Türkiye’nin çocuk istismarı gerçeği: Elmalı Davası
4. Yargı Paketi’nde düzenlenen bu hususun çocuğun üstün yararı ilkesi ile hiçbir şekilde bağdaşmadığı, çocukları savunmasız bırakacağı ve cezasızlığı arttıracağı açıkça ortada.
Fotoğraf: Gülnaz Bingöl/csgorselarsiv.org
Doğa SÜMER
İstanbul Üniversitesi
Geçtiğimiz günlerde 7 yaşında ve 10 yaşındaki kardeşlerin cinsel istismara uğramasına yönelik soruşturma Türkiye’nin gündemine oturdu. Elmalı Ağır Ceza Mahkemesi’nin anne ve üvey baba hakkında verdiği yurt dışına çıkış yasağı şartıyla adli kontrolle serbest bırakılması kararı sosyal medyada oldukça büyük yankı uyandırdı. Yurttaşlar yaptıkları çeşitli hashtag çalışmaları ile karara tepkilerini gösterdiler. Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı yaptığı açıklamada bakanlığın avukatları tarafından karara itiraz edildiğini açıkladı. Adalet Bakanı Gül ise “yargı sürecinin devam ettiğini ve sürecin hassasiyetine uygun her türlü tedbiri aldıklarını” belirtti.
ÇOCUKLARIN KORUNMASINA YÖNELİK ADIMLAR YETERSİZ
Elmalı’da yaşananlar bizleri çocuk istismarı gerçeği ile bir kez daha yüz yüze getirdi. Uygulamada karşı karşıya kalınan cezasızlık halini, yargılama sürelerinin uzunluğunu ve bu uzun sürelerde mağdur çocukların yaşadıkları ikincil mağduriyetleri, Çocuk İzleme Merkezleri (ÇİM) sayılarının yetersizliğini, meclise periyodik olarak getirilen ancak kadınların örgütlü mücadelesi ile geri adım attırılan çocuğun istismarcısı ile evlendirilmesi halinde failin affını öngören yasa tasarısını, İstanbul Sözleşmesi’nden çekilmeyi, çocukların cinsel suistimal ve cinsel istismara karşı korunmasına yönelik uluslararası bir sözleşme olan Lanzorete’yi tartışmaya açan köşe yazılarını göz önüne aldığımızda çocuk istismarı ile mücadelede oldukça uzun bir yol kat etmemiz gerektiğini görüyoruz.
ÇİM’LER İŞLEVSİZLEŞİYOR
Kolluğun sürece dahil olması anından başlayarak hükmün verilmesine kadar olan süreçte çocukların birçok kez çeşitli psikolojik travmalar, ikincil mağduriyetler yaşadığına şahit oluyoruz ki bu travmalar çoğu kez ömür boyu çocuğun hayatını etkileyecek cinsten. İşte bu mağduriyetleri önlemek için İstanbul Sözleşmesi ile getirilen ÇİM’ler büyük öneme sahipler. Ancak ülkemizde ÇİM’lerin durumu maalesef hiç iç açıcı değil. Zaten sayı olarak yetersiz olan bu kurumlarda yeterli sayıda personel de bulunmuyor. ÇİM’de görevlendirilen doktorlar ile uzmanlar, avukatlar, savcılar ve diğer ÇİM ile ilgisi olan kurumlarla uyumlu ve sağlam bir zemin üzerinde çalışma imkanı sağlanamıyor. ÇİM’ler ile iş birliği yapmak durumunda kalan emniyet, jandarma, hastane, yargı organları arasında bu süreç ile ilgili bilgisizlik nedeniyle iletişim zorlukları oluşuyor. Böyle durumlarda çocukların yaşadıkları ikincil mağduriyetler önlenemiyor, ÇİM’ler işlevsiz hale geliyor.
Elmalı Davası’nın ardından gündeme gelen meselelerden bir tanesi de 4. Yargı Paketi’nde düzenlenen katalog suçlarda “kuvvetli suç şüphesi” yerine “somut delil” şartı aranması oldu. Delil yorumu hakkında tümüyle sanık lehine katı ifade değişikliğine yer veren bu düzenleme çocukların günlüklerine yazdıkları yazıların, çizdikleri resimlerin veya anlattıklarının delil sayılamamasının önünü açar nitelikte. Çocukların istismara uğradığını, yaşadığı travmanın da etkisiyle, sıklıkla “uzun bir süre sonra” söyleyebildikleri Yargıtay tarafından da kabul edilmiş bir gerçek. Keza istismarın çoğunlukla dört duvar arasında, bazen de çocukların en yakınları tarafından gerçekleştiği göz önüne alındığında 4. Yargı Paketi’nde düzenlenen bu hususun çocuğun üstün yararı ilkesi ile hiçbir şekilde bağdaşmadığı, çocukları savunmasız bırakacağı ve cezasızlığı arttıracağı açıkça ortada. Ancak Elmalı Davası’nın ardından toplumda büyük yankı bulan bu düzenleme ile ilgili gelen tepkiler sonucunda revizyona gidilmesinin gündemde olduğu konuşulmakta. Tutuklamanın; delillerin korunması, şüpheli veya sanığın kaçmasını önleme vb. gibi nedenlerle geçici olarak başvurulan bir koruma tedbiri olduğunu biliyoruz. Ancak çocuk istismarı davalarında verilen tahliye kararlarının kamu vicdanını zedelediği bunun yanında şüphelilerin başka çocuklar ile teması halinin ise oldukça endişe verici olduğunu belirtmek gerekli.
GÜNLÜK KAZANIMLAR YETERLİ DEĞİL
Toplumsal infial oluşturan bu olayların ardından elde edilen günlük kazanımlar her ne kadar değerli ve önemli olsa da kesinlikle yeterli değil. Çocuk istismarı ve kadına şiddetle mücadele konusunda verilen tepkilerin sadece toplumsal yankı bulmuş davaların ardından yapılan hashtag çalışmaları, sosyal medya hesaplarından paylaşılan hikayeler ile sınırlı kalmaması gerekiyor. Son yıllarda toplumdaki en önemli hareketlerden bir tanesi olan kadın mücadelesinin gitgide büyümesi ve daha örgütlü hale gelmesi oldukça büyük önem taşıyor. Bununla beraber başta Türkiye’nin 1 Temmuz’da resmi olarak çekildiği, yine aynı gün kadınların bulundukları her ilde yan yana gelip vazgeçmediklerini haykırdıkları İstanbul Sözleşmesi’nin tekrar yürürlüğe girmesi, kadınları ve çocukları koruyan mevzuatların harfiyen uygulanması, şiddetin ve istismarın önlenmesi ile ilgili somut düzenlemelerin uygulamaya geçirilmesi için yan yana mücadele etmek hayati bir öneme sahip.