İstanbul sözleşmesi bizimdir
Biriken öfkenin Ankara’nın ayazından kavurucu sıcağına dinmeden kitleselleşmesi Ankaralı genç kadınların verdiği mücadelede önemli bir deneyim olarak karşımıza çıkıyor.
Fotoğraf: Sevda Karaca/Ekmek ve Gül
Dilan ORTAKCI
Ankara
10 yıldır Türkiye’nin taraf olduğu İstanbul Sözleşmesi, iktidar ve ittifak odaklarının tek adam-tek parti rejiminin kurumsallaşmasında sürdürdüğü siyasal hegemonya hamleleriyle sürekli gündem edilen bir uluslararası sözleşme biçimini almıştı. Yaklaşık 2 yıldır sistematik olarak İstanbul Sözleşmesi’ne saldıran iktidar kanadı, pandemiyi “lütuf sayarak” gecenin bir vaktinde Cumhurbaşkanının kararı ile sözleşmenin tek taraflı feshini Resmi Gazete’de duyurdu. Hukuksuzca alınan bu karar ile başlayan sözleşmeden ayrılma süreci, 1 Temmuz günü itibariyle resmileşmiş oldu. Toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin dayattığı şiddete karşı taraf devletlere ayrıntılı sorumluluklar yükleyen, kadınların ve LGBTİ+’ların haklarını savunan İstanbul Sözleşmesi’ne yönelen tüm saldırılara karşı genç kadınların ve LGBTİ+’ların “Biz bitti demeden bitmez” sözü memleketin pek çok yerinde yankılandı. Biz de bu yazıda protesto seslerinin yankılandığı başkentteki genç kadınların İstanbul Sözleşmesi’ne ilişkin eğilimlerini ve sürece ilişkin değerlendirmelerini paylaşmaya çalışacağız.
HER KOŞULDA YAN YANA GELMEK
İstanbul Sözleşmesi’nin feshinin ardından genel çağrı ile Ankara’nın merkezinde üç kez kitlesel bir biçimde buluşan genç kadınlar; haklarından ve hayatlarından vazgeçmediğini, resmileşen yürütme kararlarını tanımadığını ifade ederek sönümlenmeyen bir öfkeyle yan yana geldi. İlki fesih kararının ertesi gününe olan buluşmada yağmura rağmen alanı dolduran bir kalabalık ve aynı coşkuyla atılan sloganlar karşılıyordu gelenleri. Yine özellikle genç kadınların yoğun olduğu bu ilk eylem öfkenin düzeyini çok net ortaya koyuyordu. Uzun süredir kadınların tüm itirazlarına rağmen yükselen seslerin hiçe sayılmasına karşın kadınlar “daha sözümüz bitmedi" cevabını veriyordu. Nitekim ülkenin dört bir yanında yapılan bu eylemlerden sonra hükümet geri adım atmadı. Uzun süredir hak ve özgürlüklere yapılan müdahaleler sonrası anlık gelişen toplanmaların yerini “E sokağa çıktık da ne oldu?” gibi hareketin sönümleneceğini düşünen fikirlerin alması beklenirken süreç böyle ilerlemedi. Ankara Kadın Platformu’nun çağrısıyla kadınlar ikinci kez bir araya geldiğinde kitle eskisi gibi kalabalık değildi. Bu tablo öfkenin azaldığına dair bir işaret miydi peki? Elbette hayır. Bu süreçte kadınların yerellerinden seslerini yükselttiğine tanıklık ettik. ODTÜ'lü kadınlar okullarında eylemler düzenlerken Hacettepe'den başlayarak diğer birçok üniversite ve liselerde İstanbul Sözleşmesi’ni anlatan, kadınları mücadeleye çağıran etkinlik ve buluşmaları gördük.
SÖNÜMLENMİYOR, BİRİKİYOR
Kadınların öfkesi sönümlemedi, aksine yeni yol ve yöntemlerle kılcallaştı. Kaldı ki üçüncü ve son eylem bir o kadar kalabalık, öfkeli ve coşkuluydu. Genç kadınlar arasında öfkenin artarak devam etmesi elbette sadece bunlarla sınırlı değil. Her gün katledilen kadınların isimlerinin upuzun listelere dönüşmesi, istismarı aklayanların hak mücadelesi veren kadınlara cezalar yağdırması, şiddeti önlemek bir yana dursun şiddeti besleyen politikaların sürekli genç kadınların karşısına çıkarılması gençler arasındaki öfkeyi besleyen yalnızca bir yön. Son dönemde pandemiyle birlikte genç kadınların gündelik yaşamının pek çok alanında baskının binbir türlü haliyle yüz yüze kalması ise öfkeyi biriktiren bir başka yön. Bu biriken öfkenin Ankara’nın ayazından kavurucu sıcağına dinmeden büyümesi, kitleselleşmesi ise Ankaralı genç kadınların verdiği mücadelede önemli bir deneyim olarak karşımıza çıkıyor; refleksif olarak ortaya çıkan eylemler anlık ve kısa süreli değil, biriken ve kılcallaşan bir halde ilerliyor.
Eylemin kalabalıklığı ve coşkusunun yanı sıra öne çıkan bir başka yön kuşkusuz dövizler. Sadece İstanbul Sözleşmesi’ne değil, bulunduğu her alandaki taleplerininin arkasında ısrarla duruyor kadınlar. Özellikle üniversite kortejlerinde güvenli kampüs ve güvenli gelecek talebi kaybettiği ve kazanacağı hakların ısrarını hatırlatıyor.
HEP BİRLİKTE GÜR BİR ŞEKİLDE TALEPLERİMİZİ HAYKIRIYORUZ
Belki bir eğilim olarak yeterli verimiz olmasa da eyleme ilk kez katılanların sayısı azımsanmayacak bir başka gösterge diyebiliriz. İlk kez katılmalarına rağmen sloganlara gür bir sesle eşlik ediyorlar. Belki o alanda ilk kez tanıştığı kadınlarla dostluk kuruyor, sarılıyor, sloganları beraber atıyorlar. “Buraya gelince yalnız olmadığımı gördüm, o kadar güçlendiren bir atmosferi var ki buranın çağrım olsun, korkan, eyleme katılamayan her kadın artık katılsın” diyor üniversitesindeki kadın topluluğuyla ilk kez eyleme katılan bir arkadaşımız. Hayatında hiç protestoya katılmamış sınıf arkadaşını alana gelmeye ikna ederken, lisesindeki arkadaşlarıyla döviz hazırlarken, mahallesindeki parkta basın açıklamasını organize ederken yereldeki dayanışmayı büyüten genç kadınlar eylemde öfkeli ve gür bir şekilde sloganları haykırıyor. Eylemin ilerleyen dakikalarında aynı coşkuyla bu sefer neşeyle halaylar çekiliyor dans ediliyor. Yani sadece taleplerini değil neşesini de savunuyor kadınlar. Eğleneceği her alana müdahale edilirken, müziğinden giyimine kadar karışılan kadınlar alanda coşkuyu büyütüyor, isteseniz de umutsuzluğa kapılmayacağız cevabını veriyor.