01 Temmuz 2021 06:46

Ruhumda Sızı*

"Bu topraklarda yüzyıllardır Nesimi olmak zordur. Ya kellenizi isterler ya derinize göz dikerler ya da ateşe atarlar."

Sivas'ta, 2 Temmuz 1993'te Madımak Oteli'nin yakılması sonucu yaşamlarını yitirenler, katliamın 14. yıldönümünde anıldı. | Fotoğraf: İsa Sansar/AA

Halis Ulaş
Halis Ulaş

Nesimi isminin geçtiği her dize bu topraklardan havalanıp gönlümüze süzülen ılık bir yaz esintisi gibidir. Oysa bu esinti ardında gözyaşlarından köken alan bir kasırgayı gizler.

Bu topraklara imzasını çentikle atmış ve zaman zaman imzaları birbirine karıştırılmış üç Nesimi geçmiştir.

İlk Nesimi Seyid Ali İmadeddin Nesimî’dir.  XIV. Yüzyılda yaşamıştır. Kesin olmamakla birlikte 1369 yılında doğduğu iddia olunur.  Doğum yeri hakkında da farklı rivayetler vardır. Kimine göre Tebriz’de, kimine göre Diyarbakır’da, kimine göre de Bağdat’ın Nesim nahiyesinde doğmuştur.

Nesimi'nin tıp, astronomi, matematik ve mantık bilimlerini de ihtiva eden derin bir İslam eğitimi alıp yetiştiği kabul edilmektedir. Nesimi Hurûfilik inancının öncülerindendir. Hurûfilik, Türkçesi “harfler” anlamına gelen, Arapça hurûf kelimesinden köken alan bir inanıştır. Bu inanış kutsal metinlerdeki harf ve kelimelerin sayı, sıra ve diziliminin belirli şifreler barındırdığını iddia etmektedir. Hatta harf ve kelimelere sayısal değerler atfederek ebcet hesabı ile gizli anlamlar ve yorumlar çıkarsamıştır.

Nesimi Hurûfilik inancını yaymak için şiirler yazmış ve bu şiirler Arap ülkeleri, Anadolu, Azerbaycan ve İran’da insanlar arasında dilden dile dolaşmıştır. Nesimi’nin seyid olduğu, yani peygamber soyundan geldiği düşünülmektedir. Ayrıca Alevî-Bektaşîler’in yedi büyük şairinden biri olarak kabul edilmektedir.

Seyid İmadeddin Nesimî; Hurûfilik inancını savunduğu için, En-el Hak yani "Ben Hak'ım, Hak'tan gayrı değilim" dediği için, Hak’ın kendi vücudunda yüz bulduğunu ifade ettiği için sonu hayranlığını esirgemediği Hallac-ı Mansur’a benzemiştir. 1417 yılında önce kellesi vurulmuş ardından da derisi yüzülerek idam edilmiştir.  

Bu topraklardan bir esinti gibi geçmiş ikinci Nesimi Kul Nesimi’dir. Kul Nesimi belki de dillendirdiği dizeleri en çok bilinen ama hakkında en az bildiğimiz Nesimi’dir. Minnet eylemeyendir, Melanet hırkasını kendi giyip gökyüzüne çıkandır Kul Nesimi.   

Asıl adının Ali olduğu bilinir. Seyid İmadeddin Nesimî’den etkilendiği için Nesimi mahlasını kullandığı ve Hurûfilik inancını savunduğu da bilinmektedir. Ama ne doğum tarihi ne de ölüm tarihi bilinir. 

XVII. yüzyılda yazılmış cönklerde isminin yer alması, bu yüzyılda yaşamış başka şairlerin ona nazîreler yazması ve Seyid İmadeddin Nesimî’nin idam edilişini dile getirdiği bir gazelinde, “İki yüz altmış dört yıldan sonra / Bu nazm ile bunu ettim izhâr” dizesinden hareketle 1674 yılında hayatta olduğu bilgisinden hareketle Kul Nesimi’nin XVII. Yüzyılda yaşadığı kabul edilmektedir. 

Kul Nesimi’nin ne zaman, nasıl ve nerede öldüğü bilinmemektedir. Ancak Celali İsyanlarına katıldığı bilinen Kul Nesimi’nin yatağında ve eceliyle öldüğünü düşünmek sanırım hayatın doğal akışına aykırı olacaktır.

Bu topraklarda iz bırakmış, en azında şimdilik, son Nesimi, Nesimi Çimendir. Ardılıdır elbet seleflerinin. Aslen Dersim Hozat’lıdır, ancak doğum yeri Adana Tufanbeyli’nin Fatmakuyu Köyü’dür. Göç yazgısıdır bir yerde.

Kalaycıdır Nesimi Çimen. Kalaycılık benim gözümde bir çeşit büyücülüktür. Çocukluğumun Adana’sından zihnimde hep pos bıyıklı bir adam kalmıştır kalaycı olarak. Elinde körüğüyle mahallemize gelen, toprağı biraz kazdıktan sonra ateşini o çukura yakan, körüğünü ateşi harlamak için uygun şekilde yerleştiren, evlerden topladığı kirli paslı tencere tavaları kalayıyla cıncık gibi yapan bir büyücü.

Evet kalaycıdır Nesimi Çimen ama kalaycılığı yetmez fukaralığına ve fakirlik onu Kayseri’nin İncemağara Köyüne göçe zorlar. Artık marabadır Nesimi. Ama aşık bir maraba. Çünkü ağanın kızı Dilber’e vurulur. Dilber’de sevdalıdır Nesimi’ye. Ama birisi ağa kızı diğeri maraba…

Hikâyeyi ilk duyduğumda sevdalarına tek engelin bu olduğunu düşünmüştüm. Sonra öğrendim ki bu engel devede kulakmış. Çünkü âşık olduklarında her ikisi de başka insanlarla evliymiş ve o evliliklerinden dörder çocukları varmış. Ama gönül bu, ferman dinler mi… Kaçmışlar birlikte.

İstikamet önce Kahramanmaraş’ın Elbistan Sevdilli Köyü. Dilber ve Nesimi’nin tek çocuğu Mazlum burada doğar. Sonra istikamet Adana Kadirli. Belki de Nesimi Çimen’în kaderinin değiştiği zamandır bu dönem. Yaşar Kemal’le bu dönemde tanışır Nesimi. Yaşar Kemal Nesimi’nin Almanya’ya işçi olarak gidebilmesi için İstanbul’a gitmesine aracılık eder.  

Yaşar Kemal alır Nesimi’yi Beşiktaş’ta bir arkadaşının evine bırakır. Bu dönemde Almanya’ya gitmeye nefesi yetmez Nesimi’nin akciğeri onu yarı yolda bırakır. Almanya’ya gidemeyen Nesimi Betebe mozaik fabrikasında işe girer. Ancak altı ay sonra grev ve komünizm propagandasından işten atılır. Mazlum Çimen, Nesimi’nin yaklaşık altı ay boyunca aynı evde kaldığı adamın Behçet Necatigil olduğunu söyler.

Sonrasında bir gecekondu kiralayıp ailesini İstanbul’a getirir. Elinde kalan üç telli curası ve biriktirdiği dostlukları ile yeniden bir yaşam kurmaya başlar. Kimler yoktur ki o gecekonduya misafir olmayan dostlar arasında; Harun Karadeniz’ler, Behice Boran’lar, Mehmet Ali Aybar’lar, Sadun Aren’ler, Mazlum’a okuması için ilk kitabı veren İdris Küçükömer’ler, İlhan Selçuk’lar, Behice Boran’lar, kara kız Tülay German’lar, Mahsun’u okuldan alan Yılmaz Güney’ler, Atıf Yılmaz’lar, Mahsuni Şerif’ler, Mazlum’un eğitim sponsoru olan Onat Kutlar ve Can Yücel’ler.  

Bu dönem sahne ile tanışıyor Nesimi Çimen. Önce Atıf Yılmaz’ın “Murad’ın Türküsünde” küçük bir rolde oynar. Ardından tiyatro sahnesinin tozunu yutar. Kökünün olduğu topraklarda Pir Sultan Abdal’ı oynarken, izleyiciler arasında olan 11 yaşındaki oğlu Mazlum’la birlikte, tiyatro sahnesinden gözaltına alınır Nesimi Çimen. Babası aşağıda dayak yerken üst katta tutulan Mazlum İstanbul’a gönderilir. Yirmi gün bekler babasını Mazlum Çimen, yirmi günün sonunda İstanbul’a döner Nesimi bıyığının yarısı yolunmuş şekilde.

Kurduğu yaşam kimi zaman arandığı için zorunluluktan, kimi zaman da halkının derdini söylemek için curasının peşinden Avrupa’ya uzanır. Fransa’da Abidin ve Güzin Dino’nun misafiri olduğu bir gecenin sabahında Türkiye’ye dönmeden önce Abidin Dino’dan kendisini çorap almak için çarşıya götürmesini ister. Abidin Dino altta market olduğunu ve oradan çorap alabileceklerini söyler. Oysa Nesimi'nin istediği çorap bale çorabıdır. Abidin ve Güzin Dino şaşırır ve ilkokulu dışardan bitirmiş bu aşığa bale çorabını ne yapacağını sorar. Oğlunun balet olduğunu ve Türkiye’de bale çorabını bulamadıklarını söylediğinde Abidin ve Güzin Dino’nun aydınlığı topraktan öğrenmiş bu aşık karşısında eksik kalmış olsa gerek.

Alırlar bale çorabını Mazlum Çimen’e ve okulu bitirinceye kadar da eksik etmezler Mazlum’un çorabını. Ancak Mazlum bir tane olsun saklamaz o çorapların kargosu üzerinde yazan Abidin Dino ismini.

Mazlum Çimen balet olmasını üç telli curaya borçludur. Çünkü Can Yücel’in artist olma vaadiyle konservatuara yazdırmaya ikna ettiği, Ali Özgentürk’ün kayıt için vesikalık fotoğrafını çektirdiği Mazlum keman bölümüne birincilikle girer. Hatta alacak paraları olmadığı için kemanını da konservatuardan verirler.

Ancak üç telli cura, bağlama rakiptir kemana. Yan odada Nesimi Çimen’in curası, Mahsuni Şerif’in bağlaması ve sazlara eşlik eden sözler olduğu müddetçe keman ev ödevleri hep başka bahara kalmaktadır Mazlum’un. Bölüm değiştirmek ister Mazlum Çimen. Tek koşulu vardır. Ev ödevi olmaması. Ev ödevi olmayan tek bölüm de baledir. Böylece “Nasıl mutlu olacaksa öyle yaşayacağı” baleyi hiç düşünmeden kabul eder Mazlum Çimen.

Üç telli cura belki bir tarafı ile rakibidir Mazlum Çimen’in ama bir tarafı ile de babası ile bağıdır. Beraber çalıp beraber söylerler. Beraber çalma hikayelerinden biri de Nida Tüfekçi’nin TRT’nin bir radyo programındadır. Tüfekçi’nin 1974 yılında yöresel sanatçılar ile yaptığı bir radyo programı vardır. Bu programa Nesimi Çimen’i çağırır. Nesimi de oğlu Mazlum’u alır ve birlikte programa giderler.  Nesimi’den üç eser söylemesi istenir. Baba oğul ilk iki eseri çalar ve sıra son esere gelir. Nesimi “Gel ağlatma beni Şah-ı Merdan Aşkına” diye bir Duaz okumaya başlar. Nida Tüfekçi Alevi deyişi okumanın yasak olduğunu söyleyerek yayını keser.  Nesimi anladım der ve sinirlenerek “Nida sen bana geleceksin” diyerek Mazlum’la birlikte programdan ayrılır.

Aradan yıllar geçer. Nida Tüfekçi Nesimi Çimen’in kapısını çalar. Biraz hoşbeşten sonra Nesimi Nida Tüfekçi’ye “Yıllar sonra seni buraya ne getirdi diye sorar?” Nida Tüfekçi bir cura çıkarır, “Nesimi hele şu curaya bir bak ve senin curan gibi yap” der. Nesimi curayı alıp şöyle bir bakar ve Mazlumdan bıçak ister. Önce perdeleri tek tek kesmeye başlar, ardından telleri eksiltir, sonra akort sistemini değiştirir ve Nida Tüfekçi’ye verir.  Nida Tüfekçi curayı çalmaya başlar perde yoktur, tel eksilmiştir, akort sistemine uyum sağlayamaz ve Nesimi Çimen’e dönüp “ne ettin la bu curaya der” Nesimi; “Bana bak Nida o cura Sünni idi ben Alevi yaptım, senin çalman için Alevi olman lazım” der. Böylece yıllar öncenin hesaplaşması görülmüştür.

Mazlum Çimen’in 1983 yılında bir oğlu olur ve rivayete göre adını dedesi Nesimi Çimen ve Can Yücel rakı sofrasında koyarlar. Adı Saki Çimen olur. Saki Çimen dedesinin izinden gidip iyi bir müzisyen iyi bir piyanist olur. İyi bir müzisyen olur ama iyi bir dede torun olmanın tadını çıkaramazlar. Daha doğrusu buna izin verilmez. Çünkü Mazlum’un babası; Saki’nin dedesi; bizim canımız, ciğerimiz, ruhumuzun esintisi Nesimi Çimen 2 Temmuz 1993 günü Pir Sultan Abdal Şenlikleri için gittiği Sivas’ta Madımak Otelinde yakılarak öldürülür.

Bu topraklarda yüzyıllardır Nesimi olmak zordur. Ya kellenizi isterler ya derinize göz dikerler ya da ateşe atarlar.

İnadına her 2 Temmuz Nesimi olsun adımız.

Reklam
YAZARIN DİĞER YAZILARI