İtibar parselleri ve ihtişamlı el koyma rejimi
"İtibar ekonomisinin şiddeti, doğayla birlikte tüm toplumsal uzamı kendi kalpsizliğinin suretinde üretiyor durmadan. Durmak sermayenin mantığına aykırı… "
Fotoğraf: Kayhan Özer/DHA
Oya YAĞCI
“Bugün sonsuzluğa soruyoruz; Hangisi daha önemli: Stil mi? Madde mi?”*
Okuyamadığımız haritalarımızla kaybedilenin yasında asılı kaldık. “Burada eskiden hayat vardı!” diyoruz dolaştığımız her yerde. Kentler değil sadece, köy bildiklerimiz, mahalle-koru-orman-koy-nehir bildiklerimiz, hatta heykel; bildiğimiz hızla bilmediğimize dönüşüyor ya da biz orada yokken çoktan dönüşmüş. Ve zaten artık oradalığımız da umursanmıyor.
Önce duvarlar bitiveriyor dizi dizi ve kaldırıldıklarında, köşeyi devasa çirkinliklerin tuttuğunu görüyoruz. Cümlenin ortasına bir rezidans giriveriyor, ünlem gibi gözümüze sokulan bir AVM, noktalı virgülü çözemedik ya neyse… Algımızı aşan tüm yapılara noktalı virgül diyelim o halde; gerisi gelecektir nasılsa... Noktaya gelemeden havalimanı, duble ya da sek yollar, kanallar, barajlar… Nokta sanırım İstanbul’un ihtişamlı yıkımına ertelendi. Yıkarak fethetmek savaşın mantığıdır ne de olsa.
İÇİ BOŞ, EGOİST BİR ÖZ GÜVEN
Sonsuz bir açlık, yıkıcı bir iştah ve itibar olarak nitelenen içi boş, egoist bir öz güven. İlksel birikimin taşra hali. Mussolini İtalya’sında görkemli tarih (Roma) ve ihtişamlı bugün (Mussolini Sarayı) arasında yok edilen mahalleler gibi önce yoksullaştırılıp sonra yerle bir ediliyor kentler. Ve Mussolini gibi asla dahil edilmeyecekleri bir “yüce” geçmişin ihtişamını, hıncın kasıtlı abartısı ile onaylıyorlar. Öz yıkım da böyle bir hınç aralığından sızmaz mı sahi? Geçmişten daha geçmiş, ihtişamlıdan daha ihtişamlı olmak zorundadır; babaları tarafından hiç sevilmeyen çocuklar, babalarının zulmünü çoğaltarak alırlar rövanşı. Tarih dışılığın sonsuz boşluğunda semirtilen bu şişirilmiş form, mega projelerin büyüyen gölgesinde görür işini. Emeğe kör, üretime sağır, ortak faydaya düşmandır. Anıtsallık hazır kalıplara dökülendir ne de olsa...
İtibar ekonomisinin şiddeti, doğayla birlikte tüm toplumsal uzamı kendi kalpsizliğinin suretinde üretiyor durmadan. Durmak sermayenin mantığına aykırı… Kamusal yararı neomuhafazakar saldırı siyaseti ile teferruatlaştırarak yokluğa havale ederken, mega projelerin saldırgan istilasını “Diriliş- Kurtuluş” mitinin kostüm draması formunda pazarlıyor. Kendi kendini onaylayan ve kendinden başka bir ideali olmayan “milli” soslu bu saldırganlığın asıl dinamiği ise el koyma rejiminin sağladığı sömürgeleştirme düzeneğidir. Ve parsel parsel itibar, kat kat ihtişam, kilolarca görkem gereklidir gölgede kotarılanı gizlemek için.
AŞIRILIKLAR İMPARATORLUĞU
Betonlaşma, kuraklaşma, sel, hortum... Ortası yok! Bunların hepsi aşırılıklar imparatorluğunun yarattığı uç sonuçlar. Ve sadece mekanı değil bütüncül yaşamı da yutan sonuçlar. Kapitalist birikimin “yaratıcı yıkımı” mehteran törenleri ve rüküş kostümlerle kutlanırken, ihtişamın, itibar ve sonsuzluk vaadi olduğu yanılsaması bugünü çoraklaştırıyor.
Olay mahallinden polis zoruyla uzaklaştırılanlar için, dizi ve sinema evreninde “Diriliş”, “Kurtuluş”, “Ertuğrul” ve “Muhteşem”li başlıklarla servis edilen bir rüya alemi var. Kitsche batmış kültürel evren, heroik romantizmin en kaba halinde zuhur eden bir sultan-halife özdeşliğini kurar ve şimdiki zamanı vahşi kapitalizmin yıkım politikaları ile dizayn ederken, topluma, şimdinin ceberutluğundan kaçışın, nostalji ve kitschin 1001 Gece Masalını bahşediyor.
Tümüyle kuralsızlaştırılarak çökertilen kurumsallıklar- ki en hayati olanlar eğitim, sağlık, yargı, kültür ve sanat- ve kamusalın imha edildiği her yerde sınır bekçisi olarak inşa ettikleri hapishaneler, itibar rejiminin kendi içeriksizliğini sonsuza dek saklama girişimi değil de nedir? Asgari standardı bile sağlamaktan uzak bir rejim, önce ürünü olduğu düzenin terazisine saldırır. Oysa hınç siyaseti ve estetiği tarihsel bir yanılgı üzerine kuruludur: Cumhuriyetin rövanşına soyunan bu saldırganlık, Osmanlı’da kendine dair bir şey bulabilmeyi de ummamalıdır. Cihat ve fetih dışında tarihsel-kültürel-ekonomik-politik hiçbir bagajı olmayan ve yeniyi inşa etmek için ne planı, ne programı ne de ufku ve niyeti olmayanın fetihçi ve cihatçı indirgemelerle düşündüğü toplumsallık, olsa olsa hapishane ve mezarlıkla bedenleşecektir.
GÖRKEMLİ BİR MEZAR
Yeni Osmanlıcılık’ın, Osmanlı'yı siyaset ve kültür alanında içerikleştirme girişiminin, gündelik yaşam üzerinde kurulan tahakküme malzeme sunmanın ötesine geçen bir ufku olmadığını bizzat hareketin kendisi kanıtlamadı mı? Bıktırıcı mağduriyet pozunun gözü yaşlı kolaycılığı, hegemonya kurmak gibi erimli bir projeye vakit de kapasite de olmadığının tarihsel kanıtı gibidir: Siz yoksullukta eşitlenin, ben zenginlikte eşitleneyim! O halde kapitalist birikimin yüzü ve dozu sertleşirken, ulusa, itibar söylemi ile görkemli bir mezar kazılmalıdır.
Kapitalist moderniteye aşkla bağlanırken modernizme düşman olmanın mantığı tüm baskıcı rejimlerde ortaktır: İster Osmanlı, ister Roma, ister Helen hayranlığı olsun, geleceği geçmişin yenidenliği üzerine kurma ideali, kendi bugününü kurtarmanın kısa erimli ufkunu açığa vurur. Modernitenin bir sonucu olan milliyetçiliğin ya da ulusçuluğun geçmişin tekrarlanamaz “görkeminin” kostümlerine bürünmesinin nedeni, imkansızlığından kaynaklanıyor olabilir mi? “Savaş ve yıkım için sandığı açalım bakalım, kahramanlık miti çatalım hele bugüne.”
MADDE KENDİNİ HATIRLATIR ELBET!
Kültürel kapanış, siyasal zorbalığın çelik kasasını sırtlandığında, zamandan düşülen gelecek, derin bir sancı olarak duyurur kendini. Kitschin yeşerdiği dünyada duyguya yer yoktur ve bu yüzden kitsch aşırı duygusal olmak zorundadır. Yine de Tozkoparan’da elektriği hukuksuzca kesildiği için düşüp beyin kanaması geçiren yurttaşın durumunu görme ihtimali vardır kitschin. Oysa hınç estetiği için, yazlık sarayına kaynağı şaibeli kum taşıyanın gözyaşlarıdır görülmesi gereken. Kasıtlı ve taammüden cehalet, Abdülhamid’i ve Osmanlı’yı yüceltirken tarih bilgisine ihtiyacı olmadığını hepimizden iyi bilir ve aslında umursadığı tek şey, tarih dışılığın konforunda inşa ettiği ihtişamlı saraylarını, bedenleşen öfkeden korumaktır.
Biçim boşlukta oluşmaz ve madde kendini hatırlatır elbet!
Ve elbet başka türlü bir yıkım da mümkündür...
*Patch of Fog, Michael Lennox’un 2015 yapımı filmi.