ve Batı hayal kırıklığına uğradı. Esasında toplumda daha eşitlikçi ve adil bir anayasa söylemini ön plana çıkarması bekleniyordu.

Arakan soykırımı sırasında Batı’nın uygulayacağı yaptırımlara karşı kendisine Nobel Barış Ödülü kazandıran ilkeleri görmezden gelerek askeri rahatsız etmeyecek hatta koruyacak bir söylemde bulundu. Bu noktada Batı nezdinde güvenilirliğini ciddi biçimde yitirmişti ancak Myanmar siyaseti ve askerin anayasal yetkileri göz önünde bulundurulduğunda yapabileceği şeyler çok sınırlıydı. Tabandan gelen toplumsal dönüşüm talebinin devletin yönetim mekanizmalarına yayılabilmesi için çok daha uzun ve yapısal bir değişime ihtiyaç olduğu açık.

Bangladeş’deki Rohingyaların bulunduğu Cox Bazaar Mülteci Kampı dünyanın en büyük mülteci kamplarından biri. Cox Bazaar’da araştırma yapan pek çok uzman fuhuş, uyuşturucu ve organ ticareti gibi illegal faaliyetin sıklıkla yaşandığını raporladı. Darbeden kısa bir süre sonra çıkan yangında 15 mülteci yaşamını yitirdi ve 500’den fazla mülteci yaralandı. Bu yangınların son dönemde daha sık yaşandığı belirtiliyor. Bu yangınlarda 10 binden fazla çadırın yandığı ve en az 400 kişinin kayıp olduğu belirtiliyor. Halihazırda çok zor şartlar altında yaşayan mülteciler de darbeden oldukça kötü bir şekilde etkilendiler, 200 binden fazla yeni mülteci hareketleri oluştu, halihazırda süregelen insan hakları ihlalleri ve şiddet daha da alevlendi.

BM İnsan Hakları Yüksek Komiserliği raporları Rohingyalara yönelik sistematik şiddet içeren saldırılar olduğunu daha önce defaatle belirtmişti. Şimdi bu sistematik saldırılar sivil halka yönelik uygulanmaya başladı. Ve sivil halk özellikle eylemlere katılan gençler bu kez devletin ceberut şiddetinin kendi üzerlerine dönmüş olduğunu farkettiler ve özellikle sosyal medyada Rohingyalı mültecilerden özür dileyen ve onları samimi bir şekilde anladıklarını ifade eden binlerce tweet ve paylaşım yapıldı. Myanmar halkı içerisinde asker karşıtı ve azınlık haklarını savunan pek çok yeni sivil toplum gönüllüleri ortaya çıkmaya başladı. Rohingyalı sivil toplum örgütleri de direnişe sonuna kadar destek vereceklerini belirttiler. Askeri yönetime karşı demokratik ve adil bir yönetim için dayanışma ağlarının güçlenmesi gerektiğini vurguladılar.

Bu noktada belki darbenin tek olumlu yanının Myanmar halkının Rohingyalı mültecilere karşı negatif bakışının yumuşaması ve halk içerisinde dayanışma ağlarının güçlenmesi olduğunu belirtebiliriz.

YAKIN GELECEKTE BİR İKTİDAR DEĞİŞİKLİĞİ ZOR OLACAKTIR

Son olarak Myanmar’ın yakın ve uzak siyasi geleceğine yönelik öngörüleriniz neler? Nereye gidiyor bu süreç sizin gözlemlerinize göre?

Güneydoğu Asya’da insan hakları kurumlarının ve toplumsal dayanışma ağlarının güç kazanması ve ortaya çıkması genellikle sert mücadelelerle, özellikle yoğun insan hakları ihlallerinin yaşandığı dönemlerin ardından ve uzun ve sancılı geçen direniş mücadeleleri sonrası oluşmaktadır.

Güneydoğu Asya tarihine baktığımızda yakın gelecekte Myanmar’da bir iktidar değişikliği olmasının oldukça zor olacağını öngörebiliriz. Fakat uzak gelecekte bu hak mücadelelerinin önemli dönüşümleri gerçekleştirecek liderleri ortaya çıkarabileceğini tahmin edebiliriz.


ÖMER FARUK ÇINGIR KİMDİR?

Malaya Üniversitesi Güneydoğu Asya Çalışmaları Bölümünde doktora öğrencisi. Temel araştırma alanları Güneydoğu Asya’da insan hakları ihlalleri, düzensiz göç hareketleri, siyaset ve din sosyolojisi olan Çıngır, 2017’den beri doktora araştırmaları için bulunduğu Güneydoğu Asya’da hemen hemen bütün ülkelerde bulundu. Endonezya ve Tayland’da uluslararası eğitim programlarına katıldı ve saha araştırmaları yürüttü. Daha önce yayımladığı makale ve kitap bölümleriyle birlikte yakında çıkacak uluslararası kitap bölümleri ve makaleleri de bulunuyor.

ÖNCEKİ HABER

Boğaziçili öğrencilerin bursunun eski yönetmeliğe dayanarak kesildiği ortaya çıktı

SONRAKİ HABER

HDP binasına saldırıda olay yeri incelemesinde duvardaki kurşun izi fark edilmedi

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa