12 Temmuz 2021 06:47
Son Güncellenme Tarihi: 12 Temmuz 2021 15:59

Reddi hakim talebinin reddedildiği Cumartesi Anneleri davası 24 Kasım'a ertelendi

Cumartesi Anneleri’nin 700. hafta eyleminde gözaltına alınan 46 kişi hakkında açılan davanın 2. duruşması görüldü. CHP'li Tanal'ın salona alınmadığı davada reddi hakim talebi reddedildi.

Fotoğraf: Meltem Akyol/Evrensel

Paylaş

Meltem AKYOL
İstanbul

Cumartesi Anneleri’nin, kaybedilen yakınlarının akıbetini sormak için düzenledikleri eylemin 700’üncü haftasında polisin müdahale ederek gözaltına aldığı 46 kişi hakkında açılan davanın ikinci duruşması bugün görüldü.

Duruşmada kayıp yakını Besna Tosun, 26 yıldır kaybedilen babasını aradığını söyledi ve ekledi: “26 yıldır aradığımız mezarsız sevdiklerimizi unutmamızı istiyorlar, unutmayacağım! Onu bulmak, onunla vedalaşmak istiyorum. Yasımı tutmak istiyorum ve bugün bunu istediğim için yargılanıyorum. Zorla kaybedilen sevdiklerimizin nerede olduğunu bilmeye hakkımız var. Adalete ulaşmaya hakkımız var.”

Yargılanan Kenan Yıldızerler savunma yaparken Mahkeme Başkanı tarafından sözü kesildi. Avukatların ve duruşmayı izleyen CHP Milletvekili Av. Mahmut Tanal'ın itirazı üzerine Mahkeme Başkanı salonun boşaltılması talimatı verdi. Ardından salon bolaştıldı. Aranın ardından Tanal duruşma salonuna alınmadı. Avukatlar Mahkeme Başkanı'nın dosyadan çekilmesini talep etti, talep reddedildi. Ardından mahkemenin tarafsızlığını yitirdiğini belirten avukatlar reddi hakim talebinde bulundu. Bu talep de reddedildi. 

Mahkeme Başkanı'nın salonu terk etmesinin ardından avukatlar ve sanık olarak yargılanan isimler de salondan çıktı. Salona dönen Mahkeme Başkanı duruşmaya son verildiğini tutanak altına aldı. Dava, 24 Kasım'da saat 10.30'a ertelendi. Diyarbakır Baro Başkanı Nahit Eren, "Yasaklamayla ortaya konulan irade yargılama aşamasında da kendisini gösterdi" dedi.

DURUŞMA 2 BUÇUK SAAT GECİKME İLE BAŞLADI

850 haftadır gözaltında kaybedilen yakınlarının akıbetini soran Cumartesi Anneleri/İnsanları’nın düzenledikleri eylemin 700’üncü haftasında polisin müdahale ederek gözaltına aldığı 46 kişi hakkında açılan davanın ikinci duruşması bugün görüldü.

İstanbul 21. Asliye Ceza Mahkemesi'ndeki duruşma, daha geniş olan 27. Ağır Ceza Mahkemesi salonunda görüldü. Duruşmayı kayıp yakınlarının yanı sıra CHP milletvekilleri Ali Şeker, Mahmut Tanal, Turan Aydoğan, Sezgin Tanrıkulu; HDP milletvekilleri Zülayha Gülüm, Oya Ersoy, Musa Piroğlu, Dilşat Canbaz, Hüda Kaya; Diyarbakır Baro Başkanı Nahit Eren ile Ankara, İstanbul ve Van Barosundan temsilciler takip etti.

İki buçuk saat gecikmeyle saat 12.30’da başlayan duruşmada ilk olarak kimlik tespitleri yapıldı. Aralarında kayıp yakınları Maside Ocak, Besna Tosun ve Hasan Karakoç da bulunduğu 46 kişinin “Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanununa muhalefet” iddiasıyla 6 aydan 3 yıla kadar hapsi isteniyor.

YILDIZ: OĞLUMU KAYBETTİLER, BİZİ SANIK YAPTILAR

Duruşmayı izlemek için salonda bulunan Cumartesi İnsanlarından Hanife Yıldız, kimlik tespitleri sırasında adaletsizliğe tepki gösterdi. 1995 yılında kaybedilen oğlu Murat Yıldız için Galatasaray’da oturduğunu söyleyen Hanife Yıldız, “Çocuğumu kaybettiler, bana vermediler. Şimdi bize sanık diyorlar, suçlu diyorlar. Benim oğlumu kaybedenler yok, biz yargılanıyoruz” dedi.

AV. TÜRKDOĞAN, DERHAL BERAAT TALEBİNİ YENİLEDİ

Uzun süren kimlik tespitlerinin ardından beyanlara geçildi.

İnsan Hakları Derneği Başkanı (İHD) Avukat Öztürk Türkdoğan, derhal beraat talebini yeniledi. Böyle bir davanın açılmaması gerektiğini belirten Türkdoğan, şunları söyledi:

“Cumartesi Anneleri'nin ve İHD İstanbul Şube Kayıplar Komisyonunun kesintisiz oturma eylemi Galatasaray Lisesi önünde bulunan Galatasaray Meydanı'nı adeta bir hafıza mekanını haline getirmiş ve 2911 sayılı kanunun 4. maddesinin b fıkrası kapsamına giren kendi kural ve sınırları içinde kalan bir geleneksel toplantıya dönüştürmüştür. Dolayısıyla böylesi bir gösterinin veya toplantının 2911 sayılı kanun kapsamına alınması kanunun kendi düzenlediği istisnaya da aykırıdır. 2911 sayılı kanunun 18. maddesinin 1. fıkrasına göre toplantıların en az 24 saat önceden yasaklanması ve bunun 24 saat önceden tebliğ edilmesi gerekmektedir. Somut olaya baktığımızda yasaklama kararı ve tebliğin geleneksel olarak yapılan toplantıdan önce yapılmadığı görülecektir. Dolayısıyla kanuna aykırı toplantı kavramının kullanılması kanunun kendisine bile bizatihi aykırıdır” dedi.

"ER YA DA GEÇ BERAAT ÇIKACAKTIR"

Türkdoğan son olarak şunları söyledi:

“Somut olay incelendiğinde kanun kapsamında değerlendirilemeyecek Türkiye'nin en uzun soluklu adalet ve sivil itaatsizlik eylemine katılanlara karşı böyle bir dava açılmasının kanuna aykırılığı açıktır. Annelerinin orada oturması, yakınlarını sorması, faillerin yargılanması haklarıdır. Usul ekonomisi uyarınca yargılama sonucunda ulaşılabilecek sonuç daha en başından belli olduğundan, yani ortada bir suç olmadığından mahkemenin CMK 223/9. fıkra uyarınca derhal beraat kararı vermesi gerekmektedir. Böyle bir davanın açılması hukuki değildir. Kayıplarını arayanların yargılanması vicdanları yaralamıştır. Bu davada er ya da geç beraat kararı verilecektir.” 

KAYBEDİLEN BABASININ AKIBETİ SORAN ABLASININ AVUKATLIĞINI YAPIYOR

Duruşmada daha sonra Avukat Jiyan Tosun söz aldı. Gözaltına kaybedilen Fehmi Tosun’un kızı olan Jiyan Tosun, kaybedilen babasının akıbetini soran ablası Besna Tosun’un avukatlığını yapıyor.

Av. Jiyan Tosun, 700. haftada yapılan saldırının Anayasa Mahkemesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarına aykırı olduğunu söyledi.

Mahkeme Başkanı, Tosun’un sözünü keserek talebini iletmesini istedi. Sözlerine devam eden Jiyan Tosun, adil yargılanma yapılıp yapılmadığına ilişkin İstanbul Barosu adına gözlemcilik statüsü verilmesini talep etti.

"AKP SORUMLULARI BULMADIĞI GİBİ BİZİ SANIK YAPTI"

Jiyan Tosun’un ardından Besna Tosun’un beyanına geçildi.

"19 Ekim 1995 tarihinde 3 sivil polis tarafından evinin önünden gözaltına alınarak kaybedilen Fehmi Tosun’un kızıyım" diyerek sözlerine başlayan Besna Tosun, o akşam babasını almaya gelen kişilerden birinin kendisine güldüğünü söyledi. Tosun, "26 yıldır hayatımızı cehenneme çeviren o kişinin gülüşüyle yaşıyorum… Bir gün adil bir yargı önünde hesaplaşmanın umuduyla, o gülüşü unutmamak için hafızamı milyon kere zorluyorum ve unutmayacağım" dedi.

Ardından yargı sürecini anlatan Besna Tosun, iç hukukta sonuç alamadıklarını, bu nedenle davayı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine gittiklerini söyledi. Tosun şöyle devam etti:

"2003 yılında sonuçlanan davamızda AKP hükümeti AİHM’e verdiği savunmada 'Hükümetimiz Fehmi Tosun'un kaybolması olayının meydana gelmesinden dolayı üzgündür. Bir kimsenin kaybolması olayı hakkındaki soruşturmanın eksik yapılmasının, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin 2. Maddesinin (yani yaşam hakkının) ihlalini oluşturduğu kabul edilmektedir' dedi ve yaşam hakkı ihlallerinde gerekli tüm önlemleri alıp, etkili soruşturmaların yürütülmesini zorunlu kılan talimatları vermeyi taahhüt etti. Ancak hükümet bu taahhüdünü yerine getirmediği gibi kaybedilen babamı aramamızı bile suç ilan etti."

"HAKİKATİ BİLME HAKKIMIZ VAR"

Gözaltına alındıkları 700. haftada yaşananları anlatan Tosun, şunları söyledi:

"Darp raporlarımıza ve olay anına ait görüntülere rağmen savcılığa yaptığımız suç duyuruları takipsizlikle sonuçlandı. Bugün ise burada hakları ihlal edilen ve polis şiddetine maruz kalan bizler yargılanıyoruz. Bugün burada yargılanan, babamın zorla kaybedilmesinden sorumlu olan, yani insanlığa karşı suç işleyen kişiler olmalıydı, ama babamızı aradığımız için, adalet istediğimiz için, kardeşimle birlikte bizler yargılanıyoruz. Zorla kaybedilen sevdiklerimizin nerede olduğunu bilmeye hakkımız var. Hakikati bilme hakkımız var. Adalete ulaşmaya hakkımız var. Bu haklarımızı talep etmeyi suçmuş gibi gösterenler insanlığa karşı suç işleyenlerin hesap vermesini engelliyor. Önce sevdiklerimizi aldılar, yaşamdan tüm izlerini sildiler. Bize en ufak bir umut kırıntısı dahi bırakmamak için bizi zamansız ve mekansız bıraktılar. Bizi soluk alamadığımız bir belirsizliğe mahkum ettiler. Bu belirsizlik sonsuz bir yasa, bitmeyen bir işkenceye dönüştü. Sevdiklerimizi hatırladığımız ve topluma hatırlattığımız, ellerimizde sevdiklerimizin mezarlarına koyamadığımız karanfillerimizle gittiğimiz yerdir Galatasaray. 700.haftamızdan sonra Galatasaray Meydanını suç mahalli, sevdiklerini arayan bizleri de suçlu ilan ettiler. Galatasaray Meydanı'nı sadece kayıp yakınlarına değil tüm topluma yasakladılar. Bu yasak kararını verenler kayıp yakınlarının değil, faillerin gözünden bakıyor. Dolayısıyla bizleri de yakınlarımız gibi susturulması ve gerekirse ortadan kaldırılması gereken kişiler olarak görüyorlar."

"YASIMI TUTMAK İSTEDİĞİN İÇİN YARGILANIYORUM"

Tosun son olarak şunları söyledi:

"151 haftadır polis bariyerleriyle kapatılan Galatasaray Meydanı, 26 yıllık umudumun ve direncimin tanığıdır ve gözlerimin önünde gözaltına alınarak kaybedilen babam Fehmi Tosun ile kurduğum tek bağdır. 'Galatasaray Meydanından vazgeçin' demek, kaybedilen sevdiklerinizden vazgeçin demektir, ben vazgeçmiyorum.

Yıllardır Galatasaray Meydanından, zorla kaybedilen babamın başına ne geldiğinin araştırılmasını, yaşıyorsa kurtarılmasını, öldüyse bedenin gömüldüğü yerden çıkartılıp bize teslim edilmesini istedim. Tek bir savcı söylediklerimi dikkate almadı, kendiliğinden soruşturma açma görevini yerine getirmedi. Anlattığımız insanlığa karşı suçla ilgili harekete geçmeyen, etkin soruşturma ve kovuşturma yürütmeyen yargı makamları benim yargılanmam için harekete geçti.

 26 yıldır yaşamından umudumu kestiğim anlarda bile babamı aramaktan vazgeçmedim. Vazgeçmem! Onu bulmak, onunla vedalaşmak istiyorum. Yasımı tutmak istiyorum ve bugün bunu istediğim için yargılanıyorum.

Hiçbir hukuki dayanağı olmayan keyfi yasaklarla, baskı ve şiddetle bizleri korkutmak ve susturmak istiyorlar, susmayacağım!
26 yıldır aradığımız mezarsız sevdiklerimizi unutmamızı istiyorlar, unutmayacağım!

Onlardan vazgeçmemizi istiyorlar. Kaç yıl geçerse geçsin ve bedeli ne olursa olsun ben babamı aramaktan asla vazgeçmeyeceğim."

NAHİT EREN: ÜLKEYİ YÖNETENLER RAHATSIZ OLUYOR DİYE YAPILAN BU HUKUKSUZLUĞA ALET OLMAYIN

Daha sonra söz alan Diyarbakır Baro Başkanı Nahit Eren, hazırlanan iddianamenin hukuk düzeni içerisinde kabul edilmesinin mümkün olmadığının altını çizdi. Eren, derhal beraat konusunda değerlendirme yapılması gerektiğinin altını çizerek, “Derhal beraat kararı vermiyorsanız bu salt yargılamanın bile ‘ihlale’ konu olacağını bir hukukçu olarak söylüyorum. Bizler düşünce özgürlüğümüzü farklı şekilde dile getiriyoruz. Yeri geldiğinde yazıyor, konuşuyor, yeri geldiğinde de tıpkı Cumartesi Anneleri gibi eylem yaparak düşünce özgürlüğü hakkımızı kullanıyoruz. Bu ülkenin karanlık döneminde işlenen cinayetlerin aydınlatılmasını istiyorlar. Bunu yalnızca kendileri için istemiyorlar, bu ülkede bir daha kayıplar yaşanmasın diye istiyorlar. Eğer bu ülkede demokrasi varsa, benim bir baro başkanı olarak sizden ricam, sadece ülkeyi yöneten kişiler bundan rahatsız diye yapılan bu hukuksuzluğa alet olmamanız. Bu nedenle derhal beraat kararı vermeniz” diye konuştu.

GAMZE ELVAN: KARDEŞİM ÖLDÜRÜLDÜ, ADALET ARAYAN HERKESİN YANINDA DURACAĞIM!

Daha sonra Berkin Elvan'ın ablası Gamze Elvan beyanda bulundu. Gezi direnişi sırasında kardeşi Berkin Elvan'ın polis tarafından gaz fişeği ile vurularak öldürüldüğünü söyleyen Gamze Elvan, "O günden beri adalet arayan birisi olarak adalet arayan herkesin yanında olmaya çalışıyorum. Ben Besna’dan, İkbal abladan şanslıyım çünkü en azından bayramlarda, anmalarda gidebiliyorum mezarına, bir karanfil bırakabiliyorum, yas tutabiliyorum. Ben yine Besna’dan, İkbal abladan ve Hanife anneden şanslıyım çünkü kardeşim öldüren katillerden biri kısmen de olsa yargılandı ve ben hesap sorabildim. Ama Besna, İkbal abla öyle değil. Onlar sevdiklerini arıyorlar, nerede olduklarını bilmiyorlar. Ben de bu yüzden Cumartesi Anneleri’nin haklı adalet arayışına elimden geldiğince destek olmaya çalışıyorum.  Sevdiklerimizi bizden alanlar bu mahkeme salonlarında yargılanmalı, bizler değil.  Yargı makamı gözaltında kaybetme suçunu araştırmalı ve sorumluları cezalandırmalı, sevdiklerini arayanlar değil. Cumartesi Anneleri’nin mücadelesine nefes aldığım sürece destek vermeye devam edeceğim. Onların talepleri karşılanana kadar onların yanında olacağım. Bu hiçbir zaman değişmeyecek" diye konuştu.

ÖZGE ELVAN: ŞİDDETİN TANIĞIYIM

Ardından Berkin Elvan'ın diğer ablası Özge Elvan söz aldı. Özge Elvan şunları söyledi:

"Cumartesi Anneleri ile yolumuzun kesişmesi Gezi Direnişinde kardeşim Berkin Elvan'ın vurulduğu dönemlerde başlamıştı ve o günden sonra ortak acılarımız bizi birbirimize kenetledi. Çok acı ama kardeşimin bir mezarı olması belki de bizi Cumartesi Anneleri'nden ayıran tek fark. Bu çok acı ve vahim bir durum. 90'lardan bugüne değişen tek şey başkanlar-liderler oldu fakat Cumartesi Anneleri'nden Gezi'ye değişmeyen şey şiddetin geleneksel bir  yöntem olarak kullanılmasıdır. Evet, destek olmak için oradaydı; annelerin, kayıp yakınlarınının ve hak savunucularının maruz kaldıkları polis şiddetine tanık da oldum. Cumartesi Annneleri'nin bu haklı mücadelesine elimden geldiğince destek olmaya çalıştım, yanlarında olmaya çalıştım ve olacağım da."

ASLAN: DARBEDİLDİLM, TERS KELEPÇEYLE GÖZALTINA ALINDIM

Ardından söz alan Sinan Arslan şunları söyledi:

“Cumartesi Annelerine destek vermek için oradaydım. Ne olduğunu anlamadan polis saldırısı başladı, yaşlı insanları gözaltına almaya çalıştılar, ben de onları kurtarmaya çalışırken gözaltına alındım. Gözaltı aracında bir komiser geldi, yüzünü görsem hatırlarım. Burada söyleyemeyeceğim küfürlerle kafama, vücuduma vurmaya başladı. Ters kelepçe takıldı.” 

Gamze Elvan, Özge Elvan ve Sinan Arslan’ın avukatı Çiğdem Akbulut, dosyada beraat dışında bir karar verilemeyeceğinin açık olduğunu söyledi.

Mahkeme Başkanı'nın gösterdiği fotoğrafları hatırlatan Akbulut, “Dosyada sanık olarak yargılanan isimlere gösterdiğiniz fotoğraflarda ne olduğu çok açık. Orada ablukaya alınan, dağılmalarına dahi izin verilmeyen insanlar var. Bundan başka bir şey de yok. Bu nedenle derhal beraat kararı verilmeli” dedi.

MAHKEME BAŞKANI SÖZ KESTİ, İTİRAZ EDİLİNCE SALON BOŞALTILDI

Daha sonra söz alan Kenan Yıldızerler “20 yıldır İHD üyesiyim, defalarca şiddet gördüm, 2015’te Suruç Katliamı'ndan sağ kurtuldum. O kadar çok sebebim var ki bu eyleme gitmek için. Anayasal hakkımı kullanmak için oradaydım, ters kelepçelendim, yere yatırıldım. Burada yaşananların sorumlusu siyasi erktir. Suçlamaları kabul etmiyorum” dedi.

Yıldızerler konuşurken Mahkeme Başkanı "Konu dışına çıkma" diyerek sözünü kesti. Bunun üzerine söz alan avukatlar savunma hakkının kısıtlanamayacağını söyledi. Mahkeme Başkanı bu kez avukatın sözünü kesti. Ardından Yıldızerler’e fotoğraf göstermek istedi.

Avukat Levent Pişkin söz alarak fotoğrafların usule aykırı çekildiğini, bu nedenle delil olarak anlam teşkil etmeyeceklerini belirtti.

İzleyiciler arasında yer alan CHP Milletvekili Mahmut Tanal, Mahkeme Başkanı'nın tutumuna itiraz etti. Tanal, “10.00’da başlaması gereken duruşma 12.30’da başlıyor. Sanıklara sorulan sorular usüle aykırı. Sırf siyasi erk dediği için sözünü kesiyorsunuz” dedi.

Bunun üzerine Mahkeme Başkanı "Salon boşalana kadar duruşmaya devam etmeyeceğim" diyerek salonun başaltılmasını talep etti. Ardından salon boşaltıldı.

MAHMUT TANAL SALONA ALINMADI

Aranın ardından CHP Milletvekili Mahmut Tanal'ın salona alınmayacağı yönündeki tutanak, duruşma salonu önünde Tanal'a iletildi. Tanal ile güvenlik görevlileri arasında gerilim yaşandı. Tanal salona alınmadı, duruşma yeniden başladı.

NAHİT EREN'DEN MAHKEME BAŞKANI'NA: DOSYADAN ÇEKİLİN

Ardından Diyarbakır Baro Başkanı Nahit Eren söz aldı. Eren, "Az evvel bir milletvekilini duruşmaya almadınız. Biz bugün tam iki buçuk saat dışarıda bekledik. Evet yetki sizde ama bunun da sınırları var. Duruşmanın zamanında başlaması da sizin tasarrufunuzda. Biz hiçbir şey söylemedik. Sonra müvekkillerimizin lehine olacak değerlendirmeleri almama yönünde bir tutuma girdiniz. Bir sanık böyle bir yargılamada size seslenebilir" dedi

Mahkeme Başkanı "Talebinizi alalım" diyerek Eren'in sözlerini kesti.

Eren söyle devam etti:

"Müvekkilimiz sizin vicdanınıza seslendi. Bu dava, siyasal erklerin etkisiyle açıldığı için müvekkilimiz size bir çağrıda bulunabilir. Bu aşamadaki turumunuz tarafsızlığınız konusunda şüphelerimiz oluşmuştur. Bu nedenle CMK'nın 30. maaddesi kapsamında dosyadan çekilmenizi talep ediyoruz" dedi.

Mahkeme başkanı talebi reddetti.

REDDİ HAKİM TALEBİ DE REDDEDİLDİ

Daha sonra söz alan avukatlar mahkemenin tarafsızlığını yitirdiğini belirterek reddi hakim talebinde bulundu. Mahkeme Başkanı bu talebi "Yargılamayı uzatmak içindir" diyerek reddetti. Avukatlar bunun usule aykırı olduğunu söyledi. Mahkeme Başkanı ise "İtiraz edersiniz" diyerek savunmaların alınmasına karar verdiğini söyledi.

Avukatların kanunu hatırlatması üzerine Mahkeme Başkanı, "5 dakika içerisinde savunmaya devam etmezseniz duruşmayı bitireceğim" diyerek salonu terk etti.

AVUKATLAR VE SANIKLAR SALONU TERK ETTİ, DURUŞMAYA SON VERİLDİ

Mahkeme Başkanı'nın salonu terk etmesi sonrası avukatlar ve sanık olarak yargılanan isimler salondan çıktı. Salona dönen Mahkeme Başkanı duruşmaya son verildiğini tutanak altına aldı. Dava, 24 Kasım'da saat 10.30'a ertelendi.

NAHİT EREN: YASAKLAMAYLA ORTAYA KONULAN İRADE YARGILAMADA DA KENDİSİNİ GÖSTERDİ

Diyarbakır Baro Başkanı Nahit Eren, Evrensel'e yaptığı açıklamada eylem yasağını kastederek "Yasaklamayla ortaya konulan irade yargılamada da kendisini gösterdi" dedi.

DURUŞMA SONRASI AÇIKLAMA: TALEPLERİMİZ DÜŞÜNÜLMEDEN REDDEDİLDİ

Duruşma sonrası avukatlar adliye önünde basın açıklaması gerçekleştirdi. Mahkeme Başka'nın tutumuna ilişkin eleştirilerde bulunan Diyarbakır Baro Başkanı Nahit Eren, "Duruşma iki saat gecikmeyle başladı. Eleştirilerimizi dile getirdik ve derhal beraat hükümlerinin uygulanmasını istedik. Yapılan eylem ve etkinliğin herhangi bir güvenliği rahatsız edici eylem olmadığını dile getirdik. Maalesef taleplerimiz düşünülmeden reddedildi. Yargılama sorgulamayla başladı. Yargıç sanıklara müdahale etmeye başladı. CHP Milletvekili Mahmut Tanal'ın da eleştirilerinden rahatsız oldu ve vekilin duruşmaya alınmamasına karar verdi. Bu yargıcın bu dosyaya ilişkin tarafsız bir hüküm vermeyeceğine ilişkin bir hüküm oluştu biz de dosyadan çekilmesini talep ettik. Ama yine hiçbir şekilde, düşünme payı olmaksızın kararını zapta geçirdi. Kendisi çekilmediği için biz reddi hakim talebinde bulunduk. Kendisi çekilmedi. Buna rağmen duruşmayı sürdürmeye devam etti. Talebimizi reddettiği için üst mahkemeye başvuracağız" dedi.

"KALBİM KIRILDI DERECESİNE..."

Oya Meriç Eyüboğlu da hakimin Boğaziçi Üniversitesi davasında da aynı tutumu sergilediğini belirterek kendisi hakkınsa yine reddi hakim talebine bulunduklarını belirtti:

"Bu dava Cumartesi Anneleri'nin/İnsanlarının, bizim yüz akıdır. Burada yargılanması gereken bu insanlar değil. Boğaziçi davasında da bu hakim reddedilen bir hakim. Biliyoruz bu memleketin hukukunun ne halde olduğunu. Daha ilk andan itibaren bütün sözleri kesen üstelik 'Kalbim kırıldı' dercesine duruşmayı terk eden bir hakimle karşı karşıyaydık. Biz gözümüzle bir adalet göremedik."


DURUŞMA ÖNCESİ AÇIKLAMA: KİMİZ BİZ, NEDEN BURADAYIZ? 

Duruşma öncesi adliye önünde basın açıklaması yapıldı.

Gözaltında kaybedilen Ferhat Tepe'nin kardeşi Ayşe Tepe'nin okuduğu açıklamada şu ifadelere yer verildi:

"Kimiz biz? Neden buradayız? Biz evlatları, yakınları güvenlik görevlileri tarafından kaybedilenleriz. Yıllardır kayıplarını arayanlarız. Yıllardır Galatasaray Meydanı'nda 'evlatlarımızın hiç olmazsa kemiklerini verin' diye haykıranlarız. Sevdiklerimizin mezarlarına bırakamadığımız karanfilleri göğüsümüzde taşıyanlarız. Biz, 850 hafta boyunca dünyanın en barışçıl, en haklı mücadelesini yürüten anneleriz, evlatlarız, kardeşleriz, hak savunucularıyız... Biz, taleplerimize kulaklarını tıkayanlar tarafından yaka paça gözaltına alınan, şiddet görenleriz.

Biz, Anayasal hakkımızı kullandığımız, "evlatlarımız nerede” dediğimiz için mahkeme mahkeme süründürülmek istenen, yıldırılıp sesi kısılmak istenenleriz. Ama biz aynı zamanda asla yılmayanlarız. Biz susmayanlarız.

Biz vazgeçmeyenleriz. Kaybedilen her bir evladımızın akıbetini öğrenene kadar pes etmeyecek olanlarız. Bugün burada yargılanan bu pes etmeyen irademizdir.

Bugün burada yargılanan anayasal haklarımızdır. Anayasal haklarımızı kullanmaktan vazgeçmeyeceğiz. Bu hakkımızı kullanmak için seçtiğimiz ve 700 hafta boyunca bizden kaynaklanan tek bir olay çıkmadan oturduğumuz Galatasaray Meydanı'ndan vazgeçmeyeceğiz. Bir değil bin dava da açsanız biz asıl davamızdan, 'evlatlarımız nerede' diye haykırmaktan asla ama asla vaz geçmeyeceğiz."

26 YILDIR KAYIPLARINI VE ADALETİ BEKLİYORLAR

Türkiye gözaltında kaybedilmeyi 12 Eylül darbesinden sonra tanıdı. Darbenin hemen ardından gözaltına alınan 650 bini aşkın kişiden 300’ü gözaltında kaybedildi. Cemil Kırbayır, Hayrettin Eren, Hüseyin Morsümbül diye başlayan liste uzayıp gidiyordu.

1990’lara gelindiğinde ise Türkiye’de ‘kaybetme’ bir devlet politikasına dönüştü.

 JİTEM eliyle Türkiye’nin her yerinde insanlar seçilip, takip edilerek kaybediliyordu.

Öyle ki Hakikat Adalet Hafıza Merkezinin verilerine göre, zorla kaybedildiği tespit edilen toplam kişi sayısı 1352'tü.

1995'e gelindiğinde kayıplar arttı, kayıp yakınları ise bir ara gelmeye başladı.

Bir grup kayıp yakını ve hak savunucusu ilk kez 27 Mayıs 1995 cumartesi günü saat 12.00’de İstanbul, İstiklal Caddesi Galatasaray meydanında oturdu. Talepleri “kayıplar son bulsun, akıbetleri açıklansın, sorumlular yargılansın”dı.

Arada polis müdahaleleri olsa da bu oturma eyle 169 hafta kesintisiz devam etti.

170. haftaya gelindiğinde ise güvenlik güçlerinin müdahalesi başladı.

15 Ağustos 1998'de başlayan güçlerinin saldırı 7 ay boyunca devam etti. Her cumartesi gözaltılar yaşandı. Bu 7 ayın sonunda toplam 431 kişi, birkaç saatten beş güne kadar varan sürelerde gözaltında tutuldu, dövüldü, tartaklandı, yerlerde sürüklendi, hakarete uğradı.

Hep birlikte gözaltında kaldıkları süre 932 gün oldu. Toplam 84 günlük iş göremez raporu alındı. Bununla da kalmayıp haklarında, "polise mukavemet"ten, "toplantı ve gösteri yürüyüşleri yasasına" muhalefetten davalar açıldı. Hatta, okuma yazma bilmeyen kadınlar gözaltı hücreleri duvarlarına yazı yazmaktan yargılandı. 

Güvenlik güçlerinin müdahalesi nedeniyle belirli bir süre Galatasaray oturmalarına ara verdiklerini açıkladıklarında tarih 13 Mart 1999'u gösteriyordu.

46 KİŞİYE DAVA

31 Ocak 2009'a gelindiğinde oturma eylemine yeniden başladı Cumartesi Anneleri/İnsanları. Talepleri aynıydı: Kayıplar bulunsun, failler yargılansın. 

25 Ağustos 2018’deki 700.haftada Cumartesi Anneleri/İnsanları tekrar polis müdahalesi ile karşı karşıya kaldı.

700. haftada polis plastik mermilerle müdahale etti, çok sayıda kayıp yakını gözaltına alındı. Gözaltına alınanlar ifadelerinin ardından aynı gün serbest bırakıldı.

Ardından gözaltına alınan 46 kişiye "Kanuna aykırı toplantı ve yürüyüşlere silahsız katılarak ihtara rağmen kendiliğinden dağılmama" suçlamasıyla, Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu'na muhalefet suçundan dava açıldı.

Haklarında dava açılanların isimler şöyle: Koray Çağlayan, Koray Kesik, Leman Yurtsever, Levent Gökçek, Lezgin Özalp, Maside Ocak, Mehmet Günel, Muhammed Emin Ekinci, Ayça Çevik, Besna Koç, Cafer Balcı, Can Danyal Aktaş, Cihan Oral Gülünay, Cüneyt Yılmaz, Deniz Koç, Ercan Süslü, Ezgi Çevik, Faruk Eren, Fecri Çalboğa, Ferhat Ergen, Gamze Elvan, Hakan Koç, Hasan Akbaba, Hasan Karakoç, Jiyan Tosun, Kenan Yıldızerler, Murat Akbaş, Murat Koptaş, Onur Yanardağ, Osman Akın, Özer Oymak, Özge Elvan, Ramazan Bayram, Rüşa Sabur, Sadettin Köse, Adil Can Ocak, Ahmet Karaca, Ahmet Süleyman Benli, Ali Ocak, Ali Yiğit Karaca, Atakan Taşbilek, Ataman Doğa Kıroğlu, Saime Sebla Arcan, Sinan Arslan, Ulaş Bedri Çelik, Volkan Uyar.

O gün eyleme katılmak üzere alanda bulunan milletvekillerinin dosyası, dokunulmazlıkları olduğu için ayrıldı."

Yeni yılda Evrensel aboneliği hediye edin
ÖNCEKİ HABER

Yaba Yayınları'nın sahibi, öykücü Aziz Aydın Doğan hayata gözlerini yumdu

SONRAKİ HABER

Kadıköy'de kilisenin duvarının üstüne çıkıp oynayan 3 kişi serbest bırakıldı

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa