7 Temmuz 2021 04:48
/
Güncelleme: 11:05

Özlem ERTAN

Sevdiği erkekten ayrılan bir kadının o gün neler yaşadığını tasavvur edebilir misiniz? Eğer kadınsanız elbette edersiniz. O bir gün uzun hem de çok uzun bir yolculuktur. Geriye dönüşlerde, sorgulamalarla, acabalarla, asla sonuca ulaşmayan kendini toparlama çabalarıyla dolu, geçmek bilmeyen saatler toplamı… Zamanın izafi olduğu söylenir, doğrudur. Eğer kendinizi karanlık bir odada kapana kısılmış gibi hissediyor ve güneşe çıktığınızda bile ışığı göremiyorsanız zamanın durduğunu zannedersiniz. Yazar Aslı Perker’in son romanı ‘Ayrılığın İlk Günü’nün kahramanı kadın da böyle hissediyor. Onun 1 günü insana bir ömür gibi geliyor. Ayrılığın ilk gününü yaşayan kadın, geçmişin, şimdinin ve geleceğin arasında mekik dokuyor.

Okurları kadınlık hali ve çoğu kadının, ne kadar eğitimli olursa olsun, kendine bir erkeğin varlığı üzerinden değer biçme eğilimi hakkında da sorgulamaya yönelten ‘Ayrılığın Son Günü’, güzel bir roman. Sadece samimi, akıcı dili ve içerdiği psikolojik, sosyal çözümlemeleriyle değil, anlatım biçimiyle de farklılığını ortaya koyuyor. Perker, romanını ikinci tekil şahıstan anlatıyor. Karakterin iç sesini karakterle konuşturuyor. Perker’e yeni romanı ve kadınlık hali üzerine sorular yönelttik.  

‘Ayrılığın İlk Günü’nü ikinci tekil şahıstan anlatıyorsunuz. Karakterin iç sesini karakterle konuşturarak… Bu anlatım biçimini tercih etmenizin nedenleri neydi?

Ayrılık gelmiş geçmiş en klişe konulardan biridir herhalde. Hele ki bir kadının ağzından anlatıldığı zaman sevimsizlik boyutuna varacak kadar sıradanlaşabilir. Bu yüzden dilde bir reforma gitmem gerekiyordu. Bunu da çok fazla kullanılmayan iç sesi kullanarak yaptım. Gerçi bu ilk oturuşta aklıma gelmemişti. Birkaç kez yazıp yazıp çöpe attığım metni bir tek ikinci tekil şahıs kullanarak yazabildiğimi fark ettim. 

Başkahramanınız hem şehirli ve iyi eğitimli hem de maddi imkanları var. Tüm bunlara rağmen ona değer vermeyen bir adam için acı çekiyor. Neden en eğitimli kadın bile kendine bir erkeğin varlığı üzerinden değer biçiyor?

Ego ekonomik, kültürel ya da sosyal bir sınıf dinlemeden herkeste var. Doğduğumuz andan itibaren… Yönetilmesi de öyle çok kolay değil. Bugünlerde çokça konuşulan nefis meselesi yani. Kimse kolay kolay “Tamam beni terk etti, başkasıyla sevgili oldu, ama bu benim umurumda değil,” diyemez. Akla gelen ilk soru -ki tekrar ediyorum, bu kim olursa olsun- benim neyim eksik olur. Bir de şu tepki var: “Ben ona fazlaydım.” Ki bunun hiçbir gerçekliği olmadığını, kendini telkin yöntemi olduğunu biliyoruz.

Kitabın bir yerinde gördüğüm “Değersizlik duygusu olan insanlar hayır diyemezler,” cümlesi çok dikkat çekici. Kadınlarda çoğunlukla değersizlik duygusu olduğunu söyleyebilir miyiz? Bunun sosyal ve psikolojik sebepleri nedir sizce?

O cümle çok dikkat çekici, çünkü psikoloji yüksek lisansı yaparken hocalarımdan biri söylemişti. Tabii bu kadarla kalmayıp biz bunun nedenlerini, niçinlerini hangi psikoterapi yaklaşımlarının kullanılabileceğini konuşmuştuk. İşe biraz daha derinden bakarsak kadının hâlâ özgürlük mücadelesi verdiği, hâlâ ikinci sınıf vatandaşlıktan kurtulmaya çalıştığı bir coğrafyadayız. Hoş bana göre dünyanın pek çok yerinde hâlâ öyle de… Dolayısıyla ikinci sınıf, yani daha az değerli bir vatandaşın her konuda olduğu gibi duygusal konularda da daha büyük bir değersizlik duygusu yaşayacağı, daha çok yıpranacağı kesin. Bu sırt kasları güçlenmeden bel ağrısından kurtulamamak gibi bir durum. Ne zaman ki bütün kaslarımız güçlenir o zaman duygusal yıpranmalarımız da azalır.

Kadın-erkek ilişkileri konusunda kafa yormuş bir edebiyatçı olarak, çoğu erkekte var olan bağlanma korkusunun temelinde neler yattığını düşünüyorsunuz?

Öyle tek bir sebeple açıklanabilecek bir durum değil elbette. Her bir bireyde farklı farklı etkenler vardır. Bu zaten daha çok bir şehir hastalığı gibi yine. Evlenmeyeyim, daldan dala konayım, her çiçekten bal alayım… Tarihin hiçbir döneminde erkekler tek eşlilikleriyle tanınmadılar zaten, ama galiba şimdiki kadar ellerindeki telefonlardan bir kataloğa ulaşabildikleri de olmamıştı. En amiyane tabiriyle, işleri kolaylaştı, şımardılar. 

Romanınızın kurgusunda sosyal medya da önemli bir yer kapsıyor. İnsanlar sosyal medya üzerinden birbirlerinin hayatları hakkında bilgi topluyor. Sizce sosyal medya ikili ilişkileri ve insan psikolojisini nasıl etkiliyor?

Sanırım bunun sonuçlarına bir 20 yıl sonra falan vakıf olmaya başlayacağız. Şimdi yapılması gereken sanırım psikologların çeşitli anketlerle bilgi toplamaya ve bu konu üzerinde kafa yormaya başlaması. Her şey bir hipotezle başlıyor ya. O hipotez belki şu olabilir, “Sosyal medya aşkı yüzeyselleştiriyor.”

Evrensel'i Takip Et