25 Temmuz 2021 00:39

Bir müdahale alanı olarak ‘yaşam tarzı’

GÜNÜN YAZILARI

Sibel ÖZ

Gündelik hayata ya da bireysel yaşam tarzlarına müdahale, son yıllarda sıklıkla karşılaştığımız ve çokça tartışılan bir konu. Her müdahale, konuyu yeniden gündeme getirirken, aslında gündelik hayat kavramının üzerine düşünülmesi ve modernizmin tarihi içerisinde okunması gerektiğini de açığa çıkarıyor.

GÜNDELİK HAYAT VE BİREYSEL YAŞAM TARZI

“Gündelik hayat” dediğimiz şey yaşamın kendisidir ve onu belirleyen siyasi, ideolojik, ekonomik yapıdan bağımsız düşünülemez. Gündelik hayat, zamanın olağan seyrinde her gün tekrarlanan yeme, içme, uyuma, temizlik, çalışma, düşünme, ev hayatı, eğlenme gibi rutinlerdir. Bu nedenle kavram, sıradanlığı anlatır, çoğunlukla pek önemsenmez. Basit, sıradan, doğalmış ya da kendiliğindenmiş gibi akan hayatı çağrıştırır. Oysa böyle değildir. Gündelik hayatın moderniteyle, kapitalizmle, ekonomiyle, iktidarla, hatta coğrafyayla ilişkisi vardır. “Gelişigüzel” gibi görünen gündelik hayat akışı, aslında çeşitli etmenlerle zaman içinde oluşturulur, değiştirilir ya da yeniden yapılandırılır. Yasalar, değer yargıları, medya, bu etmenlere dahildir. Ve zaman içinde bu “kurucu” bilinç, kendiliğindenlik içinde kendini yok ederek varlığını gizler. Öyle ki gündelik hayat, kişilerin inisiyatiflerinde ya da tasarruflarındaymış gibi düşünülür ama çok iyi biliriz ki, modernite içinde kişilerin gündelik hayatı değiştirmeye ya da dışına çıkmaya güçleri yetmez.

Gündelik hayat, sosyal gerçekliğin olduğu kadar “rıza”nın da inşa edildiği bir alandır. Gündelik hayat rutini, kişiyi boşluksuz bir biçimde düzen içinde tutar. Kaldı ki boş zaman ekonomisiyle, eğlenmenin, gezinin, yemenin içmenin, “takılma”nın bile bir biçimi vardır ve bunlar birer teşhirdir. Kişi modernite karşısında yaşadığı krizi, kaybolma, geçip gitme hissini, tüketerek ve harcayarak ve bu etkinlikleri teşhir ederek gidermeye çalışır. Bu her anı planlı gündelik yaşam, sanıldığı gibi kişilere has ya da “bireysel” değildir. Modern kentlerde yaşamın gerekleri artık sıradan “hayat gailesi” olmaktan çıkalı çok olmuştur ya da köyün/kırın asgari yaşam gereklerinin çok ötesine geçmiştir.

Hal böyle olunca, son zamanlarda sıklıkla karşımıza çıkan “Bireysel yaşam tarzlarına müdahale” konusuna da bu pencereden bakmak daha doğru olacaktır. Bizlerin bugün “Bireysel yaşam tarzlarına müdahale” şeklinde yorumladığı müdahaleler ve karşı tepkiler, aslında cumhuriyetin modernleşme ve gündelik yaşam tasavvuru ile siyasal İslam’ın gündelik yaşam tarzı arasındaki çelişkiler ve gerilimlerden kaynaklı mıdır? Cumhuriyet, bireysel yaşam tarzlarına müdahale etmiş midir? Mesele sadece “Bireysel yaşam tarzlarına müdahale” olarak ele alınabilir mi? Bu sorular üzerine tartışma yürütmekte yarar var.  

CUMHURİYETLE DEĞİŞEN GÜNDELİK HAYAT  

Öyleyse cumhuriyetin modernleşme yönelimine daha yakından bakmakta yarar var. Cumhuriyet dönemi modernleşme hareketi, bir yandan geleneksel yapıyı ortadan kaldırırken, yerine Batılı kurumları yerleştirmeye çalıştı. Bu arada geleneksel yapıların yok edilemedikleri noktada kamusal alanda yok sayma ya da görünür olmasını engelleme tutumunu da hatırlatmak gerekir. Devletin yönetim şeklinden tutalım da, toplumsal-sosyal hayat, devlet-birey ilişkisi, bireyin ilişkileri, yaşam tarzı, sosyal hayatı, düşüncesi ve davranışlarının da değiştirilmesi, kısacası yeni bir ulus inşası hedeflendi. Böylelikle “yukarıdan aşağıya” devlet eliyle bir modernleştirme süreci işletildi. Yeni laik ulus-devleti geliştirmeyi hedefleyen bu süreç bazen zorlamayla, bazen teşvik ve iknayla, bazen de karşı tepkileri bastırarak, ulusal eğitimden ve medyadan da destek alınarak yürütülmeye çalışıldı. Bu modernleşme süreci gündelik hayatı ve bireysel yaşam tarzlarını doğrudan etkiledi.

Bireysel yaşam tarzlarına dönük değişimleri biraz daha detaylandırmak gerekirse; toplumun eğlence anlayışı değişti; “tatile gitme” gibi değişimler de öncelikle asker ve üst düzey bürokrat ailelerinden başlayarak yaygınlık kazandı. “Balolar”, modern danslarla kutlanan milli bayramlar cumhuriyetle gelen toplumsal değişiminin en önemli simgesi oldu. Giyim kuşam konusu, yaşanan değişimin en görünür sembolleriydi; çarşafı, başörtüsünü çıkaran kız çocuklarının sayısı eğitime bağlı olarak artarken, erkeklerde saç sakal kesimi değişti, özellikle büyük şehirlerde fötr şapka alışkanlığı yaygınlaştı. Avrupalı yaşam tarzları ve giyim devlet seçkinlerinde görülürken, mecmualar, televizyon ve sinema filmleri aracılığıyla giderek kentlerde de yayıldı. Adabımuaşeret meselesi daha da önemsendi, yemek kültürü, misafirlikler, misafirliklerin biçimi dahi değişime uğradı. Türkiye’deki modernleşme çabaları,  yeni bir devletle, siyasal sistemle, hukuksal yapıyla, ekonomik sistemle, yeni bir dil, alfabe ve eğitim sistemiyle sınırlı kalmadı; gündelik yaşamı da alabildiğine değiştirdi. Cumhuriyet modernleşmesi, toplumsal tabanda “biz”e içerilemedi; dışarlıklı, uzak ve yabancı kaldı.

AKP’YE VE BÜYÜK RESME BAKARKEN

AKP iktidarının “Bireysel yaşam tarzlarına müdahalesi”ne gelirsek… Bu müdahaleler aslında ideolojik yapısından kaynaklı. Bir yandan din temelli bir toplumsal yaşam dizayn etmeye çalışırken diğer yandan yaşam alanları kapitalist talanın üsleri haline getirildi. Dinle sarmalanmış, kaderini öte dünyaya bağlamış bir toplumu yönetmenin çok kolay olduğu sır değildir. Mevcut iktidar döneminde devletin “baba” kimliği perçinlenmiş, vatandaş-devlet ilişkisi hukuk cephesinden daha da zayıflamış, devletin vatandaşın dinlediği müziğe, izlediği filme, içtiği içkiye, sigaraya, kılığına kıyafetine karıştığı bir dönem başlamıştır. Kameraların karşısında “babacan” bir tavırla kafede oturan vatandaşın elinden -sağlığını düşünerek- sigarasını alan devlet eli, sonra kısıtlamalara, yasaklara, KHK’lere başvurmuştur. Ama zaten bu, hep böyle değil miydi? Hep, devlet eliyle, hep yukarıdan aşağıya ve hep “rağmen” değil miydi?

“Alkolüme karışamazsın”, “Müziği yasaklayamazsın” gibi güncel tepkiler geliştirmek sorunu çözmek için tek başına yeterli değil. Yaşananları, AKP’nin sınıfsal karakterinden, milliyetçi-muhafazakar düşünce dünyasından, erkek egemen yönetim tarzından bağımsız göremeyiz. Dini referansları sıklıkla kullanan iktidarın söz konusu kâr olduğunda “din kardeşliği” yerine “rant kardeşliğini” devreye sokması, “din kardeşi” olan emekçileri sömürmekte, yaşam alanlarına müdahale etmekte çekince görmemesi, sınıfsal karakterinin iz düşümüdür. Bu nedenle görünüşün arkasındaki gerçekliği görmek ve “büyük resme” bakmak gerekiyor. Kaldı ki bugünün dünyasında tekelci kapitalizmin gündelik hayat pratiklerini nasıl etkilediği kapsamlı bir çalışmanın konusudur. Sadece bireysel yaşam tarzlarına değil, toplumsal yaşama müdahale vardır; işçilerin, emekçilerin yaşam alanlarına saldırı vardır.

EVRENSEL'İNMANŞETİ

‘Nasıl dayanalım bu koşullara!’

‘Nasıl dayanalım bu koşullara!’

Antep’in de aralarında olduğu bölge illerinde ortalama işçi ücreti asgari ücretin altında, haftanın 7 günü, pazarları 12 saat çalışma, üretim baskısı! Devletin ve patronların yasaklar, kolluk gücü ve sendikacı tutuklamasıyla devam ettirmek istediği bu düzenin dayanılmaz hale geldiğini söyleyen Çelikaslan işçisi, tüm işçileri BİRTEK-SEN çatısı altında birleşmeye çağırdı.

BİRİNCİSAYFA
SEFERSELVİ
'Heybeden’ her gün yeni bir soruşturma çıkıyor. Yargı sopasıyla topluma gözdağı verilmek isteniyor.

Evrensel'i Takip Et