07 Temmuz 2021 01:00

Kimler kusura bakmasın?

AKP, artık doğrudan yalnızca muhafazakar tabanı temsil ettiğini dile getirmekten çekinmeyerek, birbirine düşman ilan ettiği muhafazakâr ve terör mensupları olarak iki kesim betimliyor.

Fotoğraf: Pixabay

Paylaş

Zehra ÖZÖCAL

İstanbul

Geçtiğimiz günlerde Erdoğan’ın pandemi yasaklarının kalkmasına ilişkin açıklama yaparken, 12’den sonra devam edecek olan müzik kısıtlamasına ilişkin cümlesine kimse kusura bakmasın, gece kimsenin kimseyi rahatsız etmeye hakkı yok ifadeleri yankı buldu. Tek adam iktidarına tek adamlık sıfatını iyi bir biçkiden geçmiş gibi üzerine oturtan bir dizi önermemiz var ancak burada doğrudan sanat alanlarına yapılan müdahalelerin sınırlarına, sınırlılıklarına ve hedefine ilişin bir tartışma yürütmeye, bu söylemin kime yöneltildiğini anlamaya çalışacağız.

GÜNDELİK HAYAT VE SANAT

Sanatın, insan yaşamının günlük bir parçası olarak konumlanabilmesinin maddi temellerini üretim ilişkilerinin bir parçası olarak ele almaktan kaçınamamakla birlikte ona görece bir özgüllük de tanımak gerekmekte. Zira değişimin koşulları, insanın kendini ifade etme, maddi gerçekliği tanımlama ve ona müdahale etme ihtiyacındaki tarihsel gelişimin biçim ve içerik açısından yansımaları sanat alanındaki bu özgüllükte kendisine yer bulur. Diğer yandan bu yansımaların, toplumsal çelişkilerin ve bu çelişkilerin ortaya koyduğu sorunlara direnme pratiklerinin toplumsal formlarını etkileyebilmeye, ifade ve temsil alanını değişimin maddi gücüyle ilişkilendirebilmeye sahip olan sanat, böylelikle gerçeklikle kurulan ilişkiyi de aynı oranda değiştirme gücüne sahip olur. Sanatın özgül pozisyonu burada, kapitalist üretim biçiminde, müzecilik ve müzayedecilik, bienalcilik gibi sanat işinin meta olarak değişim değerine sahip bir piyasa ürünü halindeki konumu tartışmasının dışında, üretilen ürünle emek arasındaki gerilimli ilişkiden görece kendisini ayırabilen, tasarı ve becerinin maddeye sunduğu katkıyı ve ondan aldığı dönütü faaliyetin kendisine ilişkin kılabilen bir konumdadır. Dolayısıyla sanat üretiminin toplumsal bir üretim faaliyeti olarak ele alınmasında, işin sahibi tarafından içerik ve biçimin toplumsal meseleleri içermesinin de önemli bir tartışma olmasının yanı sıra, diğer tüm ürünlerle kurduğu ilişkilerle aynı konum ve zamanda deneyimlenebilecek ancak verili estetik ve toplumsal ilişkiler bütünün değişimini kendi yaratım sürecinin parçası olarak konumlandırabilecek olması asıl vurgudur.

Üretimin örgütlenişi, gündelik yaşamın tamamını planlar ve denetler. Öyle ki boş zaman olarak tariflenen çalışma sürelerinin dışındaki periyotlarda da dahil olmak üzere insan, emeğine üretim için gerekli olan zamanın kendisinin içinde ve arta kalanında yabancılaşır. Bu ise bütün bir yaşamında, satarak hayatta kalabileceği tek şey olan emek gücünün, becerisinin, tasarısının ve kol gücünün satın alınmasını içerir. Tüm bunların sanat faaliyetiyle ilişkisi nedir? Sanat üretimi, her şeyden önce toplumsal üretimin bir parçasıdır. Bireysel bir üretkenliğe indirgenerek içeriğinin ve kazandığı biçimlerin kopuk olduğu fikriyle hareket edilemez. Nitekim insanın maddi gerçeklikle kurduğu bir ilişki biçimi olarak sanat, öyleyse aslında toplumsal varlığın insan bilincindeki yansıması, toplumsal bilincin bir biçimidir. Bundandır ki maddi gerçeklik, sanatın içeriğini olduğu kadar biçimini de şekillendiren bir temeldir. Özgül bir toplumsal faaliyet olarak sanat üretimi, işçi sınıfının maddi bir güç olarak toplumsal yaşamdaki rolünü gerçekliğin estetik olarak dönüşümü ve ifadesi olması bakımından içerir.

“KÜLTÜREL İKTİDAR OLMA”NIN ALTINDA YATAN

Erdoğan yasaklar, yolsuzluk ve yoksullukla mücadele etmek üzere iktidara geldiği iddiasındayken, kendilerinin ana seçmen kitlesi olarak tarif edilen muhafazakâr mütedeyyin kesimlerin yaşamlarına, kültürel değerlerine ilişkin özgürleştirici tutum ve pratik alanların önünü açacağının da sözünü veriyordu. Bu durum ise birçok analizin odağını seçmen kitlelerinin neredeyse karakter analizlerine, toplumsal konumlarına ilişkin tanımlamalara uygun karşılıklarını kültürel değerlere ve parlamenter siyasi partilere denk düşecek seçmen eğilimlerine indirgiyor. Ancak bunun yanı sıra, tek adam iktidarının siyasi iktidar olduk ancak kültürel iktidar olamadık çıkışlarının ideolojik olarak “yerli ve milli asım nesli” olmayı kuşanmış bir gençliğin yaratılamamasından duyulan bir hayıflanmayı içerdiği bir gerçek. Kültürel alanda iktidar olmanın yol ve yöntemlerini hali hazırda Batılı bir yaşamın estetik ve yaşam biçimlerinin tasfiye edilmesi, kısa bir Cumhuriyet arasını atlayarak Türklük ve Osmanlılık değerlerinin tekrardan canlandıracak sanat ürünleri, etkinlikler, söyleşiler, bakanlık bütçelerine dayandırdılar. Muhafazakâr demokratlık söylemlerinin kılıç kuşanan yeniçerilere, şehrin kültürel değerlerini yansıttığı düşünülen karpuz, ceviz gibi heykellere kurduğu ilişkinin estetik karşılıkları elbette üretilen ürünlerin sosyo politik yapılarla kuruduğu bu ilişkiden hareketle okunabilir. Kültürel iktidar olamasa da siyasi iktidarı ele almış görünen AKP, artık doğrudan yalnızca bu tabanı temsil ettiğini dile getirmekten çekinmeyerek, yaşam biçimi tariflerinden birbirine düşman ilan ettiği muhafazakâr ve terör mensupları olarak iki kesim betimliyor. Ve bu tarifi yaparken, belirli sınırların dışında kültürel bütün ihtiyaç ve alışkanlıkları terör mensuplarının yaşam biçimine yakıştırırken muhafazakâr tabanın böylesi ihtiyaçlardan neredeyse münezzeh kılıyor. En iyi ihtimal olarak ise bahsedilen boş zamanlarını, özlemini çektiği ideolojik ve kültürel sağlamlaşmanın imkânı yaratacak nitelik ve içeriği karşılayabilmekten uzak etkinlik ve ürünlerle dolduruyor.

Öncelikle AKP çevresinin ideolojik ve kültürel sağlamlaşmayı sağlayamadığına ilişkin yakınmalarının, doğrudan AKP’nin yukarıda bahsettiğimiz taban ayrımlarından ziyade, işçi ve emekçilere ve en geniş gençlik kesimlerde karşılığını bulan ifadesi tartışmanın asıl belirleyici yönüdür. Zira AKP kadrolarının kültürel iktidar olabilmesi demek ya da bu ihtiyacın görece nitelikli işler dolayımıyla sağlanması işçi ve emekçilerin yaşamlarında ihtiyaç duyduğu sanatsal faaliyetlere dahilini, ulaşımını ve etkileşimini sağlamanın koşulu değildir. “Kimse kusura bakmasın” ifadesindeki kimse zamirinin gönderimi kimedir? Gece 12’den sonra müzik dinleyebilmenin ve sokakta olmanın kimin ihtiyacı olduğu Erdoğan tarafından belirlenmiştir. Ancak lise ve üniversite öğrenimlerinde dini ilimler çatısı altında bir ilginin oluşması için sürekli bir devlet desteği verildiği koşullarda bile gençliğin ilgisini kazanılamamıştır örneğin. Kütüphaneye yerine medrese, millet kıraathaneleri, akrilik yerine ebru, jimnastik yerine okçuluk ya da eskrim, muhtelif alanlar yerine camiler ve külliyeler…. Bu karşıtlıklar, milletin ihtiyaç duyduğu ancak kendi ilgi alanları ve ihtiyaçları doğrultusunda alan bulunamadığı gibi gerekçelerle bir çeşit tercih hakkı yaratma çabasının girişildiği söyleminden hareketle karşımıza çıkıyor.

KİTLELERİN ÖFKESİ İKTİDAR HAMLELERİNİN KARŞISINDA ÇOĞALIYOR

19 yıllık iktidarında kendinden olmayan yaşam tarzının alanlarının giderek daraltılması ve özellikle gençlik kesimlerinin bu atmosferdeki tercihlerde iktidarın açtığı yolda yürümediği görülmüştür. Belirli bir yaşam tarzının AKP iktidarı tarafından temsil ediliyor ve kurgulanıyor oluşunun tamamen karşısında bir pozisyon almayıp olumlu bulan muhafazakâr gençlik kesimlerinin varlığı inkar edilemez. Ancak pudra şekeri gündeminde hatırlanabileceği üzere, AKP Gençlik Kollarına üye olmanın ekonomik ve sosyal olarak sağladığı imkanların, iddia edilen “ideolojinin” ya da bir yaşam tarzının iktidarından daha öncelikli ve geçerli bir sebep olduğu gerçeği su yüzüne çıkıyor. AKP çevrelerinin çocuklarının devlet erkanlarıyla çekildiği fotoğrafların birer birer ticaret kapılarını açmak için kullanıldığı, çakarlı arabalardan, pandemi yasaklarına uymamaya kadar geniş bir imtiyaz alanı sağladığı gerçeği de. AKP Çocukları isimli hesap, her gün bu gençlerin karşısında giderek yoksullaşan, en temel hak ve taleplerinden mahrum kalan AKP’ye oy vermiş vermemiş gençlik kesimlerinin öfkesiyle dolup taşıyor. Soruyu yinelemenin tekrar vakti olabilir. Bu kimseler göndermesinin referansının içerisinde iş ve ev arasında mekik dokuyarak, tüm sanatsal ve entelektüel ihtiyaçlarından başta her ile bir üniversite projesi olmak üzere mahrum kalan, izin gününde nefes alabilmek için maddi kaygılarını bir kenara bırakma fırsatı bulamayan, bulduğu takdirde ise tiyatrolardan, festivallere, şehrine gelen sergilerden, ulusal ve uluslararası film gösterimlere entelektüel imkanlar ve atmosferle karşılaşamayan gençler dahil midir? Boş zamanlarının örgütlenişinin sermayenin devlet denetimine görece teslim ettiği koşullarda, iktidar tarafında olanlar ve olmayanlar arasındaki fark muhafazakar olanlar ve olmayanlar olarak ayrılmıyor öyleyse. Es kaza bir sosyal bilimler bölümünde, sanat tarihi ve arkeoloji bölümünde okuyan bir öğrenci için kaynak kitapları alabilme çabasında kusura bakanlar neredeyse ilgili bölümlerin toplam nüfusuna karşılık geliyor. Kültür ve Turizm Bakanlığının yeni dönemde arkeolojik kazı faaliyetine ayırdığı bütçede tek bir projeyi bile karşılayamayacak haneli rakamlar, bu ülkede yaşayan her bir gençte arzu edilen “tarih” merakının bir iddia bile olamayacağını gösteriyor. Büyük bütçeli tarih dizilerinin AKP’yi kültürel iktidara taşıma hamlesinin kitleleri etkileme gücü, safsataya ve kostümle kendini meşru kılmayı ancak bir ölçüde ve bir süre devam ettirebilir. 

Ücretli emeğin ortadan kalktığı bir üretim biçiminin kimin çıkarlarına olduğu sorusunun cevabı, doğrudan sanat üretimi süreçlerine dahil olarak, gündelik yaşamda boş zamanın örgütlenişinin öznel ilgi, yetenek, uğraşın etrafında bir organizasyona tabi tutmanın koşullarını yaratmanın yanında kusura bakanların karakterini belirler. Sanatın erişim ve ilgi bakımından küçük bir azınlıkla sınırlandırılmış ilişkisi üzerinden kusura bakanlar kümesinin belirlenmesi gerçekçi değildir. İktidarın söylediğinin aksine sanatın yaşamı idame ettirmek için mücadele eden en geniş toplumsal kesimlerin hem bu mücadelenin hem de buna bağlı olarak direnme pratiklerinin kendisinde açığa çıkan maddi güç ve gerçeklikle ilişkisi ancak belirli bir kümenin ifadesine karşılık gelebilir. Bu meselenin bir diğer parçası olarak, çok büyük bir “after party” yapacağız söylemleriyle, müziği kulaklıkla şimdilik dinleyelim içeriğinin, sanatla kurduğumuz ilişki görünür olarak yok edilmeye çalışılsa da bir yolunu bulma teması etrafında toplumsal hak ve taleplerini savunmaya girişen herkesi bireysel bir tutum almaya davet etmek muhalefetin temel yol haritası. Burada hayatın ve gerçekliğin sanat yoluyla ve dönüşümü ve sanatın gerçeklik dolayımıyla inşasının muhalefet ya da iktidardakilerin önermelerinden ziyade, herkesin günlük pratiği haline gelebilecek bir sanat rejimi nasıl mümkün sorusu ise bu yazının sonu olarak başka bir tartışmanın konusu.

ÖNCEKİ HABER

Kaza ya da talihsizlik değil iş cinayeti!

SONRAKİ HABER

Polis şiddeti son bulsun!

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa