Lavinia
Lavinia gömüldükten sonra mezarının üzerinde bir çiçek yetiştiği rivayeti kulaktan kulağa yayılarak günümüze kadar gelmiştir. Mezarda açan bu çiçeğin adına Lavinia yani ölüm çiçeği adı verilmiştir.
Fotoğraf: Pixabay
Lavinia kelimesi ile ilk karşılaşmam Özdemir Asaf’ın iç burkan şiiri ile olmuştu. Şiire adını da veren Lavinia, şairin dizeler boyunca gitmesi ile kalması arasında asılı kaldığı sevgilinin adıdır. Şiirin son bölümünde yer alan “Adını gizleyeceğim/Sen de bilme, Lavinia” dizeleri şairin Lavinia’ya olan aşkını hiç dile getiremediğini, kendini yaşayan aşkının arafında kaldığını ele verir.
Lavinia isminin yeniden karşıma çıkışı Vergilius tarafından Truva kahramanlarından Aeneas efsanesinin anlatıldığı Aeneis destanı iledir. Truva Savaşı sonunda tanrılar Aeneas’a “Truva bitti, sen burası kadar önemli bir ülke daha kuracaksın!” diyerek gurbetin yolunu açar. Böylece Aeneas, babası, oğlu ve savaştan sağ kurtulanlar ile Truva’yı terk ederek Antandros’a (Edremit) gelir. Antandros’ta ormandan kestikleri çamlardan yaptıkları yirmi adet gemi ile bir mart sabahında denize açılırlar. Yunanistan, Arnavutluk, İtalya ve Tunus olmak üzere toplam dört ülke ve yirmi bir limanı geçerler ve yeni Truva’yı kurmak için Roma yakınlarında karaya çıkarlar. Bu karaya çıkış yeni Truva’nın yani Roma İmparatorluğunun başlangıcıdır. İşte on iki bölümden oluşan destan bu yol hikayesini anlatmaktadır.
Lavinia ismi destanda sadece bir isim olarak karşımıza çıkar. Kuru bir isim… Ne yaşamından haberdarızdır ne duygularından ne de arzularından… Lavinia kehanetlere uyarak Aaneas ile evlenmiştir. O kadar…
Koca destanda Lavinia’nın yeri yukarıdan aşağı da yazsanız, sağdan sola da yazsanız bir kenar süsü bile oluşturmayacak kadar kısadır. Lavinia’nın dili bu epik ve eril destanda koca koca gür sesli kahramanların bağırtıları arasında lal olmuştur.
Belki de Lavinia’nın sesinin duyulmaması sadece koca koca kahramanların bağırtıları nedeniyle değildir. Belki de Lavinia’nın sözleri boş parşömenlere dökülemeden boşlukta asılı kalmıştır. Çünkü Vergilius Aeneis Destanı’nı bitiremeden ölmüş ve yarım kaldığı için de eserinin yakılmasını vasiyet etmiştir.
Neyse ki vasiyeti tutulmamış ve destan günümüze kadar gelmiştir. Böylece Lavinia’nın binlerce yıldır boşlukta asılı kalan sözlerine Ursula Le Guin tercüman olabilmiştir. Le Guin kahramanı ile aynı ismi koyduğu kitabında harf olur, kelime olur, cümle olur ve Lavinia dile gelir; “Varlığım yüzyıllar boyu sürecekse eğer, en azından bir kerecik ortaya çıkıp konuşmam gerekir. Şairim bana hiç söz hakkı tanımadı. Sözü ondan almak zorunda kaldım” der.
Lavinia ismi ile yeniden karşılaşmam bu kez William Shakespeare'in en kanlı eseri olarak kabul edilen ve Türkçeye Titus Andronicus olarak çevrilen oyunudur. Bu oyunda Lavinia Roma Ordusunun soylu komutanı Titus Andronicus’un kızıdır. Lavinia’nın güzelliği oyunda “Roma’nın en parlak cevheri” şeklinde tanımlanmıştır. Ancak bu cevher vahşi bir şekilde söndürülür. Çünkü Lavinia’ya önce tecavüz edilir. Ardından tecavüz edenlerin adını söyleyemesin diye dili, adlarını yazamasın diye elleri kesilir. Ardından da babası Titus Andronicus tarafından öldürülerek kirletilmiş olan namusu temizlenir. Öldürüldüğünde namusu temizlendiği için olsa gerek (!), oyunun sonunda Lavinia aile mezarlığına gömülür.
Lavinia kelimesinin ölümle ilişkilenmesi bu hikâyeden sonra olsa gerek. Her ne kadar Shakespeare'in oyunu Lavinia’nın gömülmesi ile son bulsa da okuyucuların gönlü hikâyenin bu şekilde son bulmasına razı olmamıştır. Çünkü Lavinia gömüldükten sonra mezarının üzerinde bir çiçek yetiştiği rivayeti kulaktan kulağa yayılarak günümüze kadar gelmiştir. İşte mezarda açan bu çiçeğin adına Lavinia yani ölüm çiçeği adı verilmiştir.
Latince adı Artemisia vulgaris olan Lavinia misk otu olarak da bilinmektedir. Bu çiçek ilk olarak Titus Andronicus’un kendi elleriyle yaşamına son verdiği kızının mezarında açmış olmasından mı yoksa mezarlıklarda sık gözlenmesinden mi “ölüm çiçeği” olarak adlandırılmıştır bilinmez. Lavinia her ne kadar ölümle ilişkilendirilmiş olsa da yüzü yaşama dönüktür. Çünkü bir mavi kelebek türünü polenleri ile emzirir.
Bu mavi kelebekler 26 yıl önce yaşanmış olan bir soykırımın sessiz çığlıklarına tercüman olmuştur. 11 Temmuz 1995 tarihinde Ratko Mladic komutasındaki Sırp Cumhuriyeti Ordusu'na mensup ağır silahlarla donanmış askerler Bosna-Hersek'in Srebrenitsa kentine girmiş ve 22 Temmuz 1995 tarihine kadar toplam 8.372 Bosnalı insanı vahşice katlederek bir soykırım gerçekleştirmiştir. Katledilen insanlar da izleri bulunmaması için toplu mezarlara gömülmüştür.
Toplu mezarların izini sürmek ve yerlerini bulmak çok da kolay olmamıştır. İşte Lavinia’nın yani ölüm çiçeklerinin polenleri ile beslenen bu mavi kelebekler hakikat arayıcılarına kılavuzluk yapmıştır. Mavi kelebeklerin belirli bölgelerde yoğunlukların artması dikkatleri bu alanlara çekmiştir. Ölüm çiçekleri ile bütünleşen mavi kelebeklerin işaret ettiği bu alanlarda yapılan kazılar koyun koyuna gömülmüş bedenlerin sessiz çığlıklarını özgürleştirmiştir.
Yazıya Özdemir Asaf’ın Lavinia şiirinden dizelerle başlamıştım. Yazıyı yine Lavinia üzerine şiir yazmış bir şairin dizeleriyle bitirmek isterim. Bu şair “hüzün ki en çok yakışandır bize/ belki de en çok anladığımız” dizelerinin nakışçısı Hilmi Yavuz’dur. Hilmi Yavuz “Lavinia için Sonnet” adlı bir şiirine “sana da yas yaraştığı söylenir, öyle değil!...” diye başlar ve “sana yas değil elbet, yaz yaraşır lavinia...” dizesiyle bitirir.
- Vadedilmiş harfler 10 Ekim 2024 10:21
- Umut ayracı 26 Eylül 2024 10:24
- Fenike’den Marsilya’ya, uzodan rakıya… 12 Eylül 2024 12:41
- Bütün yollar Rom’a çıkar 29 Ağustos 2024 10:33
- Bitiş çizgisi 15 Ağustos 2024 04:54
- Çayın yolculuğu 01 Ağustos 2024 08:30
- Kafatası çağı 18 Temmuz 2024 10:00
- Çok kapılı oda 08 Temmuz 2024 10:44
- Yoldan sonra 28 Haziran 2024 09:23
- Bir “Yol” Hikayesi II 13 Haziran 2024 13:49
- Bir “Yol” Hikayesi 30 Mayıs 2024 13:20
- İçimizdeki İrlandalı 16 Mayıs 2024 12:53
- İşçiler marş söyleyerek sahneye girerler… 01 Mayıs 2024 10:10
- Emek bizim, söz bizim… 26 Nisan 2024 04:30
- Sol açık 18 Nisan 2024 11:30
- Kader kapıyı çalınca… 04 Nisan 2024 12:45
- Bir ihtimal daha var o da ölmek mi dersin 21 Mart 2024 04:30
- İkiyüzlü ahlak kumkumalığı 07 Mart 2024 13:48
- Elde kaldı hüzün… 22 Şubat 2024 13:32
- Tüfenk üçlemesi: Mavzer 01 Şubat 2024 10:47
- Tüfenk üçlemesi: Aynalı Martin 18 Ocak 2024 11:50
- Tüfenk üçlemesi: Filinta 04 Ocak 2024 13:45
- Gayrı döner oldum 21 Aralık 2023 14:58
- Kayyum rejimi 07 Aralık 2023 12:54
- Kimdi giden kimdi kalan 23 Kasım 2023 11:01
- Eni vici vokke 02 Kasım 2023 13:04
- Şeytanın ışıltısından insanlığın karanlığına 19 Ekim 2023 09:52
- Dayanışma ezilenlerin inceliği midir? 28 Eylül 2023 12:20
- Amerikan İç Savaşı'ndan İngiltere'ye gariptos ağaçlarının hışırtısı 14 Eylül 2023 11:12
- Cehennemin kapısından Bakırköy’ün avlusuna… 31 Ağustos 2023 10:22
- Irgatın Türküsü 17 Ağustos 2023 11:32
- Yüksek Kaldırım’dan Leningrad’a bir şehrin faşizme karşı direniş senfonisi 03 Ağustos 2023 11:46
- Mississipi’den Feshane’ye derinlik ve güvenlik meselesi 20 Temmuz 2023 04:07
- Birimize bir şey olursa ne yaparız? 06 Temmuz 2023 11:31
- Mordan öte 22 Haziran 2023 12:22
- Hakikat bükücülüğü 08 Haziran 2023 11:11
- Umut yorgunluğu 25 Mayıs 2023 10:44
- “Winner” ceket mütevazı mutfağa karşı 11 Mayıs 2023 11:11
- Savaş naraları 27 Nisan 2023 10:10
- Bellek oyunları 13 Nisan 2023 10:50
- Maraş, bahtı gara Maraş 23 Mart 2023 10:48
- Aradığınız devlet bulunamadı 02 Mart 2023 12:22
- Deprem değil, binalar öldürürmüş (!) 16 Şubat 2023 08:42
- Katil uşak 02 Şubat 2023 11:01
- Suyun kokusu 19 Ocak 2023 13:45
- Timsah armudu 05 Ocak 2023 10:27
- Yılın sözcükleri 22 Aralık 2022 11:09
- Franco’dan bugüne Dünya Kupalarından elimizde kalanlar 08 Aralık 2022 11:45
- Şah mat 24 Kasım 2022 09:19
- “Gördük biz bu filmi” 10 Kasım 2022 10:54
- Hakikat yolcusu 30 Ekim 2022 11:20
- Anlatılamamış masallar 27 Ekim 2022 10:14
- "In vino veritas" diğer bir deyişle "Hakikat şaraptadır" 13 Ekim 2022 11:07
- Suskun notalar 29 Eylül 2022 11:12
- Güney Kutbunun yeniden keşfinin hüzünlü hikâyesi 15 Eylül 2022 11:09
- “Sen ben Lenin” Bir de Ahmet Abi. 01 Eylül 2022 10:39
- Börklüce’den günümüze Eyyamı Bahur ya da namı diğer Köpek Günleri 18 Ağustos 2022 10:59
- Dünyanın eksenini kaydıran Hindistan’ın küçük cevizi 04 Ağustos 2022 10:39
- Dünyanın tadı baharı 21 Temmuz 2022 08:40
- Menekşe kokusu 07 Temmuz 2022 04:24
- İnsan kokusu 23 Haziran 2022 04:12
- Tiryak-i 02 Haziran 2022 11:37
- Bahar karşılama 19 Mayıs 2022 06:26
- Hıdırellez ateşi 05 Mayıs 2022 01:05
- Yelkenler fora 21 Nisan 2022 05:20
- Sözün gücü 07 Nisan 2022 06:05
- Lombardiya’dan Ukrayna’ya kemanın tınısı 24 Mart 2022 05:34
- Zeytinin hükmü 10 Mart 2022 05:55
- Geççek 24 Şubat 2022 05:15
- Allasen söyle nedir aşkın aslı astarı! 09 Şubat 2022 23:45
- Erguvan kokusu 27 Ocak 2022 05:49
- (N)isyan 13 Ocak 2022 04:53
- Yaşamın ağırlığı 30 Aralık 2021 05:42
- Kuşaklar boyu insan hakları 16 Aralık 2021 05:03
- Savaşı Durduran Kadınlar: Lili ve Marlen 02 Aralık 2021 04:23
- Herkesin bir Ahmet Kaya’sı vardır 18 Kasım 2021 04:00
- Şaka mı, şeker mi, yoksa patates mi? 04 Kasım 2021 05:43
- Memeli Zeus 21 Ekim 2021 06:51
- Son Bakış 07 Ekim 2021 05:30
- Kırmızı 22 Eylül 2021 23:43
- Asuman’dan Antonis’e Ege’nin iki yakası 09 Eylül 2021 04:46
- Her ekalliyeti düşünüyorum 26 Ağustos 2021 04:04
- Dezenfektan aşkı 12 Ağustos 2021 06:12
- Nomadland’den Rosetta’ya Göçebe Ruhlar 29 Temmuz 2021 06:35
- Ruhumda Sızı* 01 Temmuz 2021 06:46
- “Y” 17 Haziran 2021 06:06
- Vurmayın öldüm 03 Haziran 2021 03:56
- Gözümün nuru 20 Mayıs 2021 06:11
- İmgenin suskunluğu 06 Mayıs 2021 05:56
- Ruhlar Mezbahası İyi Günler 22 Nisan 2021 03:34
- Şiirci Geldi Haaanıım… 08 Nisan 2021 00:00
- Ata Abi 25 Mart 2021 05:08
- “Yurtsama”dan “gündedün”e “nostalji”nin çağrıştırdıkları 10 Mart 2021 23:20
- Gönülçelen kelimeler atlasım 25 Şubat 2021 05:00
- Harfiyat 10 Şubat 2021 22:41
- Utanç ne yana düşer usta... 28 Ocak 2021 04:20
- “... Ve Herkes için Adalet” 13 Ocak 2021 23:15
- Yattığınız yer incitmesin… 31 Aralık 2020 04:38
- San(a)saryan’dan Su’ya Mahsus Mahaller 09 Aralık 2020 22:44
- Ölüm, adın kalleş olsun… 26 Kasım 2020 04:03
- Depremin ruhsal sarsıntısı 12 Kasım 2020 04:59
- Notaların savaşla hesaplaşması 29 Ekim 2020 05:11
- Hırsızlar mağarası 15 Ekim 2020 00:00
- İyi ki TTB var! 01 Ekim 2020 06:30
- Heybeliada Sanatoryumundaki Hayalet 17 Eylül 2020 00:02
- Otokinetik etki ve norm oluşturma 03 Eylül 2020 05:06
- Ödemişli Muzaffer’den Amerikalı Sherif’e 20 Ağustos 2020 00:51
- Uygun adım marş!… 06 Ağustos 2020 05:18
- ERK-EK 23 Temmuz 2020 04:57
- İçimdeki yangın 09 Temmuz 2020 05:18
- Dededen toruna “Barış”ın inşası 25 Haziran 2020 01:00
- Esaretten kaçan köleden hasta, kamçıdan tedavi üretmek 11 Haziran 2020 00:00
- Kerli ferli yalanlar ve sosyal uyum 28 Mayıs 2020 00:00
- Elma dersem çık… 14 Mayıs 2020 00:30
- Yaşam için ölüme yatanlar 30 Nisan 2020 02:08
- Bastırılan geri döner 16 Nisan 2020 00:00
- Miasmadan Covid-19’a sağlıkçıların salgından korunma önlemleri 02 Nisan 2020 02:49
- Şimdiki zamanda bir distopya: Covid-19 18 Mart 2020 20:30
- Şehitler tepesi 05 Mart 2020 00:30
- Özlerimize kıymayın efendiler! 20 Şubat 2020 00:30
- Acının tonu 06 Şubat 2020 00:00
- Başlarken… 29 Ocak 2020 23:20