Soframızda kaval sesi: Adnan Yücel
Tacim Çiçek; 19. ölüm yıl dönümünde Adnan Yücel'i yazdı.
Adnan Yücel | Fotoğraf: Mahmut Turgut
Tacim ÇİÇEK
Cemal Süreya’nın “Her ölüm erken ölümdür / Biliyorum tanrım. / Ama, ayrıca, aldığın şu hayat / Fena değildir... / Üstü kalsın...” şiirinin bir sevda insanı olan şair Adnan Yücel’e çok uyduğunu söylemek isterim. Yanlışların, zalimlerin geçtiği ve de ezdiği kentlere bakarken içindeki topçu ateşi zamansız kesmişti çünkü. Sayrılığını ortak bir dostumuzdan öğrenmiştim. Sık sık telefon etmiştim. Arkadaşım, dostum ve yoldaşımla konuşmuştum. Sayrılığının gizli ve sinsi işgaline kızmıştı. Yapmak istediklerinin yarım kalacağından korktuğunu, bunun daha büyük bir yıkım olacağını söylemişti. Son telefonlaşmamızda, düz yazılarını bir araya toplamak, yeni şiirlerine son biçimlerini vermek ve mitolojik çözümlemeler ağırlıklı bir kitap hazırlamak istediğinden söz etmişti. “Ölümden korkmuyorum yapacaklarım da benle gidecek, bundan korkuyorum,” demişti... Dağ pınarlarından denize ulaşmak için gürül gürül akan serin ve berrak sular gibi, gönül telimizi titreten, duygularımızı dillendiren bir şiir damarının ustasıydı o.
ZULÜM GÖRMÜŞ İNSANLARIN SESİ
Biz, onun yazdıklarını yadırgamadık, yaşanıyor yazdıkları çünkü. O, çile çekmiş, dışlanmış, öldürülmüş, asılmış, sürgün edilmiş, kurşuna dizilmiş, dillerinden, türkülerinden koparılmış, tecritlerde katledilmiş ve daha yaşanır, daha güzel daha refah bir ülke ve bir dünya için zulüm görmüş insanların sesiydi. O, düşmanlarıyla sözcükten mermileriyle savaşmış, kavgasına inanmış, sevdasına emeği geçmiş, yüreğinin ateşi dinmemiş bir yanardağıydı. Duyguluydu. Özellikle de gerçekçi şairlere yaraşır denli. Şiirleri, bir dağ başı pınarının şırıl şırıl akan suyu gibi yalındır. Bu yüzden şiirleri anlatıya, tarihe, öyküye, türküye ve bilgiye dayalıdır. Salt bestelensin diye şiir yazmadı yani. Kolay bir şiir değildir şiiri. Kabalık, fazlalık, slogancılık yoktur. Behçet Necatigil, “Esin ya da eskilerin deyimi ile ilham perisi, kökü derinlerde olan bilgi birikimidir, zamanı gelir uç verir...” dediği gibi, onun şiirlerini okuyup içselleştirenler görür ki gerçekten de kökü derinlerde olan bir bilgi birikiminin sonucudur şiirleri. Bundandır ki istiridyeye benzetirim onu. Çünkü istiridye, bir kum tanesinden inci oluşturmak için çok emek verir, çok acı çeker. Gerçekçi şairler de böyledir.
ONUN İMGELERİ MERMİ GİBİDİR
Osman Şahin’in saptamasıyla, “Şiirinin kabzası kalın, yayı gergin, oku hızlı” Adnan Yücel’in görmezden gelinmesi doğaldı. Çünkü şiirinin imgeleri, “Saf şiir imgeleri” değildi. Onun imgeleri mermi gibidir. Bunlar, şiir denilen silahların içinde çokça bulunduklarından da “tehlikeli”dir(!) Bu mermilere sahip şairler hapsedilir, katledilir ve lanetlenir.
Şükran Kurdakul’un değerlendirmesiyle, “Toplumsal sorunlara, acılara, arkadan vurulmalara bağlı duyarlıkları dengeli, yer yer kendine özgü şiirsel sıçramaları beceriyle kullanabilen bir şair.” Çünkü ondan bundan duyduğu çarpıcı sözleri aşırmayı şairlik; yalakalığı, dalkavukluğu aydıncılık; başkalarının sözcülüğünü, okurla kitap arasında tanıtımcılığı da eleştirmenlik; bir yazara, yayınevine ve dergiye/gazeteye dergaha bağlılığı yazarlık görenlerin birbiriyle yarıştığı acı bir gerçek ne yazık ki… Bu bataklıkta çırpınanlar geleceğin edebiyat/sanat çöplüğünde yerini alacak ama Adnan Yücel’ler unutulmayacak. O, “Kavgalara Sözlenen Sevda” ve “Sofram(ız)da Kaval Sesi”dir. Sonra “Bir Özlem Bir Türkü”dür, kendimizi bulduğumuz. “Acıya Kurşun İşlemez” diyebilendir. “Yeryüzü Aşkın Yüzü Oluncaya Dek” ve “Rüzgârla Bir”dir. “Ateşin ve Güneşin Çocukları” için başkaldırıdır. “Karacaoğlan”dır, “Çukurova Çeşitlemesi” aşkına. Sesimizdir, “Sular Tanıktır Aşkımıza” diyen.
ŞİİRE KARA SEVDALIYDI
Adana’da bir elin parmak sayısı kadar gerçek dostu, arkadaşı vardı. Bunların başında da Turan Altuntaş gelirdi. Geçmişte birkaç kez birlikte oturup söyleşmiştik, içmiştik... Gelecekten, geçmiş günlerden ve özel ama acılı yaşamlarımızdan konuşmuştuk. Onunla ilgili anımsadığım çok şey var, bana kalmasını isterim, şimdilik. Asla hırslı değildi. Şiire kara sevdalıydı. Kendi bildiği yolda işini iyi yapardı. Metropollerin, sermayelerin medyatik dergilerinde, televizyonlarında görülmek gibi bir derdi olmadı. Ünlü olmak, yaygın dergilerde ve yayınevlerinde ürünlerini yayımlatmak çabasına da girmedi hiç. Padişah soytarılarından daha soytarı, mürit anlayışlı teslimiyetçi, uzlaşmacı yalaka şairlerin ondan ve yazdıklarından öğreneceği çok şey var aslında.
YAPITLARINA SAHİP ÇIKMALIYIZ
Her canlı doğar. Ne kadar yaşarsa yaşasın, sonunda ölür. Doğaldır bu. Doğal olmayan yaşadığı sürece insanın güzel, iyi ve doğru şey yapmamasıdır. Ve doğan her canlı ölüme büyür. Ölüm, yok olmak değil. Adnan Yücel gibi insanlar öldükleri andan itibaren sonsuza doğar yapıtlarıyla. Yapıtlarıyla yaşayanların kavgası kesilmez, bitmez. Bernard Shaw, William Morrıs’in ölümü üzerine demiş ki: “Morris gibilerini ancak kendi ölümüyle yitirir insan, o öldüğünde değil...” Aynı şeyi Adnan için düşünüyorum. Çünkü Adnan gibileri bunu hak ediyor. Bu yüzden sevdiklerimizi yitirmemek için hem daha çok yaşamalıyız, hem de onlara, yapıtlarına sahip çıkmalıyız.