Direnişin 6 aylık muhasebesi: Boğaziçi neden kazanacak?
Talep edilen şeyin Boğaziçi’nin belirsiz bir zamandaki eski haline dönmesi değil, tüm üniversitelerin demokratikleşmesi olduğu yazılan tüm açıklamaların, metinlerin ortak noktası haline geldi.

Fotoğraf: twitter.com/budirenisi
Olgun DURSUN
Melih Bulu’nun 2 Ocak’ın ilk saatlerinde Boğaziçi’ne kayyum rektör olarak atanmasına sosyal medyada verilen ilk tepkilere dönüp baktığımızda gördüğümüz pek çok şey var, belki de pek göremediğimiz şey ise altı aydan uzun sürecek bir direnişin emareleri. “Direngen” cenahtan “Akademinin bittiğini yeni mi anladınız, iş işten geçti” türünden nasihatler, “sarı öküz” benzetmeleri bir anda çırpıştırılıyor, sitemkar da olsa hareketsizliğe çağıran bir hava yaratılıyordu çoğunlukla.
Boğaziçi’de de bir gün öncesine bakılınca durum hiç de iç açıcı görünmüyordu. OHAL döneminden itibaren ülke genelinde öğrencilerin hakları, talepleri için bir araya gelebildiği olanaklar kısıtlanmış, okul içinde kulüp ve topluluk etkinlikleri birden fazla kez yasaklanmış, artan “kırtasiye” yükünün de etkisiyle otosansürün dozu artmıştı. Zaten varlığını sürdürmek için büyük çaba sarf etmek gereken bir araya geliş olanakları pandeminin başlamasıyla tamamen ortadan kalkmış, üniversite hayatı tümüyle evlere sıkışmıştı.
Var olan öğrenci temsiliyet mekanizmaları da bu yıpranmışlıktan nasibini almış, öğrencilerin karar mekanizmalarına aktif olarak katılabileceği bir yapıya en çok ihtiyaç duyulan anda hareket bir de bu mekanizmaları baştan kurma göreviyle karşı karşıya kalmıştı.
Peki nasıl oldu da bunca ters gidebilecek şeye rağmen 6 aydır tüm bileşenleriyle dimdik ayakta bir direniş sürüyor?
Öncelikle, sosyal medyada kırgın ve ümitsiz bir havanın estiği anlarda dahi Boğaziçi bileşenleri yüzlerce kişilik online toplantılarda, mail gruplarında, mümkün oldukça da okulda bir araya gelerek talepleri etrafında nasıl bir birlik sağlaması gerektiğini, hem yarın ne yapacağını, hem de bütün bu “Yarın ne yapılacak”ların uzun vadede nasıl etkilerinin olacağını tartışmaya başladı.
Boğaziçi bileşenlerinin talepleri ilk başta kendisini bir “Boğaziçi kültürü” başlığı altında gösteriyor olsa da hareketin daha ilk haftalarında tüm kayyum rektörlerin istifası, YÖK’ün kapatılması gibi temel taleplerin bir “kültür” tanımına sığmayacağı hemen herkes için açık hale geldi. Talep edilen şeyin Boğaziçi’nin belirsiz bir zamandaki eski haline dönmesi değil, tüm üniversitelerin demokratikleşmesi olduğu yazılan tüm açıklamaların, metinlerin ortak noktası haline geldi.
Bu perspektifle hareket edilmesi, ülkedeki diğer üniversitelerle bir araya gelme olanaklarının aranması, ülke sınırlarını da aşarak uluslararası çapta etkinliklerle mücadele deneyimlerinin aktarılmasını beraberinde getirdi.
Deneyim aktarımının bu direnişteki yeri çok önemli. Tek adam yönetiminin kendi meşrebine uygun bir devlet örgütlenmesini şekillendirme sürecinde toplumsal muhalefet büyük bir yara aldı. Bu yara mevcut hareketin önceki hareketlerle organik bir bağ kurarak deneyimlerini üstlenmesinin önüne geçiyordu. Toplumsal deneyim birikimindeki bu kesinti her ne kadar kendiliğinden bir aktarımı engelliyor olsa da Boğaziçi’deki hareket eksiklerinin ne olduğunu tespit edip çözmek için harekete geçmekte gecikmeyen bir seyir izledi. Türkiye gençlik hareketinin en kilit dönemlerine dair yapılan etkinlikler, forumlar, toplantılarda eksikliği hissedilen deneyim aktarımını sağlamak için adımlar atıldı. Tartışmalar hem Boğaziçi’deki, hem diğer okullar ve mücadele alanlarındaki tecrübelere referansla yapılır hale geldi.
Atamanın ilk günlerinden itibaren pek çok burjuva siyasi parti kendi programlarını bütün bu dertlerden çıkış olarak sunan, başta öğrenciler olmak üzere bileşenleri “Seçimi beklemek üzere” sükunete çağıran cinsten bir destek pozisyonu takındı. Bu destek kimi tartışma noktalarında (Hareketin de biteceğini varsayarak) çekilecek gibi olsa da nihayetinde hareketin sürekliliği içinde kimi zaman çekingenliğini kırarak, kimi zaman üzeri kapalı bir şekilde devam etti. Fakat direnişin seyrini esas belirleyen özelliklerden birisi, öğrencilerin bir kurtarıcı beklemek yerine demokratik üniversite talebi etrafında harekete geçmesi, diğer bileşenlerle bir kurtarıcı bekleme değil, mücadele etme temelinde bir araya gelmeye çabalaması oldu. Bu bakımdan ne zaman ve hangi koşullarda yapılacağı belirsiz bir seçimi beklemek yerine taleplerini yüksek sesle haykırmaya, ortak talepler etrafında bir araya gelmeye bir çağrıdır aslında Boğaziçi direnişi.
Kendi içinde her zaman sorunlar ve tartışmalar yaşayan hareket, gerçek bir öğrenci temsiliyetinin ifadesi olacak mekanizmaları kurma göreviyle karşı karşıya. Her ne kadar kayyum kadroda “Birkaç seneye yeni öğrenciler geldikçe unutulur, olur biter” beklentisi olsa da, mücadele alanında yalnızca “Eskiyi hatırlayan” öğrencilerin değil hazırlık dahil tüm sınıflardan arkadaşlarımızın olması, hareketin geleceğine dair tartışmalara katılması demokratik üniversite mücadelesine dair umutlarımızı artırıyor.
Boğaziçi direnişi altıncı ayını devirdi ve tüm bileşenlerinin şu ya da bu düzeydeki katkısıyla dimdik ayakta. Özellikle altıncı ay vesilesiyle yapılan değerlendirmelerde direnişin şimdiden kazanmış olduğu, pek çok değişimin önünü açtığı yönünde tespitlere rastlamak mümkün. Elbette yarın tüm bileşenler bir araya gelip direnişi sonlandırmaya karar verse dahi geriye kalacak büyük bir deneyim vardır. Fakat bütün bunlara sıra gelmeden önce belirtmek gerekir ki, Boğaziçi direnişi müzelik bir deneyim haline gelmekten çok uzaktadır. Direniş önüne çıkan engelleri aşmak için bütün olanaklara ve bu olanakları değerlendirmek için gerekli kararlılığa sahiptir, tam da bu yüzden kazanacaktır.
Evrensel'i Takip Et