Eski İran Dinleri ve Şeytanın Doğuşu | “Ne salgın ne de kıyamet anlatısı yeni”
Özlem Ertan; akademik bilgiyle korku edebiyatını buluşturan "Eski İran Dinleri ve Şeytanın Doğuşu" kitabını yazarlarıyla konuştu.
Demokan Atasoy, Beril Tetik, Olgay Söyler | Fotoğraflar: Kişisel arşiv
Özlem ERTAN
Efsaneler, mitler ve dinler ezelden beri edebiyatın ve genel anlamda sanatın ilham kaynakları durumunda. Kısa süre önce Ötüken Yayınları’ndan çıkan ‘Kötülüğün Tasarımı -Eski İran Dinleri ve Şeytanın Doğuşu’ adlı kitap ise inanç tarihi alanındaki akademik bilgilerle edebiyatı bir araya getiriyor. Kitapta, Tarihçi Olgay Söyler’in ‘İran Dinleri, Tanrıları ve Kötülük Tasarımları - Şeytan Doğuyor’ adlı makalesini Işın Beril Tetik’in ‘Bin Yıl Yaşa’ adlı hikayesi ile Demokan Atasoy’un ‘Bir Devlet Memurunun İtirafları’ isimli uzun öyküsü takip ediyor.
İnanç tarihi alanındaki akademik çalışmaları ve yayımlarıyla tanıdığımız Tarihçi Olgay Söyler, makalesinde tek tanrılı dinlerdeki “Şeytan”ın kökenini sorguluyor. Bunu yaparken de İran çıkışlı Zerdüşt inancının temelinde bulunan düalizme yani ikiliğe değiniyor. Korku ve Polisiye Yazarı Işın Beril Tetik, Olgay Söyler’in makalesinde yer verdiği Tanrı Zurvan’dan yola çıkarak yazdığı öyküsünde gizemli bir yolculuk hikayesi anlatıyor.
‘Konuşulmayan’ romanı ve korku öyküleriyle tanıdığımız Yazar Demokan Atasoy’un ‘Bir Devlet Memurunun İtirafları’ adlı uzun öyküsü ise omuzlarından yılanlar çıkan Dahhâk ile Ehrimen’in de içinde olduğu film tadında bir metin. Yazarlarla kitap ve şeytanın kökeni hakkında konuştuk.
Şeytan prototipinin ilk kez eski İran inanışlarında görülmesinin temelinde ne yatıyor?
Olgay Söyler: Temelinde öncelikle düalizm yatıyor. Düalizmin çok uzun zamandır var olduğu tahmin ediliyor, yazılı tarihten bile geriye götürmek mümkün. Kavramın ilk defa 1700 yılında İngiliz Thomas Hyde tarafından Tanrı ile şeytanı iki rakip ve kadim ilke olarak gören dini sistemleri tanımlamak için kullanıldığını okumuştum yaptığım araştırmada. Zamanla merkezine ikili karşıtlıkları koyan her sistem için kullanıldı ve anlamı biraz daha genişledi. Şeytan çok modern bir kavramdır, ancak yine de modern iblisin karakteri eski dinlerde yatmaktadır diyebiliriz. Tek tanrıya ve semavi dinlere giden yolda eşik İran coğrafyasında aşıldı. Antik Pers uygarlığında iyi ve kötü olan pek çok tanrı vardı. Ta ki Zerdüşt bütün bu karmaşık karakterleri ikiye indirgeyene kadar. Zerdüşt, bir devrimciydi. Etik kategorilere bir anlamıyla kişilik verdi. Ahura Mazda isimli iyi tanrı ve Ehrimen isimli kötü tanrı büyük resmin tamamlayıcıları oldular. Zerdüşt’ün öğretisinde evren, iyilik ve kötülük tanrılarının savaş alanıdır ve dünyada her insan tarafını seçmelidir. Yaptıkları eylemlere göre iyiler cennete kötüler ise cehenneme gideceklerdir.
Zerdüşt inanışındaki Ahura Mazda -Ehrimen ikiliğinin tek tanrılı dinlerdeki yansımaları neler? Ehrimen ile İbrahimi dinlerdeki şeytan hangi noktalarda örtüşüyor, hangi noktalarda ayrılıyor?
O.S: Darius zamanında İran’da Zerdüştlük resmi din haline geldi. İran hükümdarlığına, bugünkü İsrail toprakları da dahildi. İyi ve kötü ile Perslerden gelen bu yeni fikirlerin kısa zamanda Musevi metinlerine girmesi kaçınılmazdı, dolayısıyla “Musevilere ait” dediğimiz fikirlerin sınırlarını açıkça çizebilir ve bu fikirlerin Eski Ahit’e Zerdüşt dininden gelmiş olduğunu belirleyebiliriz. İyi ve kötü, Cennet ve Cehennem Zerdüşt’ün öğretisiydi. Onda “Tanrının acımasız rakibi” olarak simgeleşen şeytan kavramının çıkışını görürüz. Bugünkü anlamıyla gözümüzün önüne geliveren şeytan; kırmızı renkli, kurnaz, toynaklı, ok kuyruklu, yaba taşıyan bir modern zamanlar iblisidir. Bu görüntü, Seth, Pan gibi çok tanrılı dinlerin tanrılarından alınan çeşitli fiziksel özelliklerdir elbette. Bütün semavi dinlerde hemen hemen lanetlenen şeytanı; insanları hüküm gününe kadar çeşitli şekillerde sınayan ve Tanrı tarafından görevlendirilen melek olarak kabaca tanımlamak mümkündür. Eyüp kitabından beri semavi dinlerde durum hemen hemen böyledir.
Makalenizden yola çıkacak olursak her dinin kendisinden önceki inanışların etkilerini içinde barındırdığını söyleyebilir miyiz?
O.S: Elbette söyleyebiliriz. Geniş kitlelerce inanılan din ile birlikte kadim toplulukların kendi kültürel kodları da yaşanmaya devam eder. Örneğin Anadolu’da Türklerin pagan gelenekleri hâlâ yaşanmaktadır. Yine Musevi dininden örnek vermeyi doğru buluyorum çünkü antik dinlerden semavi-vahiy dinlerine geçişte oldukça önemli bir yerde duruyor. Katıksız kötü kavramı Zerdüşt inanç sistemi ile ortaya çıkmaya başlar ancak onu ilk defa uzun uzadıya tanımlayan din Museviliktir. Ondan daha sonra çok daha gelişmiş tanımlar diğer kutsal kitaplarda yer alacaktır, Musevilik ile semavi dinlerde yeşeren kötülük insanların tanrı ile ilgili düşüncelerini de altüst etmiştir.
Öykünüzde hem eski İran tanrıları hem de salgın gibi güncel vakalar var. Öykünüzün yola çıkış noktasından ve mitolojiyi nasıl kullandığınızdan bahseder misiniz?
Işın Beril Tetik: Yaşadığımız salgın felaketinin varoluşumuza açtığı yaraların, geç kalınmış bazı sorgulamaların, geleceğe dair karamsar öngörülerin hikayeye bir çıkış noktası hazırladığını söyleyebilirim. Ancak ne salgın ne de kıyamet anlatısı yeni değil. Konu çağlar boyu süregelen, neredeyse gelenekselleşmiş bir anlatı olduğunda, bu da insana zamanı düşündürüyor. Öykünün temel çıkış noktası da zaman ve insan aslında. Baş kahramanın tarihçi olması da bu yüzden. Hikayedeki mitolojik desenler, Zurvan’ı merkeze koymamdan anlaşılacağı üzere, zamanın vermek zorunda olduğu zorlu bir sınavı resmediyor. Dünya, tanrılar, inanışlar ve elbette insan değiştiği gibi, zaman da değişiyor ve eski çağı kapatıp yeni bir çağı açabilmesi için kendini değiştirmesi, yenilemesi hatta yeniden doğması gerekiyor. Yaptığı fedakarlığın sebebiyse, insana olan merhameti. Tanrılar insandan yüz çevirse de, aynı şeylerin tekrar tekrar yaşanacağını savunsa da, zaman insanı terk etmiyor, umudunu yitirmiyor.
İran mitolojisini bu uzun öykünüzde nasıl kullandınız? Anlatınızın atmosferinden ve yazım sürecinden bahseder misiniz?
Demokan Atasoy: Kitabımızın ilham kaynağı olan makalesinde Olgay’ın da detaylandırdığı gibi Dahhâk figürü İran mitolojisinde farklı adlar ve şekillerde belirmiştir. Benim favorim Firdevsi’nin ‘Şehnamesi’nde geçen anlatısı olmuştur. Ehrimen ile Dahhâk arasındaki mahrem ilişkinin yanı sıra katakulliyle başa geçtikten sonra gücü elinde tutmak uğruna bin yıl boyunca halkın acı çekmesine göz yuman Dahhâk’ın karakterinin vurucu bir korku öyküsü için biçilmiş kaftan olduğunu söyleyebilirim. Korku sanatlarının bence en etkileyici türlerinden biri olan ‘buluntu kayıt’ tekniğinin günümüz Türkiye’sinde geçen efsanevi bir hikayeyi anlatmanın en etkili yolu olduğunu düşünüyorum. Dolayısıyla anlatının atmosferinin oluşumu biraz da kendiliğinden oldu.