26 Haziran 2021 23:53

Dil öğrenilmez bir şey midir? ya da Miskin Peri

Yusuf Yağdıran; Can Hakman’ın Sennur Sezer Emek-Direniş Ödülü’ne değer görülen "Miskin Peri" isimli kitabı üzerine yazdı.

Görsel: Kitap kapağı 

Paylaş

Yusuf YAĞDIRAN

Can Hakman’ın Sennur Sezer Emek-Direniş Ödülü’ne değer görülen Miskin Peri adlı şiir dosyası, genelgeçer ifadelerle dillendirilebilecek bir şiir toplamı değil. İvan’ın Çocukluğu ya da Nostalgia ile başlamak lazım aslında ya söz konusu olan bir değerlendirme yazısı olunca dilin öğrenilmiş bir şey olduğuna dair ezberle yazmak icap ediyor.

Miskin Peri’nin izleğine dair bir patika belirlemek için şairin şu dizelerini Ariadne’nin ip yumağı olarak saklı tutarak başlayacağız. Çünkü anlık bir fark ediş, duyuş veya etki üzerine oturan tüm şiirlerde akışa göre şekillenen mekan ve zaman, olayların-durumların geçtiği topografik bir yer-an olmaktan çok doğrudan izleğe hizmet ediyor.

hep neyi
istediğini değil
neyi istemeyip anlattığını
neyin istenmediği düşünülünce
düşünülen şey olduğunu / fark et

Yaşamın derin yarıklarda, su diplerinde, metruk-çok soluklu yapılarda biriken karanlık armonisini seslendiren bir şair Can Hakman. Zamanın ağır aksak seyrinde bir güneş tutulmasına dönen düş kırıklığı ve yalan üzerine kurmuş tüm anlatısını. Genel kabulün perdelediği ayrıntıya odaklanıyor ses oylumunca. İmaj saldırısı, ters yüz edilmiş anlam, kodlanmış yazgı vd. ile cilalanmış yoz gerçekliğin parlaklığını kazıyıp paslı gövdeye ulaştırıyor okuru. Şair, kendini tanımladığı yerde sığ insan algısının personasına saldırıyor dizeleriyle. Çünkü persona ya da kabuk, kendi özünün koruyucusu olmaktan çıkmış, var olanı tutuklamıştır. O, kendi surlarıyla kuşatılmıştır artık. Ruh, bir labirentin içine atılmıştır. Ve can alıcı olan, korunak olması umulan mekanın-mekanların labirentleşerek zindana dönüşmesidir. Bu durum tam bir ‘İçe çökme’ ve ‘Taş kesilme’ durumudur. Ontolojik açıdan güvensiz her insanın karşılaştığı üç temel anksiyete; yutulma korkusu, içe çökme ve taş kesilmedir. Kişinin sosyal ağa karşı ördüğü diğer ağ, kendi benliğini kuşatır, onu kendi içine kapanmaya iter. İşte yabancılaşma da tam bu noktada göze batar. Kabuk ile öz; olan ile arzu edilen; görünür olanla ile saklı duran arasına aşılması güç uzaklıklar girer. Bu uzaklıklar duvar gibidir.

Ben kim
türbedarın teki belki
Kubrick’in Napolyon’u
rıhtımda tar çalan gözsüz
bir kürtaj öyküsü
kuyuda üşüyen karpuz

ben kim yalnızların kini
süveyda-ül kalb
Bir Türk filmi ezikliğinde
a cup of tea içen
isyankâr bok

Plan sekanslardan oluşan birden fazla şiirden oluşan bir dosya karşımızdaki. Tarkovski’ye ithaf ettiği “bir çiviye yardım” şiiri değil yalnızca bu tespitimizin temeli. Cansever pastişi “Konkenci Beyhan ve Eşine Dair” şiiri ile “kilise” şiirleri de aynı bağıtta değerlendirilebilir. Ana akım sinema ile bağımsız sinema arasındaki karşıtlığa eş bir yöntemle kurgulanmış bir şiir toplamı söz konusu olan. Bir yanıyla fütürist bir kavramlar geçidine tanık olunuyormuş gibi gelse de hıza karşıt bir refleks isteniyor aslında okurdan. Durmanın, dinlemenin, sezmenin ve kuşkunun rehberliğinde bir yolculuk vadediliyor. Devrimci bir eylem olarak “dahil olmama”ya dair sıkı bir alt metni olan Miskin Peri, Katip Bartleby’yi anımsatıyor sıklıkla. “Yapmamayı tercih ederim” diyesi geliyor insanın olup bitenin kaotik evreninde. Can Hakman’ın şiirinde çağrışımsal uzam o denli görklü ki Gezi Parkı’nda devlet cirminin karşısına dikilip öylece “duran adam”ı buluyorsunuz yanı başınızda.

Birden fecir söker
evlerin delisi dışarıya çıkar
düş azmaları
çokamaçlı
herkes susar

Bu izlek, doğal olarak kendini diliyle de var ediyor. Ayrıntıların atılarak betimlemelerin en kestirme yoldan özü ifade eder şekle büründürülmesi ile sağlanan yoğunluk, başat değer olarak göze çarpıyor. Dolambaçlı bir dil ve derinlikli bir biçimde insanlık durumlarından söz edilirken başka hiçbir biçimde bu denli açık görülemeyecek şekilde yapılıyor. Sıkça denk gelinen monologları bir fısıltı diline dönüştürmeyi hakkıyla başarıyor şair. Dilsel sapmaların ana iskeleti oluşturduğu bu yapı; başta anlamsız, eksiltilmiş, tamamlanmamış, farklı söylemlerle kurulmuş gibi görünse de şair, sözcüklerle yetinerek okuru bu sözcüklerin çağrışım dünyasına davet ediyor. Dosyadaki tüm şiirleri biçemsel olarak da ontolojik anlamda zamansızlığını ve yurtsuzluğunu hisseden insanın bir farkındalık çığlığı olarak nitelendirmek mümkün. Kısa, keskin ve tiz bir çığlık. Bu çığlığı alışılageldik şiirlerin aksine aryalaştıran ve korodaki diğer sazların sesine feda eden bir şair Can Hakman. Bu nedenle vurgusu tek bir izlek üzerinde yoğunlaşmayan ve ana izleği puslu bir dosya karşımızdaki. Çıkış noktası aynı zamanda dönüş noktası olan, şiirlerin sonuna doğru varılan doruk noktasının aslında tüm şiirlerin başlangıç noktası olduğu oldukça ayrıksı bir bütün. Tüm algı alanlarını örten, sesten ve sözden örülü bu şiddet sarmalında asıl olanın metne yönelmek, metni derinleştirmek ve metin içinde derinleşebilmek olduğunu anımsatıyor okuruna.

Şairin “Ses battı. Uç yok./Gülbank ve dualarla...” dizeleriyle tamamladığı Miskin Peri, akıldan çıkması güç şu dizelerle kuşkuyu yurt edinirken faşizmin kuluçkaya yatmış tavuklarına dair de upuzun bir alt metin bırakıyor zihinlerimize.

Derken derdi ki çocuk: Uykularıma el sürenler var

ÖNCEKİ HABER

Haber alma hakkını nakde tahvil edenler: Havuzda büyümek

SONRAKİ HABER

Sinan Araman’ın "Kalbin Aritmetiği ve Suyun Kabaran Tarihi" adlı kitabı yayımlandı

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa