Yeniden inşa, kaybedilen işyerlerinden başlar
Tüm Bel-Sen Antalya Şube Başkanı İlhan Karakurt, KESK'in 10. Olağan Kongresini ve KESK'i değerlendirdi.

KESK Genel Kurulu | Fotoğraf: Evrensel
İLGİLİ HABERLER

KESK Genel Kurulu | "Emekçiler kendi örgütlerinde bile örgütsüz"
İlhan KARAKURT
Tüm Bel-Sen Antalya Şube Başkanı
KESK 10. Olağan Kongresinin ağustos ayında başlayacak olan toplu sözleşme görüşmesinden önce yapılıyor olması bu kongreyi daha da önemli hale getiriyordu. Ancak, katılımcı delegenin sayısından yapılan konuşmaların içeriğine, salona hakim olan atmosferden verilen karar önergelerine, yönetim için yapılan listelerden ortaya çıkan seçim sonuçlarına bakıldığında KESK 10. Kongresinin kamu emekçilerinin ihtiyaç ve beklentilerini karşılamaktan çok uzak bir kongre olarak tarihe geçtiğini söyleyebilirim.
Sendikalarımızın işleyişinden, karar alma süreçlerine kadar birikmiş yapısal problemler yaşadığı, üyesi yanında kamu emekçilerinin bütünü ile bağının koptuğu, buna bağlı olarak da sendikal meşruluğunu kaybettiği gerçeği dikkate alındığında, yarım güne sığdırılmış bir kongre; toplam 498 delegenin sadece 400’ünün oylamaya katılması ve 51 konuşma talebine rağmen sadece 20 kişinin konuşabilmiş olması gerçeği bile tek başına bu kongrenin geride kalan 30 yılın bir muhasebesini yaparak, birikmiş sorunlarımıza çözüm bulmaktan öte, ortaya çıkardığı sonuçları itibarıyla, yaşadığımız sorunlara yeni bir sorun ekleyerek, sorunun bir parçası haline gelmiştir.
KONGREDEN İZLENİMLER
DEMEP adına ilk konuşmacı, kullandıkları yeni kavram ve tespitlerden dolayı yanlış anlaşıldıklarını ve haksız eleştirilere maruz kaldıklarını belirterek, komünal toplumdan günümüze kadar gelen toplumsal ilişkilere yeni bir açılım sundu. Sınıf mücadelesini reddetmediklerini ama bunun bir temel çelişki değil, demokratik uygarlık ile devletli uygarlık arasındaki ana çelişkinin içerisinde, bir alt başlık olarak gördüklerini söyledi. Yani, sınıf mücadelesinin yerini değiştiriyorlardı...
YANLIŞI SAVUNMAK YAPMAKTAN DAHA ZORDUR
Konuşması kendilerini ifade etmek açısından başarılı idi! Ancak, sınıf mücadelesine verdikleri bu yeni yeri açıklamakta bir hayli zorlandığı dikkatlerden kaçmadı. Marx’a atıfta bulunarak Antimarksist kurgu üzerinden tarif etmeye çalıştığı yeni ütopyaya inandırıcılık kazandırmak adına kongreye bir felsefe dersi verdi diyebiliriz. Yeni ‘dogmalarını’ anlatmakta eksik kaldıklarını, dolayısıyla da anlaşılma güçlüğü/zorluğu yaşadıklarını söylemesi tersinden bir gerçeği ifade ediyordu; ‘Marx’ın 175 sene önce ayakları üstüne diktiği felsefeyi yeniden ters çevirerek tepesi üstüne dikmeye çalışmak elbette çok kolay olmayacaktır. Çünkü; tarif edilen bu yeni ütopya, tarihsel materyalizme, yani toplumların gelişim yasalarına hiç mi hiç uymamaktadır. Bir delegenin, DEMEP’in çıkardığı broşürü tam okuyamadığını, dolayısıyla da anlamakta zorlandığını, daha çok okuyarak daha iyi anlayacağına inandığını belirtmesi samimi bir ikrardı; çünkü; tepesi üstü ters kurgulanan bu ‘ütopyayı’ doğru okumak ve anlamak gerçekten zordur. Çünkü, ütopyanın kendisi gibi, tersinden yazdıkları kurgularının okumasını da tersinden, yani ‘soldan sağa değil, sağdan sola’ yapıyorlar!
Daha önce de birçok örneği olmuştur bu okumaların/denemelerin. Ama hepsi de sınıf mücadelesinin bilimsel yasaları karşısında aynı yenilgiyi tadarak tarihin mezarlığına gitmekten kurtulamamıştır. Mezar taşlarında da ‘Toplumun doğasını değiştiremeyenler dogmalarını değiştirerek yaşamaya çalışırlar, ancak dogmalar ölüdür, sahibini de beraberinde götürür’ yazmaktadır.
Zaten DEMEP’li arkadaşlar da KESK’in 10. Kongresini, sendikal alanın dışındaki bütün toplumsal sorunların ifade edildiği bir kürsüye dönüştürdüler. Sendikalara biçtikleri rol ve yükledikleri misyon sonuçları itibarıyla eleştirdikleri ‘geleneksel sendikacılığın’ bir başka tezahüründen başka bir şey değildir; sendika olmayan sendika!
DSD KENDİNİ SIFIRLIYOR!
DSD gurubu ise daha önceleri de yaptıkları gibi, seçim beklentileri karşılanmayınca, bu kongreye de ‘konuk’ olarak katıldılar. Hazırladıkları yazılı metni okuyan DSD temsilcisi; bugüne kadar hep bir yollarının olduğunu (KESK’i bugünlere getiren yol da dahildir herhalde), gelinen noktada ya yeni bir yol yapacağız ya da yeni bir yol bulacağız diyerek öznesi ve sebebi oldukları sendikal sorun ve sorumlulukların faturasını kendileri dışındaki herkese keserek, kendilerini temize çektiler; herkes suçlu, DSD masumdur!
KESK ‘MUTABAKAT’ ÖRGÜTÜ DEĞİL, MÜCADELE ÖRGÜTÜDÜR!
Sendikal Birlik gurubundan arkadaşların ise bağlı sendikalar ve KESK’te yaşanan sorunları, işin özüne dokunmadan, usul ve yöntem açısından ele alarak ‘nasihatte’ bulunmaları dikkat çekici idi; ‘Birbirimizi anlayalım, birbirimizi ötekileştirmeyelim, birbirimizi eleştirirken daha dikkatli davranalım, farklılıklarımızı kabul ederek ‘eşitler’ hukukuna bağlı kalalım, birbirimize ihtiyacımız vardır’ diyerek, KESK’in bir ‘mutabakat’ örgütü olduğunu hatırlatarak subliminal bir mesaj vermeleri dikkatlerden kaçmadı.
KESK ve bağlı sendikaların kuruluşunda grupların bir ‘mutabakatının’ olduğu doğrudur. Bu o günün koşulları içerisinde anlaşılabilir bir durumdu. Ama, gruplar durup dururken hadi bir sendika kuralım diyerek bir mutabakata varmadılar tabii ki. Bu grupları da sendikal arayışa yönlendiren/cesaretlendiren işçilerin gerçekleştirdiği ’89 Bahar Eylemleri ve buna bağlı olarak kamu emekçilerin içerisinde yükselen sendikalaşma isteğini görmezden gelmek mümkün değildir. Dolayısıyla da her ne kadar kuruluşu ve yönetim biçimi şeklen grupların ittifakı/mutabakatı üzerinden gerçekleşmiş gibi gözükse de, esas itibarıyla kamu emekçilerinin sendikal ihtiyacına bağlı olarak kuruldukları da kimsenin reddetmeyeceği bir gerçekliktir.
Dolayısıyla da, KESK’e bağlı sendikalar kurulduktan sonra tüm kamu emekçilerini çatısı altında birleşmeye ve üye olmaya davet etmiştir. Bunu tüzüğüne yazarak; siyasi görüşüne, etnik kimliğine, dini inancına ve cinsiyetine bakmaksızın tüm kamu emekçilerini üye olarak kabul edeceğini belirtmiştir. Son gelişmeler de açıkça göstermektedir ki; üyelerin yerine grupların mutabakatının esas alınması, sendikalarımızı fraksiyonların egemenlik alanına dönüştürerek, siyasi guruplardan oluşan marjinal bir örgüt durumuna düşürmüştür. Daha açık söyleyelim; son kongrelerimizde, sendika yönetimlerinin Emek Hareketi hariç, diğer grupların mutabakatı üzerinden oluşturulmaya çalışıldığını hepimiz biliyoruz. Grupçuluğun nasıl kötü bir virüs olduğunu son kongrelerde hep birlikte gördük; ‘Ben yoksam sendika da yok!’
Yani, sendikalarımız; varlık nedeni ve mücadelesini grupların ‘mutabakatı’ üzerinden değil, her bir kamu emekçisi ile ekonomik, demokratik ve siyasi talepleri üzerinden mutabakat sağlayarak sürdürmek zorundadır. Daha doğrusu buna mecburdur. Bu koşul sendika olabilmenin/kalabilmenin ilk ve en temel şartıdır. Bu koşul dışında başkaca şartları esas alırsanız sendika olabilme/kalabilme özeliğinizi kaybedersiniz. Gruplar gider ama sendikalarımız kalır. Fakat, kamu emekçileri giderse sendikalarımız yok olur. Dolayısıyla da KESK, içerisinde yer alan sayılı gruplarla değil, milyonlarca kamu emekçisi ile mutabakatını yapmalıdır.
EMEK HAREKETİ NE YAPTI?
KESK kongresi Emek Hareketi acısından da bir sınav niteliğinde geçti. Sendikal mücadeledeki iddiası ve ısrarı ile iş kollarına bağlı sendika şubelerindeki temsiliyeti arasındaki çelişkiyi gidermek için doğru bir hat tutturma kararlılığını bu kongrede de gösterdi. Emek Hareketi adına konuşanlar, sendikalarımızın yaşadığı yapısal sorunlardan birisi olan eş başkanlık uygulaması ve üyelerin ve seçilmiş organların iradesini gasbeden meclis tipi yapıların kaldırılması için tüzük değişliği önerisinde bulundular. Ancak kongre çoğunluğu tarafından kabul edilmedi bu teklifler. Fakat, KESK tüzüğü ve sendikal hukuka aykırı olarak verilen ‘emekliler sendikası’ kurulması önerisini iptal ettirerek, büyük bir yanlışı önlediklerini söylemeliyiz.
Kamu emekçilerinin sözleşme talepleri, pandemi koşullarında yaşanan sorunlar, grevli toplu sözleşmeli gerçek bir sendika yasası, işyeri örgütlenmelerinin önemi, sendikal bölünmüşlük ve rekabetin ortadan kaldırılması, emek platformunun kurulmasından, Memur-Sen’in teklifine verilen cevaba kadar her konu üzerinde konuşma yaparak kongreye bir sendika kongresi havası vermeye çalıştılar ama seslerini salonda delege olarak bulunmak zahmetine katlananlara ancak dinletebildiler. Buna rağmen onlarca delegenin onayını, takdirini ve oyunu almayı başardıkları seçim sonuçlarından da anlaşılmaktadır. Ama, bu başarı kongre salonlarında kalmamalıdır. Bu “başarının” işyeri ve bağlı oldukları şubelerdeki çalışmalara nasıl yansıyacağını hep birlikte göreceğiz.
SENDİKALARIN KALBİ İŞYERLERİNDE ATAR!
Sendikaların ana rahmi işyerleridir. Sendikalar işyerlerinde doğar, büyür, yaşar ve “ölürler”! Sendikalar gücünü ve meşruluğunu işyeri ve işyerlerindeki emekçilerden alırlar. KESK 10. Kongresinde sendikalarımızın karnesine baktığımızda her şeyin ama her şeyin kötü olduğunu görüyoruz. KESK’e bağlı sendikalar, toplam üye sayısı üç milyon beş yüz bin kamu emekçisinin sadece yüzde 6’sını üye olarak tutuyor. Yani kamu emekçilerinin yaklaşık yüzde 95’i KESK’e bağlı sendikalardan uzak duruyor. Kendi üyeleri ile bağlarını sendikal hukuk üzerinden değil siyasal gruplar üzerinden sağlayabilmektedir ancak. 11 iş kolunda örgütlü olan sendikalar arasında uyum ve koordinasyonu sağlamakla görevli olan KESK, yine sendikal hukuk üzerinden değil, siyasal grup hukuku üzerinden kendisini 12. en ‘baba’ sendika olarak görmektedir. En temel, yaşamsal konular yanında güncel, dönemsel ve taktik konularda da (Memur-Sen’in sözleşme masasında ortaklık teklifi gibi) sendikal hukuk üzerinden değil, siyasi grup hukuku üzerinden karar almayı tercih etmektedir.
Kısacası, KESK’e bağlı sendikalarımızın bu bürokratik yapılanma ve işleyişi sonucunda, işyerlerindeki kamu emekçileri nezdinde bir meşruluğu ve inandırıcılığı kalmamıştır dersek hepimizin bildiği bir gerçeği ifade etmiş oluruz. Yukarılarda yaşanan sendikal bölünmüşlük ve rekabetin olumsuz yıkıcı sonuçlarının aşağıya, işyerlerine inildikçe etkisini kaybettiğini, aksine sendikal talepler üzerinden birliğin daha kolay sağlandığı yerler olduğunu hepimiz biliyoruz. Yani, işyerleri sınıf düşmanlarına, devlet güdümlü, sarı ve kontra sendikacılığa karşı en güçlü olduğumuz bir mevzidir. KESK’e bağlı sendikalar, yitirdiği sendikal meşruluğunu yeniden kazanmak istiyorsa, bunu başka yerlerde değil, kaybettiğimiz yerlerde bulabiliriz anacak. Kaybettiğimiz yer ise işyerleri ve işyerlerindeki kamu emekçilerinden başkası değildir. Dolayısıyla sendikalarımızın yeniden inşası için salonları ya da başkaca alanları değil, işyerlerini tercih etmek mecburiyetindeyiz.
KONGRELER BİTTİ MÜCADELE DEVAM EDİYOR!
Sendikal mücadeleyi kongreden kongreye şahin uçurmakla eş değer görenlere açısından birçok şey bitmiştir. Ama, asıl kongrenin ve bir sonraki kongreyi belirleyecek olanın işyerlerinde kamu emekçileri ile günlük, yüz yüze, her aşamasında onlarla birlikte hareket ederek yapılan çalışmaların toplamı olduğunu biliyoruz. Bizler için kongreler 3 yılda 1 gün değil, her yılda 365 gün olarak yaşanmalıdır. Çünkü, yaptığımız her çalışma, bir sonraki kongrenin parçası olma özelliğini taşımaktadır. Ağustos ayında başlayacak olan sözleşme görüşmelerinin kendi tabanımız yanında, 3 milyon 500 bin kamu emekçisini doğrudan ilgilendirdiğini ve işyerlerindeki her kamu emekçisinin ana gündemi olduğunun farkındayız. Yine, işyerindeki kamu emekçilerinin sözleşme sürecinde sendikaların ortak hareket etmelerini ısrarla istediğini de hepimiz görüyoruz.
Milyonlarca kamu emekçisinin bu yüksek ve nitelikli talebinin KESK tarafından görülmeyerek dikkate alınmaması çok büyük bir yanlışlıktır. Çünkü, Memur-Sen’in, içerisinden ve dışarıdan gelen baskılar karşısında yaşadığı sıkışmışlığı atlatabilmek için taktik bir hamle olarak ‘birlik’ çağrısı yapmak zorunda kaldığını en az bizler kadar kendi üyeleri de biliyor. Fakat, Memur-Sen’in en zayıf olduğu alan olan bu sözleşme dönemi için, üyesi olmasa da milyonlarca kamu emekçisinin KESK’e yüklediği ‘pozitif’ misyonu yok sayarak ve de dönemsel özelliği yanında, sendikalarımızı yeniden inşa edebileceğimiz bir süreç olarak değerlendirilmesi gereken bu toplu sözleşme döneminin, sendikal rekabet ve kaprislere kurban edilmesinin önüne geçebilmek için iş kolumuzda yer alan diğer sendikalarla birlikte ortak basın açıklamaları yaparak, işyerlerinde ortak sözleşme komitelerini oluşturarak, genel merkezleri birlikte davranmaya zorlamanın, çağırmanın adımlarını atmamızın önünde hiçbir engel yoktur.
Üyelerden, işyerlerine, şubelerden genel merkezlere doğru kamu emekçilerinin bizlere verdiği bu hakkımızı ve yetkimizi kullanmalıyız. Yani, kongrede söylediklerimizi bir tarif olmaktan çıkarıp gerçekleştirme becerisini göstermek için de bu dönem büyük olanaklar sunuyor bizlere. Sessiz ve seyirci kalmak suça ortak olmaktır. Hiçbirimizin bu suça ortak olacağını zannetmiyoruz. Kendi kaderimizle birlikte, milyonlarca kamu emekçisinin kaderi atacağımız bu adımlara bağlıdır. Sendikal mücadelenin ve emekçilerin kalbi de işyerlerinde atmaya devam ediyor. Bu kalbin sesini can kulağı ile dinlemeliyiz, ta ki bir sonraki kongreye kadar.
Evrensel'i Takip Et