13 Temmuz 2021 23:31

Yazar Çağla Çinili: Sessizlik ihtiyacı yalnızken giderilmelidir

Yazar Çağla Çinili, ilk öykü kitabı “Kendimi Doğurmadan Hemen Önce”yi anlattı.

Fotoğraf: Çağla Çinili kişisel arşivi 

Paylaş

İsmail AFACAN
İstanbul

Yazar Çağla Çinili’nin ilk öykü kitabı “Kendimi Doğurmadan Hemen Önce” okuruyla buluştu. “Gündüzdüşü-I”, “Gündüzdüşü-II”, “Gündüzdüşü-III”, “Kan”, “İşgalden Artakalanlara Dair Dile Getirilmeyen Birtakım Şeyler”, “Mutlu Sonla Biten Hikâyeler Vardır”, “Dış Kapı”, “Tespih Böceği”, “Tektaş, Tamtur ve Rota”, “Prensesler Gelinlik Giyer” isimli öykülerin yer aldığı kitapta Çinili; bireysel ve toplumsal temaları güncel ve nostaljik unsurlarla iç içe geçiriyor.

Çağla Çinili’yle “Kendimi Doğurmadan Hemen Önce”yi konuştuk. İki kişinin olduğu yerdeki sessizliğin kendisini ürküttüğünü dile getiren Çinili “Sessizlik ihtiyacı yalnızken giderilmelidir, kendi arzumuzla bulunduğumuz çokluğa sessizlik bulaştırmak incir çuvalına kurt sokmak gibi bir etki yaratıyor” ifadelerini kullandı.

Kitabın ismiyle başlayalım… “Kendimi Doğurmadan Hemen Önce” bir zaman dilimini imliyor.  Bu zaman diliminin özelliklerini nasıl açıklarsınız?

Kendinizi keşfetmeye korktuğunuz zamanlardır. Olasılıkların çokluğu ve cezbediciliği arasından içten içe kim olmadığınızı, ne yapmak istemediğinizi bilirsiniz ama duyduğunuz o mırıltının kaynağına inmeyi reddedersiniz. Hayatınızı gürültülerle doldurursunuz, durmadan hareket eder bir yerlere gidersiniz, birileriyle konuşursunuz. İçinizdeki mırıltıyı size hatırlatacak sessizlikten korkar, onu size hatırlatan her şeye düşman kesilirsiniz. Kaybedeceğiniz şeylerin çokluğu ve niteliğidir sizi korkutan. Çünkü o mırıltıya bir kez kulak verirseniz hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktır. Sesin kaynağına indiğinizde kaybedeceğiniz ilk ve son şeyin sadece özgürlüğünüz olduğunu anlayacaksınız. Sonrası içinden sizi engelleyen, sınırlayan, küçülten her olgunun çıkarıldığı bir ihtimaller okyanusu.

Kitap üç parçalık “Gündüzdüşü” öyküleriyle açılıyor. “Gündüzdüşü” öykülerinden yola çıkarak düş, gerçeklik ve umut ilişkisini sormak istiyorum. Bu üçgeni nasıl yorumlarsınız?

Birini diğerlerinden kopardığımızda sistem çöker. Düşten gerçekliğe uzanan umutsuz iki nokta, düşlerden vareste kupkuru bir gerçeklik, umut parçası yahut gerçeklik mantığından uzak düş ve umut arasında bocalanan iki uçlu bir delilik hali kalır geriye. Tıpkı sizin de söylediğiniz gibi, bu güçlü bir “üçgen”.

Öykülerde kadınlar, kız çocuklar, KHK’yle ihraç edilen akademisyenler ve LGBTİ bireylerle karşılaşıyoruz. Öykülerde güncel sorunlara dair göndermeleri okuyoruz. Güncel gelişmeler sizi ve öykünüzü nasıl etkiliyor?

29 yıldır bu ülkede yaşıyorum. Yaşanan iyi, kötü her gelişme de benim gerçeğim; dert edindiğim, anlatmaya değer bulduğum, anlatırsam dönüştürebileceğime inandığım gerçekler. Beni yaralayan, büyüten ve olduğum kişi haline getiren bu gerçekler olmadan nasıl bir hayatım olurdu bilmiyorum. Dolayısıyla bu gerçekler olmasaydı yazar mıydım onu da bilmiyorum. Yine de söyleyebilirim ki güncel gerçekliğimin beni evrenselle buluşturduğuna inandığım bir yönü var. Tam şu an eril baskıdan dolayı kimsenin yara almadığı tek bir ülke gösterebilir miyiz? Hayır. Dolayısıyla yaşanan tüm haksızlıklarla içsel bir mücadele halindeyim, öykülerim de bu mücadelemin bir parçası.

Öykülerin satır aralarında ’90’lardan esintiler var: Çılgın Bediş, Otisabi gibi… ’90’larda çocuktunuz. ’90’lar sizde nasıl izler bıraktı?

1992 yılında doğdum. Aşırı meraklı erken çocukluğum ’90’larda televizyon izleyerek geçti bu yüzden bilinç dışımın yarısı ’90’lar temalı desem yalan olmaz. Bir şeye sevinince hâlâ kafamın içinde Metin Arolat’ın Dert Değil’i, Serdar Ortaç’ın Karabiberim’i çalıyor. Hatırlayayım desem dün ne yediğimi hatırlamam ama o dönemde hangi klipte kimlerin oynadığını söyleyebilir, kanalların yayın akışını saat saat sayabilirim. Beş yaş civarı giymeye özendiğim fakat yaş engeline takıldığım için lafını bile edemediğim kıyafetleri ’90’ların Nazan Öncel’i, Yoncimik’i, İzel’i, Sanem Çelik’i giyiyordu. Ülkenin politik ve siyasal durumu yine çok karışıktı hatta sonradan idrak ettiğim üzere korkunçtu fakat ben bunun farkında değildim, bademciklerim şiş olmadığı sürece hayat gayet keyifliydi. Kahverengi tonlarda ruj süren ablaların daha koyu renkli dudak çerçevelerine heveslendiğim, gizli gizli Kara Melek izlediğim, dayımın kasetlerinin üstüne kendi şarkılarımı çektiğim, canım sıkılınca rastgele numaraları arayıp “merhaba, çekiliş yaptık çay bardağı kazandınız” dediğim masum zamanlardı. 1999 depremi ile o devir kapandı. Dünyayı politik, ekonomik, sosyolojik düzlemde o kadar sansürsüz görmeye başladım ki bir daha asla eskisi kadar tasasız olamadım. O yüzden ciğerden gelen bir nefesle “İçimdeki ’90’ları özledim” diyebilirim.

“Mutlu Sonla Biten Hikayeler Vardır” isimli öykünüzde “Kitapları sevmiyor. Şiirlerin hiçbirini okumadı. Brida’yı adama o kadın aldı. Güneş batmak üzere. Konuşmuyorlar. Sessizlik aralarında üçüncü bir kişi.” diyorsunuz. Bireysel ve toplumsal konularda üçüncü bir kişi olarak yaşamımızda yer edinen “sessizlik” hakkında neler söylersiniz? Sessizliğin sizde yarattığı çağrışımlar nelerdir?

Sessizliği yalnızken seviyorum. Buna rağmen iki kişinin var olduğu bir yerde peyda olan sessizliğin beni ürküten bir yanı var. Kimsenin hakkında konuşmaya cesaret edemediği bir vedaya, bir ölüme, bir bitişe dair iki kişinin üstüne çöken buluta; isim, cisim, geçmiş kazanmış mendebur bir insana benzetiyorum o sessizliği, hoşlanmıyorum. Benim imge dünyamda paylaşmanın coşkulu ve belki biraz da gürültülü bir cümbüşü vardır. Paylaşım ses çıkarır, kahkaha attırır, yüksek sesle itiraz ettirir. Kalabalık bir sofra, coşkuyla yorumlanmak üzere fala kapanmış bir çift kahve fincanı, terletici bir telaştır. Sessizlik ihtiyacı yalnızken giderilmelidir, kendi arzumuzla bulunduğumuz çokluğa sessizlik bulaştırmak incir çuvalına kurt sokmak gibi bir etki yaratıyor benim iç dünyamda.

“Tektaş, Tamtur ve Rota” öyküsüyle bitirelim söyleşimizi… Rota neden sürekli yenileniyor?

Patriarka kendinden olmayan herkese karşı (Ki bunu sadece kadınlar diyerek sınırlandırmam haksızlık olur) kullanabileceği tüm materyalleri yüzyıllar boyu kullandı. Evvela din olgusunu bahane ederek cadı diye avladı, kafir diye taşladı. Bir zaman geldi, yok etmeye çalıştığı bu insanları iş gücü olarak kullanabileceğini fark etti ve evin içinde “Kendinden olmayana” biçtiği rolleri kapitalist düzlemde benzer rollere taşıyarak yine kontrol altına almayı başardı. Şiddeti manipülasyona evirdi. Özgürlük ve iradelerinden vazgeçmeleri için kadınlara pırıltılı taşlar sundu. Renkli pembe sunumlar yapabilecekleri evlere, yıl sonunda tavşan yemi kadar maaş zamları vadettikleri sonu gelmez fazla mesaili bürolara kapattı. Her fırsatta “Kadın kadının kurdudur” fitnesi atarken sözsüz “biraderlik” anlaşmasını destekledi. Patriarka çok tecrübeli ve sinsi. Bu yüzden sürekli olarak yeniden rota belirliyor. Eril sistemin gelişimini düşündüğümde aklıma hep bu imge gelir.

Yeni yılda Evrensel aboneliği hediye edin
ÖNCEKİ HABER

Kılıçdaroğlu: Batsın sizin milli ve yerliliğiniz

SONRAKİ HABER

Babacan: 15 Temmuz, iktidarın gücünü tahkim etmesine alet edildi

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa