İlaç veresiye bez taneyle
Yeşilkent Mahallesi’nde eczaneye ilaç almaya gelenin parası azsa reçetede 3 ilaçtan 2’sini alıyor. Parası olmayan ise deftere yazdırıyor. Bakkallardan ise taneyle bebek bezi alanlar arttı.
Fotoğraflar ve kolaj: Evrensel
Hazırlayanlar: Murat UYSAL – Eren ERGİNE
Kapının önünden üç kere geçti Ali. Adımlarını ne kadar yeri deler gibi sert basıyor olsa da elinde tuttuğu, ilaç isimlerinin yazılı olduğu küçük kağıt parçasına o kadar nazik davranıyordu. İlkokul üçten terk okumasıyla harfleri birbirine çarptırıyordu ama boşa, bir şey anlamıyordu yazandan. Üstünde okulun köşesindeki pazardan çözdüğü hırka, ayağında parlak genç işi ayakkabılarla dördüncü turda attı kendini eczanenin kapısından içeri. Bakkala borç, eczaneye borç, manava kasaba borç. Cebi delik cepkeni delik Ali. Kolu delik mintanı delik Ali. Yeni delik kaftanı delik Ali. Kevgir misin be Turhallı Ali!
"DEFTERDEKİ BORÇLARLA SIFIR ARABA ALINIR"
20 seneye yakın sağlık ocağının karşısındaki yerinde duran eczanenin borç defterleri geçen aylarda bilgisayara geçirilmiş. Eczanenin tezgahtarı Mesut “Yeşilkent’te esnaflık yapan adam her yerde esnaflık yapar” diyor: “Fakir yer burası, yazılan ilacı almadan gidenler, alıp sonra getiririm diyenler çok. Borç yazdırıyorlar, borçla alıyor çoğu insan ilacını. Şurada o kadar borç var ki şu an toplasak sıfır bir araba alırız. 6 liralık ilaç alacak, onu bile yazdırıyorlar. Düşünün cebinde 6 lira yok insanların. Günde 150-200 kişiye bakıyoruz bunun yarısı yazdırarak ilacını alıyor.”
O sırada tezgahın arkasına çağırıyor bizi Mesut, Yeşilkent’in borcunun tutulduğu programı açıyor, 2 bin 638 kişi var listede. Borcun, ilaç almaya gelirken dank ettiğini, yeni ilacı almak için insanların binbir utançla şunları söylediğini aktarıyor Mesut, “Ay sonunda maaşımı alınca getireyim, eşim maaşını alınca vereyim sizin borcu. Bu ay başka yere ödeme yaptım sen ilacı ver diğer ay size getireyim.” İnsanların parası yetmediği için reçetedeki ilacı alamadığını söyleyen Mesut, “Sağlık bedava bedava diyorlar ya millet muayene paralarından şikayet ediyor, ilacını alamıyor. Bunu almasam da olur diyorlar oysa doktor yazmış, alması gerekir. Hâlâ 3-5 lira için kimliğini bırakmak isteyenler var. Biz almıyoruz tabii ama ilacını almak için teklif edenler var. Artık biriken borcu hesaplamıyoruz, psikolojimiz bozuluyor. 3 tane de defter attık, onlardaki borçlar da öyle gitti” diyor. Tezgahtar Mesut en çok muayene paralarının eczane tarafından tahsil edilmesinden şikayet ediyor, “Hastalara muayene parası falan çıkıyor, bizim alakamız olmamasına rağmen onu biz tahsil ediyoruz. Doğal olarak hasta bize patlıyor. O muayene paralarının bize hiçbir getirisi yok ama azarı biz işitiyoruz” diyor.
BORÇLAR ASLA TAMAMEN KAPANMIYOR
Bir sonraki durağımız mahallenin bakkalı. O da Yeşilkent’in susuz günlerinden beri aynı yerinde duruyor. İşlek bir cadde üzerindeki bakkal sabahın erken saatinde açıyor kepenklerini. Servislere yetişecek işçilerin ilk duraklarından biri oluyor. Gün ortasında daha çok kadınlar ve çocuklar itip çekiyor bakkalın gıcırdayan kapısını. Bulgurdan nohuda, çamaşır suyundan bulaşık deterjanına ne ararsan var 15 metrekare dükkanda. Her şeyin doldurulduğu sıkış tıkış dükkanın borç defteri de kabarık. Bakkal Mehmet, “Borç defteri her gün kalınlaşıyor. İnsanlar geliyor, alışveriş yapıyor, ay sonu ya da başı öderim diyor ama ödeyemiyor. Maaşını alan geliyor 100 lira veriyor, 200 lira veriyor, kalanını diğer ay veririm deyip yaşamını sürdürmeye çalışıyor” diyor. Kara kaplı defter harf harf ayrılmış. Rastgele açtığı bir sayfada, 700 lira üzerine bir çizik atılmış, daha sonra 600 lira onun da üzerinde çizik, 300 lira çiziksiz duruyor, “Hiç kimse borcun tamamını kapatamıyor. Temel tüketim maddeleri ve sigara en çok borç yapılan şeyler. Eskiden borçla sigara vermiyorduk, ama insanlar alamayınca vermeye başladık. Rica minnet mecburen veriyoruz” diyor.
"İNSANLAR HALK EKMEK İÇİN 1,5 KM YÜRÜYOR"
Bakkala gelenlerden bahsediyor Mehmet: “Gün ortasında atölyelerden gelen işçiler iki kekle günü geçiriyor. Gün boyunca çocuklar geliyor, ellerinde bozuk paralar. Çikolata alacak ama zamlanmış, şeker alacak zamlanmış, alamadan gidiyor. Anneler geliyor çocuklarıyla, çocuğa bir şey alınmayınca ağlamaya başlıyor çocuklar. Evin babası işe gidiyorsa eşi de ek iş yapıyor, parça başı çalışıyor, oralardan gelen paralarla borç kapatmaya çalışıyorlar. Çalışanlar işten eve döndüğünde ise dinlenemiyor, geneliyle konuşuyorum çoğu ek iş yapıyor. Hurdacılık yapan da var, korsan taksiye çıkan da. Alım gücü çok düşük, temel gıda maddelerinden bile keser oldular. İnsanlar dal sigara alıyor, çocuğu olan taneyle bebek bezi alıyor. Halk ekmek yoktu, ekmeği bizden alırlardı, şimdi ekmek pahalı. 1.5 km öteye halk ekmek büfesi koydular, insanlar 50 kuruş daha ucuza ekmek alabilmek için o yolu yürüyor.”
"5 LİRALIK TİŞÖRT İÇİN PAZARLIK"
Sıra sıra dizilmiş rengarenk elbiseler okulun parmaklıklarında alıcılarını, önceki sahiplerinin fazlalığı bu elbiseler 2 liradan 10 liraya kadar yeni sahiplerine satılacakları günü bekliyor. Bir örtü üzerine dizilmiş ayakkabıların sabahtan tozu alınmış, içlerine gazete sayfaları buruşturulup sıkıştırılmış. Çocuk elbiseleri ise en çok rağbet gören parçalar oluyor. Renkleri soluk, defoları gözle görülür olsa da alıcısı eksik olmuyor 70’ine merdiven dayamış Nevzat’ın tezgahındaki eskilerin. Nevzat perşembe ve cumartesi günleri Yeşilkent’teki meslek lisesinin dibinde açıyor tezgahını. Haftada bir gün de İkitelli’ye gidiyor. Seneler boyu fabrikalarda çalışmış, bu yaşta kendisini çalıştıracak yer bulamayınca onca yılın birikimi kasalı kırmızı Anadol’unun arkasına yüklediği eskileri satmaya başlamış. Konuşkan biri Nevzat, 15 senedir bu işi yapıyor. Önde yalnız üç dişi görünen Nevzat’ın ağzından kimi harfler hiç çıkmıyor.
Yeşilkent’in yoksulluğunu, “Bu mahallede 1 ekmeğe muhtaç insanlar var 1 ekmeğe” diye anlatıyor Nevzat. Eski pazarının en kalabalık gününün perşembe ve cumartesi günleri olduğunu söyleyerek, “Burada tişört 2 lira 3 lira en fazla 5 lira, ayakkabı 10-15 lira. 20 liraya baştan uca giyinir insanlar. Bir kadın geliyor mesela, bir elbise beğeniyor, 5 lira altına çekmiş olmamıza rağmen ‘Abi iki buçuğumuz var’ diyor. İnsanlar 1-2 liranın hesabını yapar olmuş. Yoksa niye buradan giyinsinler? Erdoğan da bir yandan yoksulluk yok desin. O herhalde aynaya bakarak konuşuyor, buraya baksın yoksulluk burada. Onun etrafında aç insan yok, açlık yok sanıyor” diyor.
Senelerin Nevzat’ı 67 yaşında, çocuklarını düşünüyor: “Ben 67 yaşındayım babam 72 yaşında vefat etti. 7 kardeşiz, bıraka bıraka bir daire bırakabildi. Onun da babasından kalmış, onu bıraktı. Ben şimdi bakıyorum, çocuklarım var ne bırakabilirim diye. Bir Anadol’um var, bunu alır paylaşırlar artık.”