Çöpten çıkardıklarıyla iki çocuk okutuyor
İstanbul’un Avrupa yakasında bulunan Avcılar ilçesine bağlı Yeşilkent Mahallesi. Çöpler, burada yaşayanların geçim kapısı...
Fotoğraf: Evrensel
1992 yılından bu yana ilçe statüsünde bulunan Avcılar, Küçükçekmece Gölü ve Marmara denizi ile komşu. TEM Otoyolu ile E-5 (D-100) kara yolu ilçe sınırlarından geçtiği için oldukça yoğun bir bölge. Resmi rakamlara göre 2020 yılında 436 bin 897 nüfusu olan Avcılar 2021 yılında nüfusu yaklaşık 500 bin olarak tahmin ediliyor. Avcılar’ın en büyük mahallesi olan Yeşilkent’te ise resmi rakamlara göre 75 bin, kayıt altında olmayanlarla birlikte yaklaşık 100 bin kişi yaşıyor. Mahalleye ulaşım oldukça zor. Zira 100 bin insanın yaşadığı mahalleye 142 F dışında giden belediye hattı yok, hal böyle olunca dolmuşlar devreye giriyor. Yeşilkent’te kiralar 700 ile 1000 lira arasında değişiyor, yoksul emekçi halkın yoğun yaşadığı mahallede Suriyeli, Afganistanlı, Afrikalı insanlar da konaklıyor. Dar gelirli yurttaşların yoğun olarak yaşadığı mahallede emekçilerin büyük bir kısmı fabrika işçisi. Sabah güneşiyle birlikte Esenyurt, Hadımköy, Kıraç, Çatalca sınırları içerisinde bulunan fabrikaların yolunu tutan işçiler akşam karanlığında mahalleye dönüyor. Mahallede çöpten şişe/kağıt/bakır toplamak, parça başı iş yapmak bir geçim kapısı. 100 bin nüfuslu Yeşilkent’te 2 tane küçük park var. Sosyal yaşam alanları, kütüphane, sinema salonu, spor salonu ise bulunmuyor. 2 ortaokulu 1 meslek lisesi bulunan mahallede gençler de tıpkı aileleri gibi okuldan mezun olduktan sonra fabrikalara yöneliyor.
Hazırlayanlar: Murat UYSAL – Eren ERGİNE
İstanbul’un Avrupa yakasında bulunan Avcılar ilçesine bağlı Yeşilkent Mahallesi. Avcılar merkezden bindiğimiz 142 F numaralı otobüs bizi sağlı sollu hurda dükkanlarının olduğu caddeden alıp mahalle girişine bırakıyor. Mahallenin girişinde bir kemer, üzerinde ise altın sarısına benzer bir tonda kocaman harflerle Yeşilkent Mahallesi yazıyor. Hemen yanımızda Kıvırcık Ali Parkı, parkın 100 metre ötesinde dört yol ağzında bir çöp konteyneri, yerde dizili bira şişeleri, inşaat çivileri, demir parçaları; hepsi özenle seçilmiş ayrıştırılmış. Çöpün başında çömelmiş bir adam, ayıklama işi yapıyor. Selam vererek muhabbet etmeye çalışıyoruz. Sohbete başlamadan kendi gibi çöplerden işe yarar her şeyi toplayan Ahmet M. geliyor. Çöpün başında dizlerini, kırıp oturan arkadaşına seslenerek ‘’Havalimanında bir personel kartım olsa yeter” diyor. Havalimanında çalışan temizlik işçilerinin kendi aralarında konuştuklarını heyecanlı şekilde arkadaşına anlatıyor: “Turistler ülkelerine dönerken, döviz işlemlerinden kalan bozuk paraları temizlik işçilerine veriyormuş. Valla isterse havalimanı bana asgari ücret versin, zaten o bozuk paraları toplasan ay sonunda asgari ücretten daha fazla yapar.”
‘100 TANE BİRA ŞİŞESİ, 15 KURUŞTAN 15 LİRA’
Bir yandan arkadaşına bir yandan bize cevap vermeye çalışan Ahmet görüntü alınmasını istemiyor, “Haberde Ahmet M. diye kullanırsanız okuyan arkadaşlar ben olduğumu anlar” diyerek gülümsüyor. 50’li yaşlarda, kısa boylu, zayıf biri Ahmet M. İnşaattan emekli olunca sırtında bir çuval alarak çöpün yolunu tutmuş. Oğluyla birlikte yaşıyor. Kirası yok, ama borcu var. Geçinemediği için ihtiyaç kredisi çekmiş, aylık 1205 lira otomatik olarak krediye kesiliyor. Geriye ise 1370 lira para kalıyor. Durumundan şikayet de etmiyor, “Elim ayağım tutuyor, kimseye muhtaç değilim ama param olsa çöp toplamaya çıkmam. Kiracı olsak hayat çok daha zor olurdu” diyor. Çöp konteynerinin yanında diz üstü çömelip ayıklama yapan arkadaşı sohbete dahil olmak için yüzünü bize dönüyor. Ahmet M. onu işaret ederek, “100 tane bira şişesi satacak, 15 kuruştan 15 lira para alacak. Çöpten bakır çıkar, karton çıkar, demir çıkar... Ne bulsak topluyoruz, bakırın kilosu 60 lira… Bu işi çalışan da yapıyor, Suriyeli de Afgan da ama onlar motorla çıkıyor. Artık nereye gidersen git Suriyeliler çalışıyor, çünkü patron sigortadan kaçıyor, düşük ücret veriyor” diyor.
EV GEÇİNDİRİYOR
Havalimanında çalışan temizlik işçisi ayıklama işini bırakıp ayağa kalkıyor. Esmer, uzun boylu, yapılı bir işçi, gözünde güneş gözlüğü var. Önceden çalıştığı yerden kalma alışkanlığıyla yüzü sinek kaydı traşlı. Eli yaptığı işten dolayı kararıp, kirlenmiş. Tuttuğu çuvalda elinin karasının izi kalıyor. İşten atılma korkusu nedeniyle adını söylemekten imtina ediyor. Oysa pandeminin başından beri ücretsiz izinde, o günden beri hurdadan topladıklarıyla hayatını devam ettiriyor. Arkadaşı gibi paraya dönüştürebileceği her şeyi çöpten çıkarıyor. Havalimanında işten atmaların olduğundan, kendisinin durumunun ise önümüzdeki günlerde belli olacağından bahsediyor. Gündüzleri mahalle aralarında bulunan konteynerleri geziyor, gece ise dinlenme yerlerine gidiyor. Dinlenme yerlerini ise şöyle anlatıyor: “Sefaş’ta (Esenyurt’ta bir durak) yol kenarında müsait yerlerde oturup içenler var, biz dinlenme alanları diyoruz. Oralarda insanlar içiyor, bira şişelerini topluyorum. Sefaş’tan başlıyorum, Yeşilkent’e kadar yürüyorum.” Sefaş’ta daha fazla şişe olduğunu ise ayrıca belirtiyor. 2 çocuk babası, iki öğrenci okutuyor çöpten çıkardıklarıyla. Yeşilkent’te bir evi var, “Kira olsa İstanbul’u terk ederdim” diyerek çuvalı yükleniyor. Her biri başka yöne başka konteynere yöneliyor, günü kurtarmak umuduyla.
‘SUYU İÇİYOR, ŞİŞEYİ ÇÖPE ATMIYOR’
Hemen yanı başımızda bir gecekondu, önünde özenle dizilmiş karpuzlar, başında ise bir çocuk, yanında kimse yok. Önümüz sıra yürüyen Romanlar, kalabalık bir kadın topluluğu, belli ki akrabalar. Yürüyorlar, arkalarında biz, bizim arkamızda da küçük bir çocuk, elinde taş annesine fırlatıyor. Kavgalarından anladığımız kadarıyla bakkaldan birkaç isteği olmuş, ama istek yerine getirilemeyince çareyi anneyi taşlamakta bulmuş. Kafamıza taş gelmesin diyerek adımlarımızı daha büyük atıyoruz. Mahalle aralarında kağıt, plastik, demir gibi çöpten çıkarılan maddelerin toplandığı alanlar çok fazla, hepsinin önünde bir kamyonet kasalar ise toplanan atıklarla sıkıştırılıp, üzeri yarı açık kapatılmış. Önümüzde bir aile toplanan atıkların, içinde gülüp eğleniyorlar. Yanı başlarında duran bir zabıta aracı, içinde kimse yok. Yanlarına yaklaşıyoruz.
Bizi gören kağıtçılar elindeki işi bırakıyor, dengede dursun diye bir ayağına taş konmuş masanın etrafına hep birlikte oturuyoruz. Önümüze hemen iki soğuk soda getiriliyor. Kenan’ın iki çocuğunun oyun alanı olarak kullandığı hurdaların toplandığı bahçe mahalle halkının da uğrak yeri. Mahallede konteynerlerden toplanan çöpler ilk kez bu bahçede paraya dönüyor. İşi olan da olmayan da ek iş olarak toplama işini yapıyor. Öyle olunca mahalle içerisinde market önlerinde, pazar yerlerinde sırtında çuvalla gezenler her an önünüzde beliriyor. Kenan ailesiyle birlikte yaşıyor, babası, eşi ve çocukları yanı başında. Gündüz atıkların toplandığı işyeri akşam evleri oluyor. Ailecek orada yaşıyorlar. “Genelde toplama işini Yozgatlılar, Tokatlılar” yapıyor diyerek söze giriyor. Yanında çalışan işçi ise “Artık herkes yapar oldu, insanlar suyu içiyor, şişeyi çöpe atmıyor. Yanında tutuyor yolda 3 tane daha plastik şişe bulurum ekmek alırım umuduyla” diyor. Yeşilkent halkının büyük kısmının toplayıcılık yaptığını, aralarında belediye çalışanlarının, fabrika işçilerinin de olduğunu Kenan’dan öğreniyoruz.
‘FABRİKADA İŞİ BİTEN ÇÖPE ÇIKIYOR’
Sohbet koyulaşırken çekçeklerin biri geliyor, biri gidiyor. Aralarından biri daha çok dikkatimizi çekiyor. 75 yaşlarında bir adam. Onun da diğerleri gibi eli yüzü kir pas içinde, bedeni incecik, kambur duruşuyla arabasını boşaltıyor. “İhtiyacı olmasa bu yaşlı adam neden plastik, kağıt toplasın bu sıcağın altında” diyerek yaşlı adamı işaret ediyor Kenan: “Artık herkes ek iş yapar oldu. Asgari ücretle çalışan işçi geçinemiyor, fabrikada işi biten çöpe çıkıyor. Tek maaşla geçinmek kolay mı? Tabakları küçültelim çağrısı yapıyorlar, tabağı küçültmek kolay, önemli olan büyütmektir.”
Sırtlarında taşıdıkları aracın adı çekçek. Demirciler tarafından yapılan ekmek teknesinin fiyatı 350 lira, 20 lira da çuval, toplam 370 lira maliyet. Plastiğin kilosu 2 buçuk lira, kağıdın kilosu ise 1 lira. Tencere tava bulanlar ise daha şanslı, kilosu 9-10 liradan başlıyor. Çalışmadan daha fazla geri kalmasınlar diye izin istiyoruz, o sırada yanımıza gelen bir hurdacı ise çok ses olduğu gerekçesiyle zabıtaların dükkanını mühürlediğini söylüyor. Başka hikayeler dinlemek, başka yaşamlar görmek için mahallede gezmeye devam ediyoruz...
‘DERME ÇATMA YAPILAN EVLER, İMAR ÇIKAR UMUDUYLA KAT KAT BÜYÜMÜŞ’
Yozgatlısı, Tokatlısı, Amasyalısı yıllar önce taşı toprağı altın sanılan İstanbul’un yolunu tutup Avcılar’ın üvey evladı Yeşilkent’e yerleşmiş. 100 binin üzerinde nüfusu olan mahallede daha görünürler. Derme çatma yapılan evler, imar çıkar umuduyla kat kat büyümüş. 40 yıldır ise sorun çözülmemiş. Eylemler yapılmış, toplantılar, yürüyüşler, imza kampanyaları hiçbiri fayda etmemiş. Tamamı kaçak yapı pozisyonunda. Üvey evlat dedik ya gerçekten öyle. Çünkü İstanbul’un orta yerinde Avcılara bağlı bir mahalle, ancak görenlerin “Anadolu’da bir kasaba gibi” diye tarif ettiği Yeşilkent’in tek derdi imar da değil. Kanalizasyon altyapı sorunu, okul sorunu, park bahçe sorunu, dere yatağından yayılan hastalıklar... Bu sorunlar silsilesinin sonu yok. Öyle ki İstanbul’da ilk defa görülen Batı Nil virüsü de Yeşilkent’te görülmüş. Göl kenarına yakın olmasından dolayı boş olan araziler göç eden kuşların uğrak noktası, kuştan sivrisineğe sinekten de insana bulaştığı iddialar arasında. Yeşilkent Mahallesi’ni bir dere ikiye bölüyor, derede çalışmalar yapılmış ama yetersiz. Yer yer üstü açık, yer yer koruması kırılmış, sökülmüş olan bu dere çocukların oyun alanına dönüşmüş. Taş kaydıracak kadar su olmasa da eline geçen taşları sallıyorlar rastgele. Dere kenarında oturan mahalle halkı ise özellikle yaz aylarında yayılan pis kokudan şikayetçi.
Dere kenarında ilerliyoruz. Aslında temiz su aksa, koruması olsa hiç de fena bir görüntüsü olmaz. Mahallede yürürken “Bu insanlara bu koşullarda yaşamak mı reva görülüyor” diye sormaktan kendimizi alamıyoruz.