Arjantinli yerli kadınların uzun yürüyüşü: Irkçılığa, şiddete, toprak kırımına karşı
Mapuçe yerlisi Moira Millan 2013’te Arjantin boyunca kız kardeşlerini bulmak için iki yıllık bir yürüyüşe çıktı. Yolun sonunda İyi Yaşam için Yerli Kadın Hareketi kuruldu. Artık birlikte yürüyorlar.
Moira Millan | Fotoğraf: Moira Millan'ın kişisel arşivinden
Elif GÖRGÜ
İstanbul
Patagonya’dan bir Mapuçe yerlisi kadının, Moira Millan’ın Arjantin içinde 2013’te tek başına yürüyerek çıktığı ve uğradığı köylerde kız kardeşleriyle buluşa buluşa büyüttüğü “İyi Yaşam için Yerli Kadın Hareketi”nin yolculuğu sürüyor.
Arjantin’de yerli kadınlar ırkçılık ve cinsiyetçi şiddete maruz kalıyor. Topraklarına el konuyor, açlık çekiyorlar, çocukları satılıyor. Şirket tetikçilerince tecavüz ediliyor ve öldürülüyorlar... Her şeye rağmen birleşmek için çıktıkları yolu ise yürümeye devam ediyorlar.
Millan'ın girişimiyle kadınların bu yılki yolculuğu 1900 kilometre sürdü. 22 Mayıs’ta başkent Buenos Aires’de son adımlarını attılar, son olmayacak sözlerini söylediler. İki aydan uzun süren yol boyunca köy köy, kent kent üzerindeki yaşamla birlikte toprak katliamının bir insanlık suçu olarak kabul edilmesini istediler.
TOPRAĞIN İNSANLARI
Toprağın insanı demekmiş Mapuçe.
Güney Amerika’nın en güneyinde yaşayan yerli halk kendisine bu ismi seçmiş. Bugün topraklarının üzerinde iyi ayrı ülke var. Şili ve Arjantin. Bu iki ülke kurulurken katledildi Mapuçeler. Arjantin bu döneme “Çölün Fethi/Conquista del Desierto” diyor. Sanki o topraklarda insanlar hiç var olmamışlar gibi. Ve okullarda bir kahramanlık hikayesi olarak okutuluyor. Katliamlardan sağ kalanların yaşam ve toprak mücadelesi ise bitmiş değil. Bugünün katliamları ırkçılık, doğa tahribatı, ucuz emek sömürüsü, toprakların şirketlere satılması ve yeni cinayetler olarak devam ediyor.
“Nehirleri susturmak halkları susturmaktır”.
2013’te Dünya Nehirler Konferansına davet edilerek geldiği İstanbul’da böyle demiş Moira Millan (Radikal, 18/5/2013). Ardından Hasankeyf’e geçmiş ve Dicle’nin susturulmaması için omuz vermişti buradaki mücadeleye. Dediği gibi oldu sonra. Dicle’nin ağzı baraj kapaklarıyla kapatılınca tarihi, doğası ve insanıyla birlikte tüm Hasankeyf de sustu.
İLK YÜRÜYÜŞ İKİ YIL
Millan sadece bir Mapuçe değil. “Aynı zamanda bir Weychafe’yim” diyor, yani mücadele eden bir kadın: “Aktivistim, yerli halkların, özellikle de yerli kadınların hakları için mücadele ediyorum.”
Mücadelesinin tarihi eski, ancak Türkiye’den döndükten sonra başlattığı “İyi Yaşam İçin Yerli Kadın Yürüyüşü", yürüdüğü en uzun yollardan biri.
“O yıl bütün Arjantin’i dolaşmak için yola çıktım” diye anlatıyor Evrensel’e. Yolculuğu tam iki yıl sürüyor: “Otostop yaparak, yürüyerek, farklı köylerden kız kardeşlerimle buluşarak, meclisler toplayarak Buenos Aires’te ‘İyi Yaşam için Birinci Büyük Yerli Kadın Yürüyüşü’ yapma önerisini sundum. Bu ancak 2015 yılında gerçekleşti. Yani, 2015’te yerli kadınların ilk yürüyüşünü gerçekleştirebilmek için iki yıl boyunca ülkeyi dolaştım. Bu süreçte yerli kadınların katılımları giderek güçlendi, büyüdü. Gündemimiz temelde, bizim toprağımız olan bedenlerimizin korunması, sürekli tehdit edilen, kötü muamele gören, tacize uğrayan ve öldürülen yerli kadınların hayatlarının korunmasıydı. Ayrıca yerli halkların yaşamının ve topraklarının korunmasıydı.”
Bu yolculuklarda kurulan “İyi Yaşam için Yerli Kadın Hareketi/Movimiento de las Mujeres Indigenas por el Buen Vivir” artık Arjantin’deki büyük hareketlerden biri. “Belki de bu kadar çok sayıda yerli kadından oluşan tek örgüttür ve mücadelesini giderek ilerletiyor” diyor: “Kendisini aşıyor ve gerçekten de ciddi bir görünürlüğe sahip.”
1900 KİLOMETRE
Millan, geçtiğimiz ay bu yürüyüşün ikincisini tamamladı. Yanında yerli halklardan kız kardeşleri vardı. İki aydan uzun bir süre boyunca 1900 kilometre yürüdüler. Her durakta kadınlarla buluştular. Sonunda 22 Mayıs'ta başkent Buenos Aires’e varıp seslerini Arberto Hernandez hükümetine duyurmaya çalıştılar. Talepleri ise İspanyolca “tierra/toprak” ve “genecidio/soykırım” kelimelerinden türettikleri “terricidio”ya yani üzerindeki her şeyle birlikte toprağın kırımına son verilmesiydi.
Uluslararası Af Örgütü verilerine göre Arjantin’de, yerli halkların toprakları hakkında 200’den fazla ihtilaf dosyası var. İhtilaftan kasıt bu toprakların tarım sanayicilerine, madenci şirketlere, petrol şirketlerine verilmesi ya da turistik alana dönüştürülmesi.
Millan, bu kez toprağı ve doğayı koruma çağrısıyla çıktıkları yolu şöyle anlatıyor: “Farklı yerli halklardan üç yerli kadın olarak başladık. Sosyal ve politik gündeme bizi çok endişelendiren bir konu olan ‘terricidio’yu dahil etmek için yürüdük. Terricidio yaşamın tüm yöntem ve biçimlerde katledilmesi sistemidir. Sadece Arjantin halkının değil, dünyanın, hükümetlerden ‘terricidio’nun insanlığa ve doğaya karşı bir suç olarak kabul emelerini talep etmesini istemek için yürüdük. 1900 kilometrelik uzun yürüyüşte yerli kadınlar olarak birçok insanın katıldığı ve konuştuğu toplantılar düzenledik. Pandemi koşullarında olduğu için oldukça zordu, karantina vardı, bu yüzden çok fazla polis tacizine uğradık ama yine de her yere ulaşabildik. Kabul edildiğimiz, barınabildiğimiz, beslenebildiğimiz, toplantı yapabildiğimiz köylere gittik. Bizi kabul etmeyen köylere giremedik tabii ki. Ama çok güzel bir deneyimdi çünkü ‘terricidio’nun farklı kesimlerde nasıl etkili olduğuna dair birçok tanıklık biriktirebildik ve onlar da bizim mücadelemizi ve önerilerimizi öğrendiler.”
DEVLET, ŞİRKETLER VE YERLİ ERKEKLER
Millan Arjantin devletini “Irkçı bir devlet” olarak tanımlıyor. “Hükümet olan tüm başkanlarıyla birlikte inkarcı” diyor: “Varlığımızı inkar ediyorlar, bu nedenle yerli halkların yaşadığı sorunları çözmek gibi bir gündemleri yok. Açlık var, çok yaygın yetersiz beslenme var, topluluklarımızda açlıktan ölen çocuklar var, açlık çeken yerli kadınlar var... İklim değişikliğinin tüm tahribatını yerli kadınlar yaşıyor. Kuraklık sorunu var. Nehirler kirleniyor. Ağaçlar tarım için kesiliyor...”
Özel olarak kadınların yaşamlarını sorduğumuzda da şöyle anlatıyor: “Gündelik hayatta sofraya yemek getirmek zorunda olanlar yerli kadınlardır ve yaptıkları işlerle, sömürülen bedenleriyle, susuzluktan, (yakacak) odunsuzluktan, ayrıca cinsiyetçi şiddetten acı çekenler onlar. Bütün bunlar yetmezmiş gibi, ulusötesi kapitalist şirketler, topraklarındaki sömürücü mega projelere karşı mücadele eden yerli kadınlara tecavüz eden, işkence eden ve onları öldüren tetikçileri işe almaya başladılar.”
Sorun sadece “beyazlar” değil elbet. Yerliler arasında, Millan’ın sömürgecilerin mirası olarak gördüğü cinsiyetçilik de temel bir mesele:
“Yerli kadınlar olarak çok sayıda sorunumuzun arasında kendi erkeklerimizin maçoluğu da var; istismarcılar, şiddet uyguluyorlar. Çocuklarımızı para karşılığı tecavüz etsinler diye beyazlara satanlar var, insan tacirliği yapanlar var, uyuşturucu ticaretine karışan liderler var. Yerli erkeklerle, sömürgeciliğin bıraktığı ciddi sorunlar yaşıyoruz. Bu nedenle sadece ırkçı, kadın düşmanı bir topluma; patriyarkaya, devlete ve sisteme karşı değil, kendi erkeklerimize karşı da mücadele veriyoruz. Görevimiz iki kat zor. Kendi topluluklarımızın da saygı göstereceği bir alanı oluşturmayı başarmamız gerekiyor.”
Bugün Arjantin’de, Peronizmin devam olarak kabul edilen, sosyal demokrat bir hükümet var. Alberto Fernandez’in devlet başkanlığındaki hükümet açıkça sağcı ve geleneksel burjuvazinin temsilcisi Mauricio Macri yönetiminin ardından iktidara geldi. Millan’a göre yerli halklar konusundaki fark ise çok sınırlı: “Yerli halklar gündemi konusunda mevcut hükümet, selefine göre herhangi bir değişikliği temsil etmiyor, aynı mutlak inkar politikası sürüyor. Yerli halkların sorunları hakkında düşünmeme ve onları çözmeme politikası. Onu farklılaştıran tek işaret, önceki hükümette olduğu gibi belirgin bir baskı olmaması; baskı var ama önceki hükümette olduğu kadar belirgin değil.”
TÜRKİYELİ KADINLARI KARDEŞÇE KUCAKLIYORUM
Millan Türkiye’yi ziyaret ettiği 2013 yılında akarsular üzerinde kurulan ya da planlanan yüzlerce HES’e karşı mücadeleler gündemdeydi. Bu yüzden “ Nehirlerin durumu beni etkilemişti” diyor. Türkiye halklarına mesajını sorduğumuzda “Doğayla uyum ve saygı ilişkilerini yeniden kazanma” için örgütlenme ve mücadeleyi büyütme çağrısı yapıyor. Özellikle kadınlara seslenmek istediğini söylüyor sonra: “Her şeyden önce kadınsız devrimin mümkün olmadığını söylemek istiyorum. Türk halkına, Kürt halkına ve bölgedeki tüm halklara diyeceğim şu ki, dünyayı değiştirecek güce, zekaya ve bilgeliğe sahip kadınlarla saygı ve eşitliği yeniden kazansınlar. Türkiye’nin tüm kadınlarına, tüm Kürt kadınlarına, tüm Ermeni kadınlarına, o bölgenin hayran olduğum, saygı duyduğum ve sevdiğim tüm kadınlarına dayanışma, sevgi dolu, kardeşçe kucaklamalarımı sunuyorum.”