Prof. Dr. Adnan Gümüş: Uzaktan eğitim sanal domates yemek gibiydi
Pandemide Eğitim dosyasının ilk gününde Prof. Dr. Adnan Gümüş ile uzaktan eğitimin öğrencilerde yarattığı tahribatı ve iktidarın eğitim politikalarını konuştuk.
Fotoğraf: Konak Mülteci Derneği
Hazırlayan: Vural Nasuhbeyoğlu
SUNU
Pandemi sürecinde Türkiye’de ilk kapanan ve en son açılan okullar oldu. AVM’ler açık, turizm için sürekli gayret sarf edilirken iktidar ve MEB okulları açmak için adeta kılını kıpırdatmadı. Okulları en uzun süre kapalı tutan ülke olan Türkiye’de öğrencilerin büyük bir kesimi eğitimin tamamen dışına düştü, öğrenme kayıpları arttı ve psikolojik sorunlar yaşadı. Bu süreçte en büyük zararı ise yoksullar ve mülteciler gördü. Peki okulların bu kadar uzun süre kapalı olmasının yaşattığı kayıplar neler? Bu kayıpları gidermek mümkün mü? Çocuklar ve gençler bu süreçten nasıl etkilendi? Eylülde okulları açmak için neler yapılmalı? Tüm bu soruların cevaplarını dosyamızda akademisyenler, eğitimciler, öğrenciler, öğretmenler ve velilerle konuştuk. Söz sırası onlarda…
GENÇLERİN YÜZDE 20'Sİ EĞİTİM DIŞINDA
15 ay boyunca eğitime uzaktan bakabildiğimiz bir dönemi geride bıraktık. Uzaktan eğitimin verimsizliği bir yana, eğitimde eşitsizliği daha da artırdığı konusunda herkes hemfikir. Buna rağmen önümüzdeki dönemde Türkiye’de eğitimin nasıl yürütüleceği hâlâ belirsiz.
Dosyamızın ilk konuğu Gazetemizin Yazarı ve Çukurova Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Adnan Gümüş, çocukluk çağından üniversiteye kadar okulların, bir yaşam biçimi olduğuna vurgu yaparak “Uzaktan eğitim tüm bu yaşamı altüst” dedi. Uzaktan eğitimden en çok yoksullar ve mültecilerin olumsuz etkilediğini dile getiren Prof. Dr. Gümüş “Sadece internet alt yapısı olmadığı için öğrencilerin en yoksul yüzde 20’si eğitim dışında kaldı” diye konuştu.
Uzaktan eğitimi sanal ortamda sanal domates yemeye benzeten Prof. Dr. Gümüş, çocuklarda öğrenme kayıplarının yanı sıra ciddi psikolojik sorunların da yaşandığına dikkati çekerek “MEB, eylül ve sonrasına dair de hibrit eğitim denemeleri yapıyor. Hibrit modellerini reddetmemiz gerekiyor” dedi.
Pandemi sürecinde eğitimin hemen tamamı çok uzun süre uzaktan öğretimle geçti. Bu dönemin okullara, eğitim çağındaki çocuklara ve gençlere etkileri neler oldu?
Bunun etkisini görmek için okul yaşantısının ne olduğunu dikkate almamız gerekir. Okullar günümüz toplumlarının 5-6 yaşından başlayarak üniversite sonuna kadar çocuk ve gençlerimizin yıllık 8-9 ayını geçirdiği bir yaşam biçimi. Yani çocuklar haftanın beş günü günlerinin üçte birini okulda ve üniversitede geçiriyor. Okul ve üniversiteler yurduyla, kantiniyle, dersleriyle, arkadaş gruplarıyla, yolculuklarıyla bir yaşam biçimini oluşturuyor. Okullar, sadece akademik bir ortam değil aynı zamanda duygusal boyutların, arkadaşlık ilişkilerinin, hayallerin ve kızgınlıkların yaşandığı veya gerçekleştirildiği bir alan.
ZAMAN VE MEKAN SANALLAŞTI
Okula gidemiyor olmakla çocukların hazır oluş düzeyleri değişti. Neyle, nasıl ilgilenecek bir kere bu değişmiş oldu. Okullardan uzakta 15-16 aylık bir süreçten bahsediyoruz. Bu süreç içinde ilk başta 1-2 hafta tatilmiş gibi olsa da sonuçta 15 ay boyunca öğrencilerin yaşamının yaklaşık yüzde 90’ı evlere sıkışmış oldu. Burada derse hazır oluş, gelişimleri, dayanışmaları, arkadaşlıkları her biri başka hal aldı. Depresyonlar arttı, bilinç düzeyi düştü, arkadaşlarla nitelikli konuşma ve paylaşımlar sanal ortamla sınırlı kaldı. 7 ile 11 saat arasında internet ortamında kalınan bir yaşam biçimi oluştu. Bunun 2-4 saati ders amacıyla olsa da bütün bir hane içinde diğer zamanları sanal ortamlar doldurdu. Bu durum tüm yaşamı altüst etti. Dünya her şeyden önce uzay zamandır, zaman mekan sanallaştı.
‘EN ÇOK YOKSULLAR VE MÜLTECİLER ETKİLENDİ’
Pandemi döneminde eğitimde eşitsizliğin arttığında herkes hemfikir. Eğitimdeki eşitsizlik herkesi aynı ölçüde mi etkiledi? Elimizdeki veriler ne söylüyor bize?
Sadece internet altyapısı nedeniyle öğrencilerin en yoksul yüzde 20’si eğitim dışında kaldı. Ki bu 2,5 milyon öğrenci ediyor. Buna 1 milyon Suriyeli öğrenciyi de ekleyelim. Suriye kökenliler toplam öğrenci sayısının yüzde 5-6’sı düzeyinde bir orana karşılık geliyor. Yani en çok yoksullar ve mülteciler etkilendi. Ayrıca orta alt grupların tümü etkilendi. Bir evde 2 ya da 3 çocuk varsa iki çocuğun ikisinden birinin, 3 çocuğun 3’ünden ikisinin bilgisayar, tablet, uygun oda ve çalışma ortamı bulma şansı yoktu. Orta ve dar gelirli kesimlerin tümü bu süreçten ciddi şekilde olumsuz şekilde etkilendi. Bu durum sadece öğrencileri değil öğretmenleri de etkiledi. Öğretmenler, öğretmen odasında, okulda, başka öğretmenlerle sıkı bir kontak içinde olamadı. Otomatik olarak gündemi değişti. Özlük hakları da değişti. Bazı ek ders ücretleri kesildi, yaşam biçimleri farklılaştı. Kadın öğretmenlerin ev içi çalışması arttı.
‘ÖĞRENCİLER FİZİKEN YOK OLDU’
Peki bu kesimler tamamen eğitim dışında kaldı diyebilir miyiz?
Öğrencilerin üçte birinin kendine ait odası bile yok. Okulda sınıf kalabalık da olsa bir defter, kitap ve öğretmenle birlikte işlenen bir konu vardı. Okul uygun bir ortam yaratıyordu. Bu dönemde ise derslerin yüzde 80-90’ına öğrenciler aktif katılım gösteremedi. Biz zaten uzaktan öğretimi pratik olarak yapmamış olduk. Ders dediğin karşılıklı diyalogdur. Sanal derste, EBA’da zaten diyalog yok, öğrenci fiziki olarak bile yok oldu. Bu oran ortaokul, lise, üniversiteye doğru daha da düştü. Bir miktar ilkokulda sanal derse katılım yüksekti. Ama çocukların koşup oynayacakları bir ortam yoktu. Uzaktan öğretim, tabir yerindeyse, sanal ortamda sanal domates yemek gibiydi. Uzaktan öğretim tam da bu. Bir okul ve üniversite dolmuşuyla, servisiyle, otobüsüyle göz göze gelmesiyle, itiraz etmesiyle, arkadaşına katılmasıyla farklı görüş belirtmesiyle, soru sormasıyla canlı bir yaşam biçimidir. Ayrıca zaten çocukların bir kısmı zaman zaman önceki dönemlerde de çalışma hayatında idi, yaz tatillerinde veya 15 günlük ara tatillerde yoksul ailelerin çocukları hemen pamuk, bağ, bahçe gibi mevsimlik tarım işlerine gidiyordu. Pandemide ise bu çocukların okul yaşamı tümden kesintiye uğradı, çalışma durumları çok daha arttı.
OKULLARI KAPATMAK BİR TERCİHTİ
MEB, pandemide AVM’ler açıkken bile okulları kapalı tuttu. Bu bir tercih miydi, bir zorunluluk muydu?
İnsana ait olan her şey bir amaçtır, tercihtir, iradedir. Onun için alışverişi sürdürebilip eğitim öğretimi sürdürmüyorsak bu bir tercihtir. En uç örneği vereyim. Bu dönem hastaneler kamusal sağlık hizmeti için hep açık kaldı. Bundan dolayı doktor, hemşire, sağlıkçı kayıpları yaşadık. Hastaneleri kapatmayı düşünmedik. Ancak temel ihtiyaç maddeleri dışında üretim yapan fabrikalar ki bu eğitime göre öncelik sıralamasında üçüncü beşinci sırada kalır, üretime devam ettiler. Eğitimde ise biz bütün toplumu yeniden üretiyoruz. İnsan üretiminde bulunuyoruz. Bunu hiç dikkate almadan tüm okulları kapattık. Öğrenciler için ilkokuldan üniversiteye gerek lise, gerek ortaokul, gerek ilkokul bir yaşam alanı. İki öğrencinin kendi arasındaki iletişimiyle ebeveynleri arasındaki iletişim çok çok farklı bir şey. Okulları kapatınca tüm bu yaşam alanları yok edildi, çocuk ve gençler haneye ve sanal ortama kilitlendi. Bu kilitleme bir zorunluluk değil gerekli politika ve iradeyi göstermemek, daha ağırı eğitimi, okulu, çocukların gelişimini yok saymaktır.
‘ÇOCUKLARDA ÖĞRENME KAYIPLARI ARTTI’
Uzaktan eğitimle çocukların yaşam alanlarını ortadan kaldırdık. Suya girmeden yüzme öğrenebilir misin? Bilişsel birtakım deneyimlerle yüzme öğrenemezsin. Bisiklete binmeden bisiklet sürmeyi öğrenemeyeceğin gibi. Okul da vazgeçilebilir bir alan değil. Okul, üniversite çocuğun kendini bulma alanı. Biz bu yaşam alanını ortadan kaldırdık. Çocuklar TEOG-LGS’ye girdi, başarı oranlarını göreceğiz. TYT-ÖSYM sonuçlarını geçen yıl gördük, bu seneyi de göreceğiz.
Geçen yıl eğitimden uzak kalınan 3 aylık zamanda İngiltere’de yapılan araştırmalar ilkokul çağındaki çocuklarda 1,5 yıllık bir kayıp olduğuna yönelik sonuçlar çıkardı. Çocukların gelişimi yetişkinlere göre çok hızlı. Zamanında konuşmayı, yürümeyi öğretemiyorsan bu daha sonra çok zorlaşır. Türkiye’de ise şu anda çocuklar 1.5 yıldır okuldan uzakta. Bu çocuklar normal okula gitmiş bir çocukla aynı olmayacaklar. Ortaokul, lise düzeyinde kız çocuklarımız psişik sorunlar yaşadı, ortaokul ve lise çağında psikolojik destek alma oranları yüzde 10’a geldi. ‘Derslerime odaklanamıyorum’ diyenlerin oranı artı. Çocukların yüzde 30’dan fazlası hane içinde anne babasıyla didişmesinin, kardeşleriyle didişmesinin arttığını söylüyor. Öğrenme düzeyi iyileşen yok gibi; yüzde 80’den fazlası yüz yüze eğitime göre uzaktan öğretimde öğrenme kayıpları yaşadığını ifade ediyor.
‘ÜNİVERSİTELERDE CANLI DERSLERE KATILIM YÜZDE 10’A DÜŞTÜ’
Önümüzdeki süreçte ne yapılmalı peki?
Kapanmanın ardından mayıstan bu yana olan 5-6 haftalık süreç çok iyi değerlendirebilirdi tam da yaza girerken. Bir miktar toparlanmış olabilirdik ama o da yapılmadı. Yaz ayları için ise yaşam etkinlikleri belgeseller, sinemalar ve kültürel etkinlikler yapılabilir. Ama 1.5 yıl meslek yüksekokulları tamamıyla uzaktan üniversite eğitimi görmedi. Bunun telafi yolu ne olur bilmiyorum. Üniversitelerin çoğu eğitime hiç başlamadı. Toptan bir kayıp oldu. Üniversitelerde uzaktan eğitimde günlük yaşamda gerçekleştireceği okumalar verebilirsin bunları da veremedik. Üniversitelerde ne yazık ki uzaktan eğitim sürecinde hiçbir alternatif uygulanmadı. Canlı ders yapıyormuş gibi yaptık çünkü senkronik derslerde katılım yüzde 10’lara düştü. O canlı derslerde verim alamadık. Bu süreçte ne iktidar, ne MEB, ne de YÖK’ün nitelikli seçenekler yaratma konusunda ciddi bir çalışması.
‘HİBRİT MODELLERİ REDDETMELİYİZ’
Şu anda önümüzdeki eylül ve sonrasına dair de bir hazırlık yok. Pandemi tamamen geçmedi. Birkaç dersi hibrit (yüz yüze ve uzaktan eğitimin birlikte olması) yapın demek büyük bir ciddiyetsizliği getirecek. MEB, “hibrit eğitim nasıl yapılır” denemeleri yapıyor. Bu eğitim sistemini olduğu gibi dejenere edecek. Hibrit, çok ağır dejenerasyon getirecek. Özelleştirme, sanallaşma, dijitalleşme olacak. Yaşam biçimlerini altüst etmeye devam edecek. Öğretmen ve veliler olarak çok dikkatli olmamız gerek. Hibrit modellerini reddetmemiz gerek. Teknolojilerden okulda, üniversitede yararlanmak lazım. Ama teknolojinin okulun veya dersin yerine geçmemesi gerek. Buradaki amaç bu süreci kapitalizmin emek pazarını uzaktan çalışmaya; böylece haneyi de işyerine çevirmeye, oradan artı bir rant daha elde etmeye çalışmak. Buna hazırlık için de üniversite ve okulların uzaktan olması lazım ki ileriki iş yaşamı da buna hazır hale getirilsin istiyorlar. Avrupa Birliği, Dünya Bankası gibi örgütler uzaktan çalışma ve uzaktan öğrenme yollarını yaygınlaştırmak konusunda ısrarlı, bu konularda yıllardır hazırlık yapıyorlardı pandemiyi fırsata çevirdiler. Yaşam alanlarımız olan okullarımızı savunmamız gerekiyor.
UZAKTAN OLAN; ŞİRKETLERE, KAPİTALİSTLERE YARADI
Uzaktan öğretim ve çalışma siyasal, sendikal, hatta evlilik tercihlerimize kadar yansıyacak. Üniversitedeki bir gencin erkek ya da kız arkadaşı bile en azından yarı yarıya değişti. Tüm bunların etkilerini bugünden görebiliyoruz. Yarın bu örgütlenme biçimlerine yansıyacak. Uzaktan çalışma liberalizm için bir bireyi tek başına bırakma vesilesi oldu. Dün 2 kişi oda, dernek gibi yerlere gidiyorsa bugün bire düştü. Milyonlarca insan daha sendikalardan, derneklerden, örgütlenmeden uzak kalacak. Bu kimin işine gelmiş oluyor? Sanal ortamda iş yapan Netflix, Google, Amazon gibi büyük şirketlerin işine yarıyor. Pandemide bu platformları kullanım süresi 2-3 katına çıktı. Bu bütün dünyada yeni bir yaşam biçimidir. Tek başına reklamlarıyla, mesajlarıyla insanları etkilemiş oluyorlar. Ayrıca bu durumdan liberal, kapitalist sistem çok kazançlı çıktı. Ortak dayanışma ve alternatif gündemleri oluşturmada daha dayanıksız hale geldik. Kişiler tek başına kaldı. Ev çalışmasıyla beraber iş ortamı, iş arkadaşı, birlikte konuşmalar, birlikte değerlendirmeler, birlikte yaşam, birlikte direnç göstermeler, örgütlenmeler vs. hepsi örselendi, örseleniyor, sadece öğrencileri değil çalışanları da yalnızlaştırıyor. Yaşamın iki büyük dinamiği, okul ve iş hayatı, bambaşka hal almış oldu. Dijital kapitalizme, uzaktan öğretime, d-diktasyona, evden öğretim veya evden çalışmaya karşı okulumuzu, üniversitemizi, yaşam alanlarımızı savunmak gerekiyor.