00 0000 00:00

DOSYA | Sadece cezayı konuşmak istismarı önler mi?

İstismara tepki gösterirken toplumun en öncelikli talebi ağır cezalar oluyor. Ancak Avukat Seda Akço tek başına cezaların ve cezayı konuşmanın istismarı önlemeyeceğini aktarıyor.

Paylaş

Hazırlayan: Cihan ÇELİK – Hilal TOK

Her infial yaratan çocuk istismarının ardından, toplumdan, medyadan, sosyal medyadan, politikacılardan “İdam, hadım, cezalar artırılsın” sözleri çıkıyor. Cezayı konuşmak elbette lazım ama sadece cezaya indirgenen bir tartışma, bir talep gerçekten istismarı, çocukları cinsel suçlardan korumaya yeter mi? Bunun cevabını “hayır” olarak veriyor Avukat Seda Akço ve cezaya odaklı bir bakış açısının olması, önleyiciliğin konuşulmaması, toplumun bu tip sorunlarla mücadeleyi gündeme getirmiyor olması, yargının rolünün sadece cezalandırmaya indirgenmesi, koruyucu ve önleyici müdahalenin yargının bir parçası olduğunun görünmemesi ve gösterilmemesini bu alandaki savunuculuğun eksikliği olarak değerlendiriyor.

DELİLLER NEDEN YETERSİZ? BAKANLIKLAR NE YAPIYOR?

Çocuk istismarı davaları ile ilgili en büyük kaygının, bu suçların faillerinin etkili biçimde cezalandırılmaması olduğunu, bunun mevzuattaki yetersizliklerden kaynaklandığı düşüncesine karşı çıkıyor Avukat Seda Akço, “Oysa yasadan değil uygulamadan kaynaklanıyor ve sorun sadece hakimin yürüttüğü kovuşturma faaliyetinde değil. Gerekçesiz kararlar nedeniyle hangi delillin neden yetersiz bulunduğunu öğrenmemiz mümkün olmuyor. Hakimler kararlarını gerekçeli yazsalar, sorunu daha net anlayabileceğiz. Üç önemli sorun alanı var. Hakimin takdir yetkisini kullanmasına ilişkin sorunların temelinde de bu üç sorun yatıyor. İlki soruşturma aşaması. Hakimin kararına esas teşkil edecek delilin toplandığı soruşturma aşamasında birçok sorun var. İkincisi, mağdurun korunmasına ilişkin asli ve idari süreçler. Üçüncüsü de önleme çalışmalarının eksikliği.”

Akço, yetersiz delil sorusunun bakanlıklara da yöneltilmesi gerektiğini söylüyor, “Eğer hakim deliller yetersiz diyor ise, delil toplama aşamasını yani savcı ve avukatın işlemini sorgulamamız lazım. Avukatların da savcıların da delil toplama işlemleri konusundaki kusurları nedeniyle yetersiz delil sorunuyla karşı karşıya kalabiliyoruz. Bizim uygulamamızda avukatın delil toplaması konusunda önünde de çok fazla engel var. Eğer delil yetersiz ise savcının ve onun emirlerini yerine getiren kolluğun faaliyetinde zafiyet var demektir. Delil yetersizliği denilen dosyalarda bu kurum ve kişilere soru sormak gerekiyor. ‘Neden yeterli delil toplanamıyor? Nerede sorun var?​’ Adalet Bakanlığı’na sorulan soru, ‘neden bu kişi tutuklanmadı?​’ olmamalı. Hukuka uygun bir düzen kurmak istiyorsak Bakanlığa, ‘Savcılığınız neden yeterli delil sunamıyor?​’ diye sormamız lazım. ‘Yeterli delil sunacak şekilde personelinizin uzmanlaşması için ne yapıyorsunuz?​’ diye İçişleri Bakanlığı’na sormak gerekir.”

"ÇOCUĞUN KORUNMASI İÇİN NE YAPILDIĞININ PEŞİNE DÜŞMÜYORUZ"

Toplumun, hukuku ve yargıyı sadece cezalandırıcı bir mekanizma olarak görmesinin de eleştirilmesi gerektiğini belirten Akço, “Yargı sadece faili cezalandırmak için, dolayısıyla suç işlendiği andan sonra devreye girmez. Bir başka alanı daha var yargının. Çocuğun korunması da yargısal faaliyeti gerektirmekte. İstismar olgularında çocuk koruma ile ilgili ne adli ne de idari işlemler ile ilgileniyoruz.  Çocuğun korunması için ne yapıldığının peşine düşmüyoruz. Aile Bakanlığı çıkıp diyor ki ‘İfadesi alındı, incelemeler yapıldı, tedbir alınıyor’ Buna da tamam diyoruz, yapıyor herhalde. ‘Mağdurun ifadesinin alınması adli işlem, ceza davasına ilişkin işlem, korunmayla ilgili ne yaptınız?​’ diye sormak gerekir. Böyle bir sorusu da yok; toplumun da medyanın da sivil toplumun da. Ne yapıldı bu çocukların korunması için? Sadece tutuklama ve hapis cezası değildir çocuğun korunmasını sağlayacak olan. Öte yandan ceza davasındaki cezasızlık sonucuyla mücadele etmek açısından da burası önemli. Eğer biz mağdur çocuklara güvenli bir ortam sağlamaz isek delillerin tam olarak toplanması da çok güç oluyor. Çünkü korkan, kaygı duyan çocuk şikayetinden vazgeçiyor, olayı doğru anlatamıyor. Hem hukuk sistemi hem de adalet sistemi, önleme faaliyetleri bakımından da işlevsel mekanizmalardır. Dolayısıyla çocuk istismarı ile mücadele için yasalar yeterli mi sorusu, mutlaka önlemeyi de kapsamalı.

Örneğin, okulda çocuk istismarının önlenebilmesi için okulun bir çocuk koruma politikası olmalı ve bu politikanın temel ilkeleri öğretmen sözleşmelerinde yer almalı. Ayrıca bu politika belgesi, istismarı bildirme, fark etme gibi konularda izlenecek yöntemleri göstermeli. İdare personelini bu konuda uzmanlaştırmalı. Bunlar da mevzuat ile düzenlenmesi gereken konular. Bu sorumlulukların yerine getirilmemesi de yargı denetimine tabi.”

Özetle çocuğu koruyacak tek ve en etkili şeyin failin tutuklanması veya hapis cezasına mahkum edilmesi olmadığını aktaran Akço, “Ceza, bozulan toplumsal dengeyi yeniden kurmak için gereklidir. Ancak çocukları korumak için tek strateji olarak görülmesi yanlıştır. Bunlar hep birbiriyle bağlantılı bence. Hem kendi başlarına çok önem ifade ediyorlar bu sorunla mücadelede hem de toplamda şikayetçi olduğumuz cezasızlığın parçalarını oluşturuyorlar. Sadece cezaya odaklı bir bakış açısının olması, önleyiciliğin konuşulmaması, toplumun bu tip sorunlarla mücadeleyi gündeme getirmiyor olması, yargının rolünün sadece cezalandırmaya indirgenmesi, koruyucu ve önleyici müdahalenin yargının bir parçası olduğunun görünmemesi ve gösterilmemesi de bu alandaki savunu çalışmalarının eksikliği" diyor.

"ÖNLEME YÜKÜMLÜLÜĞÜNÜN YERİNE GETİRİLMESİ İÇİN ETKİLİ MEKANİZMA KURULMUYOR"

Mekanizmaların yeterli olup olmadığını sorusunu şöyle yanıtlıyor Akço: “Eğer önleme odaklı bir sistem için mevzuat yeterli mi diye bakacak olursak, temel sorumluluğu tarif etmek bakımından anayasa yeterli sayılabilir. Devletin çocukları ihmal ve istismardan koruma yükümlülüğünü düzenliyor. Zaten BM Çocuk Haklarına Dair Sözleşmesi de kanun hükmünde. Cumhurbaşkanlığı kararnamesi bu yükümlülüğün kime ait olduğunu belirliyor, o da Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı. Fakat bu noktadan sonrasında mevzuatın eksiklikler var. Aile Bakanlığının bu kadar kapsayıcı olan, çocuğu istismardan koruma yükümlülüğünü yerine getirebilmesi için sahip olması gereken yetkiler düzenlenmemiş durumda. Bunun nasıl yapılacağı ve Bakanlığın diğer Bakanlıklar üzerindeki yetkileri tarif edilmediği için orada büyük bir boşluk var ve kimse kimseye hesap sormuyor ve önleme yükümlülüğünün yerine getirilmesi için etkili bir mekanizma kurulmuyor.

Örneğin, Sağlık Bakanlığı ve Milli Eğitim Bakanlığı çocuk koruma sisteminin ana aktörleri olan bakanlıklar. Aile ve Sosyal hizmetler Bakanlığının çocuk ihmal ve istismarını önleme yükümlülüğünü yerine getirebilmesi için, çocuğun gelişimini ve güvenliğini izleme konusunda anne babaya eşlik edecek olan sağlık ve eğitim hizmetlerinde önleme faaliyetlerinin standartlarını belirleme ve denetleme yetkisinin olması gerekir. Kamu vesayeti makamı için teşkilatlanmanın sağlanması, sosyal hizmetlerin mahalle bazlı örgütlenmesi gibi birçok alanda hizmetlerin oluşturulmasını sağlama veya denetleme yetki ve sorumluluğu olmalı, çocuk istismarını önlemeden sorumlu kurumun.”

"TOPLUM TALEP ETTİĞİ ZAMAN SİSTEM DEĞİŞİR"

Ancak tüm bunların kendiliğinden var olmayacağını söyleyen Akço, toplumun bunu talep etmesi gerektiğinin altını çiziyor: “Bu nedenle izleme yapan kişi ve kuruluşların, sivil toplum kuruluşlarının, medyanın çocuk koruma sisteminin eksikliklerini gündeme taşıması ve toplumun dikkatini bu alanlara çekmesi gerekir. Burada birçok teknik bilgi gerektiren konu var. Hepsi birden çok zor olabilir ancak her olayda o olaya özgün boşluğu görüp gösterecek bir medyaya ihtiyaç var. Olaylara sebep olan sistemdeki aksaklıkları sorgulayacak bir medyaya ve sivil topluma ihtiyaç var. ‘Neden önleyemedik?​’ olmalı her seferinde asıl soru. Mesela bu Elmalı meselesinde, hikayedeki sorun sadece hangi yetişkinin çocuğu istismar ettiği sorunu mu? Çocuklar o yaşa gelince neler yaşanmış? Neden kimse fark etmedi bunu kamuda? Esas bunu sormamız gerekmez mi? Bu ancak öyle önlenebilir. Bu aile boşanmış, boşanırken aile hekimi görmüş, bu çocuklar okul çağında, öğretmenlerinin şimdiye kadar görmüş olması gerekirdi. Niçin fark edilmedi? Niçin herhangi bir hekim, herhangi bir öğretmen, bu boşanma davasına bakan aile mahkemesi hakimi ya da o davada inceleme yapan uzman bunu fark etmedi? Bu sorulmalı asıl. Ama biz oraya dair soru sormuyoruz. Bu soruları gündeme getirmek gerekiyor. Bunlar sadece bu işin uzmanlarının kendi aralarında konuşacağı teknik konular olarak görülüyor. Halbuki toplum bunları talep ettiği zaman sistem değişir. Uzmanların talep etmesi yetmiyor ki. Toplum ceza talep ederken siyasiler için en kolay yol ceza kanunlarını değiştirip cezaları arttırmak. Oysa iyi bir çocuk koruma sistemi kurmak zahmetli, karmaşık bir iş. Siyasilerin, bunları yapması için talep etmek gerekiyor.”

İDAM HADIM GİBİ AĞIRLAŞTIRILMIŞ CEZALAR ÇÖZÜM DEĞİL!

Giderek daha fazla oranda “cezalar artırılsın, bu erkekler idam edilsin, hadım edilsin” gibi öneriler gerçek bir çözüm sunmuyor.

Çünkü, temel mesajı sadece “cezalar artsın” olan bir talep suçu bireyselleştirir. Kadına ve çocuğa yönelik şiddetin toplumsal temellerini görünmezleştirir. Devletin bu toplumsal temelleri değiştirmek için politika üretmesi gerektiğini unutturur. Linç kültürünü beslemek, idam/hadım gibi insanlık dışı cezaların uygulanması için kamuoyunu hazırlamak, toplumsal bir sorunu tek tek “suçlu bireylere” indirgeyip sorumluluktan sıyrılmak gibi insanların ‘yüreklerinin soğumasını’ gerçek adaletin tesisine yeğ kılar.

Çünkü, idam ve hadım talebi, kadına yönelik şiddeti de bu şiddetle mücadele etmeyi de “zalimlerin işi” haline getirir. Oysa kadına yönelik her türden şiddet kadınların eşitsizliği ve ezilmesine dayanan toplumsal yapının bir parçasıdır. Bu yüzden de politik bir meseledir.

Çünkü, kadın cinayetlerine karşı mücadelede davalar elbette önemlidir. Ancak davalar kadına yönelik şiddetle mücadelede bir araç olmaktan çıkıp ‘amaç’ haline geldiğinde o zaman ‘ceza’ en büyük talep olur, adalet bir ‘intikam’ meselesine indirgenir. Oysa kadına ve çocuklara yönelik suçlarla mücadele ‘intikam’la olmaz. Devletin bu suçları cesaretlendirecek açıklamalar yapmaması ile olur. Devletin kadınların ve çocukların şiddete uğrayacakları koşulların ortadan kaldırılması için sürekli mücadele etmesiyle olur. Devletin, kadınlara ve çocuklara karşı işlenen suçları meşru gösteren geri fikirlerle mücadele etmesiyle olur.

Çünkü, şiddete karşı mücadeleyi suç ve ceza ikilemine sıkıştırmak kadın cinayetlerinin altında yatan ataerkil sistemi, şiddetin yapısal nedenlerini, devletin sorumluluğunu, bütüncül politikaların eksikliğini, kadınların güçlendirilmesini, yargının cinsiyetçi bakış açısını pek çok şeyi perdeler.

Çünkü hadım cezası istemek demek şunu söylemektir: “Tecavüz ve tüm cinsel saldırının temelinde erkeklerin cinsel haz arzusu vardır”, “bazı erkekler kendilerini tutamaz, hastalıklı, sapık erkeklerin devlet eliyle bedenlerine müdahale edilmesi gerekir”. Hadım cezası istemek, cinsel suçları işleyenleri ‘hasta’ görmek demektir. Oysa bu, doğru değildir. Tecavüz ve cinsel saldırı kadın-erkek arasındaki güç eşitsizliklerinden bağımsız düşünülemez.

Çünkü, idam istemek demek ‘kısasa kısas’ hukukunun işlemesi demektir. Devlete bireyin yaşamını elinden alma hakkını verir, idam cezası adalet sistemini öç alma ve şiddet uygulama üzerinden kurar. Bütün araştırmalar ortaya koymakta ki idam cezasının olduğu ülkelerde cinsel şiddet ve cinayetlerde azalma olmuyor. İdam cezasının olduğu Hindistan, Afganistan, Pakistan, Suudi Arabistan, Irak, İran gibi ülkelerde tecavüz oldukça yaygın. Demek ki idam öne sürüldüğü gibi kadına karşı şiddetin önüne geçebilecek caydırıcılıkta değil. Üstelik Türkiye’de idam cezası olduğu süre içerisinde tek bir erkek tecavüz nedeniyle idam edilmedi. Bunun aksine 10’u aşkın kadın sadece erkek öldürdüğü için idam edildi.

İDAM CEZASININ UYGULAMADAKİ KARŞILIĞI…

Çocuk hakları aktivistleri, vekiller ve avukatlar cezaların ağırlaşmasıyla çocuk istismarı sorununun çözülmeyeceğini, esasen uygulamadaki ciddi sorunların ve eksiklerin giderilmesi gerektiğini tekrar ediyor. Önleme dair yapılan önerilerin hayata geçmediğini, sonuç alıcı taleplerin görmezden gelindiğini hatta hükümetin ve kurumların açıklamalarıyla çocuk istismarını teşvik eden bir tutum sergilediklerini söylüyorlar.

Bugün dünyada 58 ülkede idam cezası var ve dünya nüfusunun yüzde 60’ının yaşadığı Çin, Hindistan, Endonezya ve ABD gibi ülkelerde idam cezası uygulanmaya devam ediyor. Bu ülkelerin 35’inde idam cezası uygulaması savaş ve olağanüstü hal ile sınırlanmış durumda. Yine bu ülkelerin 32’sinde en az 10 yıldan beri infaz edilen idam cezası yok. ABD’de ise 50 eyaletten 31’inin yasalarında idam cezası yer alıyor.

Birçok gelişmiş ülkede ise örneğin; Finlandiya 1826’da, Norveç 1875’te, Danimarka 1892’de, İsveç 1910’da, Hollanda 1850’de Portekiz 1867’de, Almanya 1949’da, Mussolini dönemi hariç İtalya 1890’da idam cezasını kaldırdı. Türkiye’nin idam cezasını kaldırmakta zaten fazlasıyla gecikti. İdam cezasını en çok uygulayan ülkeler sırasıyla; Çin, İran, Pakistan, Suudi Arabistan, ABD, Irak, Somali, Mısır, Endonezya, Çad. 2015’te infaz edilen idam cezalarının yüzde 89’u İran, Pakistan ve Suudi Arabistan’da gerçekleştirildi. Yapılan araştırmalar gösteriyor ki, örneğin ABD’de idam cezası uygulanan eyaletlerde, uygulanmayan eyaletlere göre suç oranı daha fazla. Üstelik suçlar yıllar içinde azalmak bir yana artıyor. Hindistan da idam cezası uygulayan ülkelerden ama hepimiz biliyoruz Hindistan’da cinsel saldırı vakalarının ne kadar fazla olduğunu. 2014 yılının rakamlarına göre Hindistan’da halen günde, evet yanlış okumadınız günde 93 kadın cinsel saldırıya uğruyor. Bu durum, idamın caydırıcı olmadığının en önemli kanıtlarından biri değil mi? Uluslararası Af Örgütü’nün rakamlarına göre, 2012 yılında dünya çapında 1923 idam cezası verilirken, idam cezasının en fazla uygulandığı ülkelerin başında Çin, ABD, Pakistan, Afganistan, Hindistan, Ortadoğu ve Arap Yarımadası ve Afrika ülkeleri geldi. Buna karşılık, dünyada kadınların statüsü üzerine en ayrıntılı çalışmaları yapan Woman Stats Project’in 2011 rakamlarına göre, dünyada tecavüzün en yaygın olduğu ülkelerin başında ortalama her 100 bin kadından 60’ının tecavüze uğradığı Afganistan, Hindistan, Pakistan, Suudi Arabistan, Yemen, Irak, Suriye, Ürdün, İran, Sudan ve diğer Afrika ülkeleri geliyor. Sayılan ülkeler aynı zamanda Çin ve ABD dışında idam cezasının en yaygın olarak uygulandığı ülkeler.

Yeni yılda Evrensel aboneliği hediye edin
ÖNCEKİ HABER

Çiftlik Bank kurucusu Mehmet Aydın'ın ağabeyi Fatih Aydın Uruguay'da gözaltına alındı

SONRAKİ HABER

4. Yargı Paketi TBMM Genel Kurulunda kabul edildi

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa