Ruhumda Sızı*
"Bu topraklarda yüzyıllardır Nesimi olmak zordur. Ya kellenizi isterler ya derinize göz dikerler ya da ateşe atarlar."
Sivas'ta, 2 Temmuz 1993'te Madımak Oteli'nin yakılması sonucu yaşamlarını yitirenler, katliamın 14. yıldönümünde anıldı. | Fotoğraf: İsa Sansar/AA
Nesimi isminin geçtiği her dize bu topraklardan havalanıp gönlümüze süzülen ılık bir yaz esintisi gibidir. Oysa bu esinti ardında gözyaşlarından köken alan bir kasırgayı gizler.
Bu topraklara imzasını çentikle atmış ve zaman zaman imzaları birbirine karıştırılmış üç Nesimi geçmiştir.
İlk Nesimi Seyid Ali İmadeddin Nesimî’dir. XIV. Yüzyılda yaşamıştır. Kesin olmamakla birlikte 1369 yılında doğduğu iddia olunur. Doğum yeri hakkında da farklı rivayetler vardır. Kimine göre Tebriz’de, kimine göre Diyarbakır’da, kimine göre de Bağdat’ın Nesim nahiyesinde doğmuştur.
Nesimi'nin tıp, astronomi, matematik ve mantık bilimlerini de ihtiva eden derin bir İslam eğitimi alıp yetiştiği kabul edilmektedir. Nesimi Hurûfilik inancının öncülerindendir. Hurûfilik, Türkçesi “harfler” anlamına gelen, Arapça hurûf kelimesinden köken alan bir inanıştır. Bu inanış kutsal metinlerdeki harf ve kelimelerin sayı, sıra ve diziliminin belirli şifreler barındırdığını iddia etmektedir. Hatta harf ve kelimelere sayısal değerler atfederek ebcet hesabı ile gizli anlamlar ve yorumlar çıkarsamıştır.
Nesimi Hurûfilik inancını yaymak için şiirler yazmış ve bu şiirler Arap ülkeleri, Anadolu, Azerbaycan ve İran’da insanlar arasında dilden dile dolaşmıştır. Nesimi’nin seyid olduğu, yani peygamber soyundan geldiği düşünülmektedir. Ayrıca Alevî-Bektaşîler’in yedi büyük şairinden biri olarak kabul edilmektedir.
Seyid İmadeddin Nesimî; Hurûfilik inancını savunduğu için, En-el Hak yani "Ben Hak'ım, Hak'tan gayrı değilim" dediği için, Hak’ın kendi vücudunda yüz bulduğunu ifade ettiği için sonu hayranlığını esirgemediği Hallac-ı Mansur’a benzemiştir. 1417 yılında önce kellesi vurulmuş ardından da derisi yüzülerek idam edilmiştir.
Bu topraklardan bir esinti gibi geçmiş ikinci Nesimi Kul Nesimi’dir. Kul Nesimi belki de dillendirdiği dizeleri en çok bilinen ama hakkında en az bildiğimiz Nesimi’dir. Minnet eylemeyendir, Melanet hırkasını kendi giyip gökyüzüne çıkandır Kul Nesimi.
Asıl adının Ali olduğu bilinir. Seyid İmadeddin Nesimî’den etkilendiği için Nesimi mahlasını kullandığı ve Hurûfilik inancını savunduğu da bilinmektedir. Ama ne doğum tarihi ne de ölüm tarihi bilinir.
XVII. yüzyılda yazılmış cönklerde isminin yer alması, bu yüzyılda yaşamış başka şairlerin ona nazîreler yazması ve Seyid İmadeddin Nesimî’nin idam edilişini dile getirdiği bir gazelinde, “İki yüz altmış dört yıldan sonra / Bu nazm ile bunu ettim izhâr” dizesinden hareketle 1674 yılında hayatta olduğu bilgisinden hareketle Kul Nesimi’nin XVII. Yüzyılda yaşadığı kabul edilmektedir.
Kul Nesimi’nin ne zaman, nasıl ve nerede öldüğü bilinmemektedir. Ancak Celali İsyanlarına katıldığı bilinen Kul Nesimi’nin yatağında ve eceliyle öldüğünü düşünmek sanırım hayatın doğal akışına aykırı olacaktır.
Bu topraklarda iz bırakmış, en azında şimdilik, son Nesimi, Nesimi Çimendir. Ardılıdır elbet seleflerinin. Aslen Dersim Hozat’lıdır, ancak doğum yeri Adana Tufanbeyli’nin Fatmakuyu Köyü’dür. Göç yazgısıdır bir yerde.
Kalaycıdır Nesimi Çimen. Kalaycılık benim gözümde bir çeşit büyücülüktür. Çocukluğumun Adana’sından zihnimde hep pos bıyıklı bir adam kalmıştır kalaycı olarak. Elinde körüğüyle mahallemize gelen, toprağı biraz kazdıktan sonra ateşini o çukura yakan, körüğünü ateşi harlamak için uygun şekilde yerleştiren, evlerden topladığı kirli paslı tencere tavaları kalayıyla cıncık gibi yapan bir büyücü.
Evet kalaycıdır Nesimi Çimen ama kalaycılığı yetmez fukaralığına ve fakirlik onu Kayseri’nin İncemağara Köyüne göçe zorlar. Artık marabadır Nesimi. Ama aşık bir maraba. Çünkü ağanın kızı Dilber’e vurulur. Dilber’de sevdalıdır Nesimi’ye. Ama birisi ağa kızı diğeri maraba…
Hikâyeyi ilk duyduğumda sevdalarına tek engelin bu olduğunu düşünmüştüm. Sonra öğrendim ki bu engel devede kulakmış. Çünkü âşık olduklarında her ikisi de başka insanlarla evliymiş ve o evliliklerinden dörder çocukları varmış. Ama gönül bu, ferman dinler mi… Kaçmışlar birlikte.
İstikamet önce Kahramanmaraş’ın Elbistan Sevdilli Köyü. Dilber ve Nesimi’nin tek çocuğu Mazlum burada doğar. Sonra istikamet Adana Kadirli. Belki de Nesimi Çimen’în kaderinin değiştiği zamandır bu dönem. Yaşar Kemal’le bu dönemde tanışır Nesimi. Yaşar Kemal Nesimi’nin Almanya’ya işçi olarak gidebilmesi için İstanbul’a gitmesine aracılık eder.
Yaşar Kemal alır Nesimi’yi Beşiktaş’ta bir arkadaşının evine bırakır. Bu dönemde Almanya’ya gitmeye nefesi yetmez Nesimi’nin akciğeri onu yarı yolda bırakır. Almanya’ya gidemeyen Nesimi Betebe mozaik fabrikasında işe girer. Ancak altı ay sonra grev ve komünizm propagandasından işten atılır. Mazlum Çimen, Nesimi’nin yaklaşık altı ay boyunca aynı evde kaldığı adamın Behçet Necatigil olduğunu söyler.
Sonrasında bir gecekondu kiralayıp ailesini İstanbul’a getirir. Elinde kalan üç telli curası ve biriktirdiği dostlukları ile yeniden bir yaşam kurmaya başlar. Kimler yoktur ki o gecekonduya misafir olmayan dostlar arasında; Harun Karadeniz’ler, Behice Boran’lar, Mehmet Ali Aybar’lar, Sadun Aren’ler, Mazlum’a okuması için ilk kitabı veren İdris Küçükömer’ler, İlhan Selçuk’lar, Behice Boran’lar, kara kız Tülay German’lar, Mahsun’u okuldan alan Yılmaz Güney’ler, Atıf Yılmaz’lar, Mahsuni Şerif’ler, Mazlum’un eğitim sponsoru olan Onat Kutlar ve Can Yücel’ler.
Bu dönem sahne ile tanışıyor Nesimi Çimen. Önce Atıf Yılmaz’ın “Murad’ın Türküsünde” küçük bir rolde oynar. Ardından tiyatro sahnesinin tozunu yutar. Kökünün olduğu topraklarda Pir Sultan Abdal’ı oynarken, izleyiciler arasında olan 11 yaşındaki oğlu Mazlum’la birlikte, tiyatro sahnesinden gözaltına alınır Nesimi Çimen. Babası aşağıda dayak yerken üst katta tutulan Mazlum İstanbul’a gönderilir. Yirmi gün bekler babasını Mazlum Çimen, yirmi günün sonunda İstanbul’a döner Nesimi bıyığının yarısı yolunmuş şekilde.
Kurduğu yaşam kimi zaman arandığı için zorunluluktan, kimi zaman da halkının derdini söylemek için curasının peşinden Avrupa’ya uzanır. Fransa’da Abidin ve Güzin Dino’nun misafiri olduğu bir gecenin sabahında Türkiye’ye dönmeden önce Abidin Dino’dan kendisini çorap almak için çarşıya götürmesini ister. Abidin Dino altta market olduğunu ve oradan çorap alabileceklerini söyler. Oysa Nesimi'nin istediği çorap bale çorabıdır. Abidin ve Güzin Dino şaşırır ve ilkokulu dışardan bitirmiş bu aşığa bale çorabını ne yapacağını sorar. Oğlunun balet olduğunu ve Türkiye’de bale çorabını bulamadıklarını söylediğinde Abidin ve Güzin Dino’nun aydınlığı topraktan öğrenmiş bu aşık karşısında eksik kalmış olsa gerek.
Alırlar bale çorabını Mazlum Çimen’e ve okulu bitirinceye kadar da eksik etmezler Mazlum’un çorabını. Ancak Mazlum bir tane olsun saklamaz o çorapların kargosu üzerinde yazan Abidin Dino ismini.
Mazlum Çimen balet olmasını üç telli curaya borçludur. Çünkü Can Yücel’in artist olma vaadiyle konservatuara yazdırmaya ikna ettiği, Ali Özgentürk’ün kayıt için vesikalık fotoğrafını çektirdiği Mazlum keman bölümüne birincilikle girer. Hatta alacak paraları olmadığı için kemanını da konservatuardan verirler.
Ancak üç telli cura, bağlama rakiptir kemana. Yan odada Nesimi Çimen’in curası, Mahsuni Şerif’in bağlaması ve sazlara eşlik eden sözler olduğu müddetçe keman ev ödevleri hep başka bahara kalmaktadır Mazlum’un. Bölüm değiştirmek ister Mazlum Çimen. Tek koşulu vardır. Ev ödevi olmaması. Ev ödevi olmayan tek bölüm de baledir. Böylece “Nasıl mutlu olacaksa öyle yaşayacağı” baleyi hiç düşünmeden kabul eder Mazlum Çimen.
Üç telli cura belki bir tarafı ile rakibidir Mazlum Çimen’in ama bir tarafı ile de babası ile bağıdır. Beraber çalıp beraber söylerler. Beraber çalma hikayelerinden biri de Nida Tüfekçi’nin TRT’nin bir radyo programındadır. Tüfekçi’nin 1974 yılında yöresel sanatçılar ile yaptığı bir radyo programı vardır. Bu programa Nesimi Çimen’i çağırır. Nesimi de oğlu Mazlum’u alır ve birlikte programa giderler. Nesimi’den üç eser söylemesi istenir. Baba oğul ilk iki eseri çalar ve sıra son esere gelir. Nesimi “Gel ağlatma beni Şah-ı Merdan Aşkına” diye bir Duaz okumaya başlar. Nida Tüfekçi Alevi deyişi okumanın yasak olduğunu söyleyerek yayını keser. Nesimi anladım der ve sinirlenerek “Nida sen bana geleceksin” diyerek Mazlum’la birlikte programdan ayrılır.
Aradan yıllar geçer. Nida Tüfekçi Nesimi Çimen’in kapısını çalar. Biraz hoşbeşten sonra Nesimi Nida Tüfekçi’ye “Yıllar sonra seni buraya ne getirdi diye sorar?” Nida Tüfekçi bir cura çıkarır, “Nesimi hele şu curaya bir bak ve senin curan gibi yap” der. Nesimi curayı alıp şöyle bir bakar ve Mazlumdan bıçak ister. Önce perdeleri tek tek kesmeye başlar, ardından telleri eksiltir, sonra akort sistemini değiştirir ve Nida Tüfekçi’ye verir. Nida Tüfekçi curayı çalmaya başlar perde yoktur, tel eksilmiştir, akort sistemine uyum sağlayamaz ve Nesimi Çimen’e dönüp “ne ettin la bu curaya der” Nesimi; “Bana bak Nida o cura Sünni idi ben Alevi yaptım, senin çalman için Alevi olman lazım” der. Böylece yıllar öncenin hesaplaşması görülmüştür.
Mazlum Çimen’in 1983 yılında bir oğlu olur ve rivayete göre adını dedesi Nesimi Çimen ve Can Yücel rakı sofrasında koyarlar. Adı Saki Çimen olur. Saki Çimen dedesinin izinden gidip iyi bir müzisyen iyi bir piyanist olur. İyi bir müzisyen olur ama iyi bir dede torun olmanın tadını çıkaramazlar. Daha doğrusu buna izin verilmez. Çünkü Mazlum’un babası; Saki’nin dedesi; bizim canımız, ciğerimiz, ruhumuzun esintisi Nesimi Çimen 2 Temmuz 1993 günü Pir Sultan Abdal Şenlikleri için gittiği Sivas’ta Madımak Otelinde yakılarak öldürülür.
Bu topraklarda yüzyıllardır Nesimi olmak zordur. Ya kellenizi isterler ya derinize göz dikerler ya da ateşe atarlar.
İnadına her 2 Temmuz Nesimi olsun adımız.
- Fenike’den Marsilya’ya, uzodan rakıya… 12 Eylül 2024 12:41
- Bütün yollar Rom’a çıkar 29 Ağustos 2024 10:33
- Bitiş çizgisi 15 Ağustos 2024 04:54
- Çayın yolculuğu 01 Ağustos 2024 08:30
- Kafatası çağı 18 Temmuz 2024 10:00
- Çok kapılı oda 08 Temmuz 2024 10:44
- Yoldan sonra 28 Haziran 2024 09:23
- Bir “Yol” Hikayesi II 13 Haziran 2024 13:49
- Bir “Yol” Hikayesi 30 Mayıs 2024 13:20
- İçimizdeki İrlandalı 16 Mayıs 2024 12:53
- İşçiler marş söyleyerek sahneye girerler… 01 Mayıs 2024 10:10
- Emek bizim, söz bizim… 26 Nisan 2024 04:30
- Sol açık 18 Nisan 2024 11:30
- Kader kapıyı çalınca… 04 Nisan 2024 12:45
- Bir ihtimal daha var o da ölmek mi dersin 21 Mart 2024 04:30
- İkiyüzlü ahlak kumkumalığı 07 Mart 2024 13:48
- Elde kaldı hüzün… 22 Şubat 2024 13:32
- Tüfenk üçlemesi: Mavzer 01 Şubat 2024 10:47
- Tüfenk üçlemesi: Aynalı Martin 18 Ocak 2024 11:50
- Tüfenk üçlemesi: Filinta 04 Ocak 2024 13:45
- Gayrı döner oldum 21 Aralık 2023 14:58
- Kayyum rejimi 07 Aralık 2023 12:54
- Kimdi giden kimdi kalan 23 Kasım 2023 11:01
- Eni vici vokke 02 Kasım 2023 13:04
- Şeytanın ışıltısından insanlığın karanlığına 19 Ekim 2023 09:52
- Dayanışma ezilenlerin inceliği midir? 28 Eylül 2023 12:20
- Amerikan İç Savaşı'ndan İngiltere'ye gariptos ağaçlarının hışırtısı 14 Eylül 2023 11:12
- Cehennemin kapısından Bakırköy’ün avlusuna… 31 Ağustos 2023 10:22
- Irgatın Türküsü 17 Ağustos 2023 11:32
- Yüksek Kaldırım’dan Leningrad’a bir şehrin faşizme karşı direniş senfonisi 03 Ağustos 2023 11:46
- Mississipi’den Feshane’ye derinlik ve güvenlik meselesi 20 Temmuz 2023 04:07
- Birimize bir şey olursa ne yaparız? 06 Temmuz 2023 11:31
- Mordan öte 22 Haziran 2023 12:22
- Hakikat bükücülüğü 08 Haziran 2023 11:11
- Umut yorgunluğu 25 Mayıs 2023 10:44
- “Winner” ceket mütevazı mutfağa karşı 11 Mayıs 2023 11:11
- Savaş naraları 27 Nisan 2023 10:10
- Bellek oyunları 13 Nisan 2023 10:50
- Maraş, bahtı gara Maraş 23 Mart 2023 10:48
- Aradığınız devlet bulunamadı 02 Mart 2023 12:22
- Deprem değil, binalar öldürürmüş (!) 16 Şubat 2023 08:42
- Katil uşak 02 Şubat 2023 11:01
- Suyun kokusu 19 Ocak 2023 13:45
- Timsah armudu 05 Ocak 2023 10:27
- Yılın sözcükleri 22 Aralık 2022 11:09
- Franco’dan bugüne Dünya Kupalarından elimizde kalanlar 08 Aralık 2022 11:45
- Şah mat 24 Kasım 2022 09:19
- “Gördük biz bu filmi” 10 Kasım 2022 10:54
- Hakikat yolcusu 30 Ekim 2022 11:20
- Anlatılamamış masallar 27 Ekim 2022 10:14
- "In vino veritas" diğer bir deyişle "Hakikat şaraptadır" 13 Ekim 2022 11:07
- Suskun notalar 29 Eylül 2022 11:12
- Güney Kutbunun yeniden keşfinin hüzünlü hikâyesi 15 Eylül 2022 11:09
- “Sen ben Lenin” Bir de Ahmet Abi. 01 Eylül 2022 10:39
- Börklüce’den günümüze Eyyamı Bahur ya da namı diğer Köpek Günleri 18 Ağustos 2022 10:59
- Dünyanın eksenini kaydıran Hindistan’ın küçük cevizi 04 Ağustos 2022 10:39
- Dünyanın tadı baharı 21 Temmuz 2022 08:40
- Menekşe kokusu 07 Temmuz 2022 04:24
- İnsan kokusu 23 Haziran 2022 04:12
- Tiryak-i 02 Haziran 2022 11:37
- Bahar karşılama 19 Mayıs 2022 06:26
- Hıdırellez ateşi 05 Mayıs 2022 01:05
- Yelkenler fora 21 Nisan 2022 05:20
- Sözün gücü 07 Nisan 2022 06:05
- Lombardiya’dan Ukrayna’ya kemanın tınısı 24 Mart 2022 05:34
- Zeytinin hükmü 10 Mart 2022 05:55
- Geççek 24 Şubat 2022 05:15
- Allasen söyle nedir aşkın aslı astarı! 09 Şubat 2022 23:45
- Erguvan kokusu 27 Ocak 2022 05:49
- (N)isyan 13 Ocak 2022 04:53
- Yaşamın ağırlığı 30 Aralık 2021 05:42
- Kuşaklar boyu insan hakları 16 Aralık 2021 05:03
- Savaşı Durduran Kadınlar: Lili ve Marlen 02 Aralık 2021 04:23
- Herkesin bir Ahmet Kaya’sı vardır 18 Kasım 2021 04:00
- Şaka mı, şeker mi, yoksa patates mi? 04 Kasım 2021 05:43
- Memeli Zeus 21 Ekim 2021 06:51
- Son Bakış 07 Ekim 2021 05:30
- Kırmızı 22 Eylül 2021 23:43
- Asuman’dan Antonis’e Ege’nin iki yakası 09 Eylül 2021 04:46
- Her ekalliyeti düşünüyorum 26 Ağustos 2021 04:04
- Dezenfektan aşkı 12 Ağustos 2021 06:12
- Nomadland’den Rosetta’ya Göçebe Ruhlar 29 Temmuz 2021 06:35
- Lavinia 14 Temmuz 2021 23:08
- “Y” 17 Haziran 2021 06:06
- Vurmayın öldüm 03 Haziran 2021 03:56
- Gözümün nuru 20 Mayıs 2021 06:11
- İmgenin suskunluğu 06 Mayıs 2021 05:56
- Ruhlar Mezbahası İyi Günler 22 Nisan 2021 03:34
- Şiirci Geldi Haaanıım… 08 Nisan 2021 00:00
- Ata Abi 25 Mart 2021 05:08
- “Yurtsama”dan “gündedün”e “nostalji”nin çağrıştırdıkları 10 Mart 2021 23:20
- Gönülçelen kelimeler atlasım 25 Şubat 2021 05:00
- Harfiyat 10 Şubat 2021 22:41
- Utanç ne yana düşer usta... 28 Ocak 2021 04:20
- “... Ve Herkes için Adalet” 13 Ocak 2021 23:15
- Yattığınız yer incitmesin… 31 Aralık 2020 04:38
- San(a)saryan’dan Su’ya Mahsus Mahaller 09 Aralık 2020 22:44
- Ölüm, adın kalleş olsun… 26 Kasım 2020 04:03
- Depremin ruhsal sarsıntısı 12 Kasım 2020 04:59
- Notaların savaşla hesaplaşması 29 Ekim 2020 05:11
- Hırsızlar mağarası 15 Ekim 2020 00:00
- İyi ki TTB var! 01 Ekim 2020 06:30
- Heybeliada Sanatoryumundaki Hayalet 17 Eylül 2020 00:02
- Otokinetik etki ve norm oluşturma 03 Eylül 2020 05:06
- Ödemişli Muzaffer’den Amerikalı Sherif’e 20 Ağustos 2020 00:51
- Uygun adım marş!… 06 Ağustos 2020 05:18
- ERK-EK 23 Temmuz 2020 04:57
- İçimdeki yangın 09 Temmuz 2020 05:18
- Dededen toruna “Barış”ın inşası 25 Haziran 2020 01:00
- Esaretten kaçan köleden hasta, kamçıdan tedavi üretmek 11 Haziran 2020 00:00
- Kerli ferli yalanlar ve sosyal uyum 28 Mayıs 2020 00:00
- Elma dersem çık… 14 Mayıs 2020 00:30
- Yaşam için ölüme yatanlar 30 Nisan 2020 02:08
- Bastırılan geri döner 16 Nisan 2020 00:00
- Miasmadan Covid-19’a sağlıkçıların salgından korunma önlemleri 02 Nisan 2020 02:49
- Şimdiki zamanda bir distopya: Covid-19 18 Mart 2020 20:30
- Şehitler tepesi 05 Mart 2020 00:30
- Özlerimize kıymayın efendiler! 20 Şubat 2020 00:30
- Acının tonu 06 Şubat 2020 00:00
- Başlarken… 29 Ocak 2020 23:20