Bir siyaset düzenleme aracı olarak seks kasetleri
Sedat Peker geçen hafta Deniz Baykal’ın parti başkanlığından ayrılmasıyla sonuçlanan seks skandalını yeniden gündeme getirerek ortaya bıraktı ve muhtemelen şimdi keyifle seyrediyordur.

Fotoğraflar: Sedat Peker/YouTube, Korkmaz Karaca/Twitter ve DHA
Şengün KILIÇ
Bu kaset işleri sır değil, her seçim öncesi bu tür söylentiler çıkar, adaylıktan çekilen ya da görevinden istifa eden birileri olduğunda da zımni olarak iddianın doğru olduğu kabul edilir, 1-2 gün konuşulur, sonra hayat eskisi gibi akıp giderdi. Sedat Peker’in son iddialarında ise bir fark var. Siyasi operasyon, siyaseti dizayn etmek, kirli siyaset ve dahi pek çok tumturaklı sözle ifade edilebilir ama Peker’in iddialarından yola çıkarak, bu seks kasetleri işini, “siyaset düzenleme aracı olarak pezevenklik” şeklinde düz ve anlaşılabilir bir biçimde ifade etmek de mümkün.
Geçtiğimiz 10 yıla baktığımızda kaset yoluyla görevinden ayrılmak zorunda kalan ilk siyasinin CHP Eski Genel Başkanı Deniz Baykal olduğu görülüyor ama özellikle 2010-2011 yılları arasında gökten yağmur gibi seks kaseti yağmıştı. Baykal’ın kaseti internet üzerinden hızlı bir biçimde dağı(tı)lırken, Baykal önce, “Kaset değil, komplo!” savunması yaptı, ardından da “özel hayat” hattına çekilerek tarihi hatasını yaptı. Baykal’ın bu savunmasına karşı Dönemin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan, “Ne özeli, genel bu genel!” çıkışıyla, Türk siyasi tarihi’ne bir vecize bırakmış oldu. Sonuçta Baykal 10 Mayıs 2010’da görevinden ayrılmak zorunda kaldı.
2010’u tek vakayla kapatsak da 2011, MHP’nin kaset yılı oldu. Seks kasetleri marifetiyle MHP’nin altı genel başkan yardımcısı, genel sekreteri ve bir il başkanı tüm görevlerinden çekildikleri gibi 12 Haziran (2011) genel seçimlerindeki milletvekili adaylıklarından da çekildiler. Baykal’a kaset komplosunun kim/kimler tarafından yapıldığı ile ilgili küçük bir aydınlanma yaşadıysak da diğerleri konusu halen muğlak.
DIŞİŞLERİ OPERASYONU
Türk siyasi tarihine bakıldığında en ünlü vaka Lüks Nermin vakası olsa da özellikle Soğuk Savaş yıllarının hemen ardından İstanbul’da konsolosluk bölgesi Taksim’in uluslararası casusların merkezi haline geldiği, Milli İstihbarat Servisinin (MİT) de bölgedeki üç oteldeki randevu evi olarak kullanılan odaları bilgi edinmek için kullandığı dönemin gazetecileri tarafından ballandıra ballandıra anlatılırdı. Lüks Nermin’in adı da müdavimleri dışında hatırlanmayabilirdi ancak iş uluslararası kriz boyutuna taşınınca, o da bu yazıda ister istemez yerini aldı.
Konuyu merak edenler internette “Lüks Nermin” yazarak kısa bir araştırma yaparlarsa konunun detaylarını bulabilirler. Yine de kısa bir özet geçmek gerekirse, Nisan 1959’da Endonezya Devlet Başkanı Ahmed Sukarno Türkiye’yi ziyaret eder. Ülkesindeki yolsuzluklarla nam salmış Sukarno’nun geceyi birlikte geçireceği bir kadın istemesi üzerine Türk dış işleri, üst tabakaya hitap eden Lüks Nermin’e (Şaziye Zeren Topçu) başvurur. Sukarno’nun ihtiyacı giderilir ve gezi başarıyla tamamlanır. Burada bir parantez açalım: 12 Nisan 1930’da çıkartılan bir yasayla genelev açılması ve çalıştırılması yasaktır ama bu tür bir “ihtiyaç” durumunda dış işleri nereye başvuracağını bilmektedir ve görünen o ki bu tür talepler de sıklıkta gelmektedir. Sukarno memleketine döndükten sonra Endonezya’dan bir protesto gelir, başkanları frengi kapmıştır ve bu durumdan da Türkiye’yi sorumlu tutmaktadırlar. Sorun binbir özürle çözülse de faturanın tamamı Lüks Nermin’e kesilir ve o tarihten sonra çalıştırdığı evlere sürekli polis baskınları düzenlenir. Topçu, evinde bulunan döviz ya da yabancı sigara nedeniyle çeşitli kez hapse atılır. Ne tuhaftır, bir yabancı devlet başkanına kadın sağlayan dış işlerindeki abilerle ilgili hiçbir işlem yapılmaz. Gelen kötü haber için postacı cezalandırılır.
Bu olayın bir başka versiyonu 2001’de İstanbul Büyükşehir Belediyesinin davetiyle İstanbul’a gelen aksiyon filmlerinin ünlü aktörü Jean-Claude Van Damme nedeniyle yaşanmıştı. Kaldığı otele “Kadın gönderilmesi”ni isteyince ciddi bir kriz yaşanmıştı. Dönemin Belediye Başkanı Kadir Topbaş bu isteğe ne kadar dirense de ertesi gün gazetelerde çıkan haberlerde otel odasında Van Damme’ın üç kadınla parti yaptığı yazıyordu. Sanırım her zaman sorunu çözecek, belki de sadece bu işle ilgilenen abiler bulunuyor resmi mevkilerde.
DIŞARI DA AYNI
Görünen o ki, erkek siyaset dünyasında işler genel olarak böyle yürüyor. İngiltere’de 1963’te hükümetin düşmesine kadar uzayan Profumo skandalı da konumuzun uluslararası örneklerinden biri. Olayın kahramanları Model ve Şov Kızı Christine Margaret Keeler ile muhafazakar Harold Macmillan hükümetinin Savunma Bakanı John Profumo. Keeler’ı, Profumo ile tanıştıran hem İngiliz istihbaratı hem de Sovyet istihbaratına çalıştığı iddia edilen Stephen Ward. Keeler’ın hem Savaş Bakanı John Profumo hem de Londra’daki Sovyet Askeri Ataşesi Albay Eugene İvanov ile ilişkiye girdiğinin ortaya çıkmasının ardından Keeler casuslukla suçlanır. İngiliz Avam Kamarasında muhalefet bu ilişkinin ulusal güvenlik açısından tehdit olduğunu savunurken, Profumo, Keeler’la “Uygunsuz bir durumlarının olmadığını, dostane bir ilişkileri” olduğunu söylese de iş önce onun istifasına ardından da hükümetin düşmesine kadar gider.
Tabii bu olayda da fatura, Keeler ve pezevengi Stephen Ward’a çıkar. Keeler hapis yatar, Ward ise cezası açıklanmadan önce intihar eder. Hükümetin düşmesine neden olsa da Profuma yıllarca Muhafazakarlar için gönüllü olarak çalışır, bir hayırsever olarak bağışlar yapar, 1975’te de İngiliz İmparatorluğu Nişanı’na layık görülür.
Bu olayın Fransız versiyonları da var. Uluslararası Para Fonu (IMF) Başkanı ve 2012’de yapılacak Fransa Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin en güçlü adayı Dominique Strauss Kahn da seks kaseti kurbanlarından. Yapmadığı için kurban değil, yakalandığı için kurban.
Sosyalist partilerin favori adayı olan Kahn, kamuoyu araştırmalarında Sarkozy’nin epey önünde yer alıyordu. Ancak 2011’de Kahn elleri kelepçeli fotoğrafları uluslararası medyada yayımlandığında tüm hayalleri de suya düşmüş oldu. İddia, Kahn’ın New York’daki bir otelde Nafissatou Diallo adlı kat görevlisine tecavüz ettiği yönündeydi. Bu iddia ve fotoğraflarla seçilme hayalleri uçup gitse de politik uzmanlar yaşananları “Ustaca organize edilen bir komplo” olarak yorumlamakta ısrarlıydı. Yapılan araştırmada kat görevlisinin hesabına şüpheli bir biçimde 60 bin dolar yatırıldığı, davranışlarının tutarsızlığı gibi nedenlerle herkes tecavüzün gerçekliğine inanırken savcılar, delil yokluğu gerekçesiyle davanın düşürülmesini talep ettiler. Kısacası Kahn bu işten yırttı.
2012’de de “Fuhuş şebekesiyle ilişkili olduğu” iddiasıyla sorgulandı Kahn. Kuzey ülkelerinden gelen arkadaşlarıyla organize ettiği partilerde “gecenin kralı” olarak nitelendirildiği ve fuhuş şebekesinin merkezinde olduğu iddia ediliyordu. Soruşturmanın başlatılmasından 5 ay sonra yeniden tutuklandı. Avukatı savunmasını şöyle yaptı: “Sanık kararlılıkla söz konusu iddialara bulaşmadığını ve özellikle de karşılaştığı kadınların hayat kadını olup olmadıklarını bilmediğini ifade etti!”
Kahn’ın uçkuru düşük bir tacizci olduğu her olayla biraz daha tescil edilirken asıl bombayı ise Fransız meslektaşlarımız patlattı: İddialara göre, Strauss Kahn’nın bu tür partilere katılımı Sarkozy Hükümeti tarafından biliniyordu ve telefon dinlemeleriyle kanıtlanmıştı. Kahn’ın yaklaşan seçimlerde kazanacağı zafer kesinleştikçe Sarkozy Hükümeti de ellerindeki bilgileri yaymakta hiçbir sakınca görmemişti.
Hem içeride hem de dışarıda, seks odaklı kaset oyunlarının siyasi arenadaki örnekleri saymakla bitmez. Sokakta kavgada biri “pezevenk” dese karşısındakini öldürmeye niyetlenen abiler olay siyasette cereyan ettiğinde buna “yöntem” diyorlar.
Evrensel'i Takip Et