Prof. Dr. Mete Kaan Kaynar: Erdoğan, emperyalizme uyumlu olduğunu gösterme derdinde
Cumhurbaşkanı Erdoğan ve AKP’nin sıklıkla antiemperyalizm söylemini kullanmasını Hacettepe Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Mete Kaan Kaynar ile konuştuk.
Fotoğraf: DHA
Şerif KARATAŞ
İstanbul
Antiemperyalist söylemi Cumhurbaşkanı Erdoğan ve AKP’nin özellikle dış politikada kullanmasını değerlendiren Siyaset Bilimci Prof. Dr. Mete Kaan Kaynar, “ABD’ye kafa tutuyormuş gibi yapsa da gerek Rahip Brunson, gerekse de S-400 vakaları sonrasında Erdoğan’a Türkiye’nin dünya-ekonomi sistemi içerisindeki yeri 'hatırlatılmıştır'. Erdoğan şimdilerde izlediği politikalarla, Afganistan görevine talip olmak gibi, ABD ve küresel yapının tamamıyla uyumlu bir aktörü olduğunu gösterme derdinde” ifadesiyle değerlendirdi.
AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın ve AKP’nin antiemperyalizm söylemini sıklıkla kullanmasını Hacettepe Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Mete Kaan Kaynar ile konuştuk.
"ANTİEMPERYALİZM ‘ULUSAL’ DEĞİL, ‘SINIFSAL’ BİR SORUNDUR"
Gerçekleşen NATO zirvesinden sonra Erdoğan hükümeti Afganistan’a asker gönderme kararı aldı. Antiemperyalist söylemi çok kullanan Erdoğan ve AKP’nin Afganistan’a asker göndermesini nasıl yorumlarsınız? Erdoğan ve AKP’nin sık sık kullandığı antiemperyalist söylemi dış politika açısından değerlendirdiğinizde neler ifade edersiniz?
ABD’nin Afganistan’dan çekilme kararı, Biden-Erdoğan görüşmesi ve ABD ile bozulan ilişkileri düzeltmek için nerdeyse her türlü tavizi vermeye dünden razı Erdoğan’ın ABD’nin teklif ettiği Afganistan görevini kabul etmesi, son haftaların gelişmeleri. Peş peşe gelen bu kararlar iç politikada “emperyalizm-antiemperyalizm” ve “ulusal çıkar” kavramlarının etrafında kümelenen politik tartışmaları da tetikledi. Ben bu tartışmalarda kavramların doğru kullanılmadıklarını, içlerinin bilinçli olarak boşaltıldıklarını düşünüyorum; bu da ister istemez, resmin genelini, umumi manzarayı görmemizi engelliyor.
Emperyalizm-antiemperyalizm ve ulusal çıkar gibi, tanımlayabilmek için bile saatler sürecek tartışmalar yapmayı, ciltler dolusu kitaplar karıştırmayı göze almamız gereken kavramların üstünkörü kullanılmalarının yarattığı sorunlar ile ilgili çok kısa konuşabilmek zor ve tehlikeli; bir hatayı düzeltelim derken direksiyonu ters istikametteki bariyerlere kırmak riski de var. Bu nedenle, çok kısaca, sadece birkaç noktanın altını çizmekle yetineyim; detaya inmemeye gayret edeyim. Toparlayacak olursam, bir kere antiemperyalizm bir “yabancı düşmanlığı” (zenofobi) değildir. “Gâvur” söylemi ya da “ABD düşmanlığı” antiemperyalizm olarak süslenemez. Antiemperyalizm bir “uluslararası ilişkiler” kavramı olmaktan fazla bir “iktisat” ve “sosyoloji” kavramıdır. Çünkü antiemperyalizm en basit haliyle “kapitalizm” ile mücadeleyle ilgilidir ve “ulusal” değil, “sınıfsal” bir sorundur. O zaman, “ABD emperyalizmi ne demektir?” diye soralım: Bu, çok ama çok kabaca, ABD-TC’deki hakim sınıfların elbirliği ile yine ABD-TC’deki diğer sınıfları sömürdüğü karmaşık ilişkiler ağıdır. Dikkat ederseniz tanımı böyle koyunca, böylesi bir antiemperyalist harekette, omuz omuza mücadele etmem gereken ABD’liler olabileceğini de, onlara karşı mücadele etmem gereken Türk ve Müslümanların olabileceğini de en baştan kabul etmiş olurum. Bu arada, aslında, (anti)emperyalizmi sadece iki ülke arasındaki ilişkilere indirgemenin yanlış olacağını da söylemek lazım; daha karmaşık ve girift bir ilişki ağından bahsediyoruz.
"ERDOĞAN UYUMLU BİR AKTÖR OLMAK İSTİYOR"
Bu girift ilişki ağını kısaca açar mısınız?
Kapitalizm 15. yüzyıl sonlarından itibaren bir “dünya-ekonomi sistemi” olarak örgütlenir. Bu yapı içerisinde merkez(ler), yarı-merkez(ler) ve çevre(ler) vardır. Bu yapı durağan değil dinamiktir, hem yatay (kesimler/çevreler içi) hem de dikey (kesimler/çevreler arası) iş birliği ve rekabet mevcuttur. Tarihler 19. yüzyıl ortalarını geçerken, finans kapitalin belirleyiciliğinin artmasıyla birlikte, Rosa Lüksemburg ve Lenin’in de çok mahirane özetledikleri gibi, kapitalizm yepyeni bir evreye girer. Ama bu yepyeni evre (emperyal evre) kapitalizmin genel doğasını ebetteki dönüştürmez. Emperyalizm bu yapı içerinde merkez (merkez içinde de hegemon güç -ki o da ilkin Hollanda, sonraları Britanya günümüzde de ABD’dir) çevre ve yarı çevre arasındaki ilişkinin özünü oluşturur. Özetlediğimiz bu kavramsal dizge içerisinde, teoriyi pratiğe/günümüze teşmil edersek şöyle bir manzara ortaya çıkar: ABD’ye kafa tutuyormuş gibi yapsa da gerek Rahip Brunson, gerekse de S-400 vakaları sonrasında Erdoğan’a (ve ne yazık ki hepimize) Türkiye’nin dünya-ekonomi sistemi içerisindeki yeri “Hatırlatılmıştır”. Bunu en geç idrak edenlerden biri Erdoğan’dı ve Erdoğan şimdilerde izlediği politikalarla (Afganistan görevine talip olmak gibi) ABD ve küresel yapının tamamıyla uyumlu bir aktör olduğunu gösterme derdinde.
Daha önce söylediğim gibi, dünya-ekonomi sistemi dinamik bir sistem ve yatay-dikey iş birlikleri ve rekabetler ona devinim sağlıyor.
Erdoğan’ın ve AKP’nin antiemperyalist söylemine karşı muhalefet nasıl hareket edebilir?
Pratik siyasetin hangi yol ve yöntemlerle AKP söylemleriyle mücadele edeceğini benim söylemem tuhaf olabilir. Malum uçak mühendisliği ile pilotluk, veterinerlik ve jokeylik ayrı beceri ve bilgiler gerektiriyor. Ama yine de hiç değilse bir “hoca gevezeliği” ile muhalefet partilerine, bunların sadece AKP’nin değil rejimin söylemleri olduklarını vurgulayacak, antiemperyalist söylemin emperyalizmle mücadele ile, ulusal çıkarın ise ulusun gerçek çıkarları ile çoğu zaman alakasız olduklarını gösterecek politikalar izlemelerini salık verebilirim.
"ANTİEMPERYALİZM ÖZÜNDE ANTİKAPİTALİST BİR MÜCADELEDİR"
Muhalefetin özellikle Millet İttifakını oluşturan partilerin Erdoğan’ın ve AKP’nin dış politikasına “ulusal çıkarları” söylemiyle yedeklendiğine dair eleştiriler söz konusu. Siz hem bu eleştiriler hem de muhalefetin hükümetin dış politikasına dair tutumunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
“Ulusal çıkar” çoğunca, Batı ile iş birliğinin meşrulaştırıcısı olarak işlev görür ve tıpkı antiemperyalizm gibi bilinçli olarak çarpıtılarak kullanılagelir. Şöyle ki, (sadece AKP iktidarı değil müesses nizam) antiemperyalizmi “gavur”, “gayrimüslüm”, “Batı(lı)” ve “dış mihrak” imaları etrafında kullanır. Kendi izlemek istediği politikalar ile dünya-ekonomi sisteminin dayattığı politikalar çatışınca bir anda “antiemperyalist” bir “söyleme” bürünüverir. Aksine antiemperyalizmle zinhar alakaları yoktur, çünkü daha önce de söylediğim gibi antiemperyalizm özünde antikapitalist bir mücadeledir. Benzer şekilde “ulusal çıkarlar” laflarının edildiği konuşmaların bağlamlarına baktığımızda bu kez de dünya-ekonomik sistemi ile iş birliği yapmak istedikleri ama halka bunu açıklamakta zorlandıkları politikaları görürüz. Daha doğrusu bu politikaların acı reçetelerini bize içirecekleri zaman bir anda “stratejik ortaklık” ve “ulusal çıkar” gibi olumlu değer atfedilen kavramlara müracaat etmeyi tercih ederler. Aslına bakarsanız, müesses nizam antiemperyalizmden bahsederken emperyalizmle/kapitalizmle mücadeleyi kastetmediği gibi, ulusal çıkar dediğinde de çoğunlukla ulusun çıkarlarından bahsetmez.
Ancak, malum, Türkiye’de bir kez bir şeyi “ulusal çıkara” “milli menfaate” bağlamayı başarabildiyseniz, bu, stratejik eşiği atladığınız anlamına gelir. Türkiye pratiğinde siyasal tartışma “o konunun” “ulusal çıkara” yönelik olup olmadığı aşamasındadır. Bir konu o eşiği atladığı anda geriye politik değil teknik tartışma kalır. 1950’lerdeki Kore’ye asker gönderme tartışmasına bir bakın. TBMM’deki muhalefet siyasi değil, teknik bir tartışma yürütmeyi tercih eder. Bu arada gerçekten siyasi olarak Kore’ye asker gönderilmesine karşı çıkan Barışeverler Cemiyeti üyeleri ise tutuklanırlar.