25 Temmuz 2021 01:12

AB, casus yazılım skandalını görmezden mi gelecek?

En az 10 ülke tarafından kullanıldığı iddia edilen casusluk yazılımı Pegasus, akıllı telefonlar ile kurulan gözetleme ağlarını tekrar gündeme getirdi.

Görsel: Gerd Altman/Pixabay

Paylaş

Uluslararası Af Örgütü ve 17 basın kuruluşunun yaptığı bir araştırma, İsrail merkezli teknoloji şirketi NSO Group’un geliştirdiği casus yazılım programı Pegasus’un dünyanın birçok farklı ülkesinde hükümetler tarafından aralarında gazeteci, akademisyen, siyasetçi ve hak savunucusunun da olduğu binlerce kişinin telefonuna yüklenmiş olabileceğini ortaya koydu. En az 10 ülke tarafından kullanıldığı iddia edilen casusluk yazılımı Pegasus, akıllı telefonlar ile kurulan gözetleme ağlarını tekrar gündeme getirdi. Fransa’da yayımlanan Humanite gazetesinin başyazısında, “Avrupa yönetimlerinin hangisi açık açık bilmediğini iddia edebilir? İsrail’de Savunma Bakanlığına bağlı bir şirket tarafından yapılan casus yazılımını kullanarak binlerce telefonun bilgilerini ele geçiren birkaç devletin bu geniş operasyonu dört yıldır biliniyor” denildi. Gazete “İsrail hükümetine hesap sorma” çağrısı yaptı.

Almanya merkezli Heise.online’da yayımlanan makalede ise “Casus yazılım ihracatına ilişkin uluslararası düzenleme kötü bir şaka. AB’deki düzenlemelerin ılımlı bir şekilde sertleştirilmesi bile hiçbir şeyi değiştirmedi. İhtiyacımız olan şey, adını hak eden bir düzenlemedir” denildi.

İngiltere’de hafta içi parlamentodan geçen göçmen yasası, mültecilerin ülkeye gelişini ve kalışını zorlaştırırken onları suçlulaştırmayı hedefliyor. Yasal ya da illegal sayılan yollardan ülkeye gelenlerin ülkede kalma olanaklarını kısıtlayan yasa, ülke dışında kamplarda tutulmalarının ve hapis cezasına çarptırmalarının yolunu açıyor, İngiltere’nin bir kez daha uluslararası sorumluluklarını göz ardı ettiğini belgeliyor.


NSO PEGASUS: CASUS YAZILIM BATAKLIĞI NASIL KURUTULUR?

Wolfgang STIELER
Heise.online

Sorun NSO Grup ve diğer gözetim yazılımı üreticileri değil. Sorun bakanlıklarda. Aslında her şey çok basit. Herkesin ifade, inanç, toplanma ve basın özgürlüğü dahil devredilemez temel hakları vardır. Bunu biliyoruz. Başka bir bildiğimiz de bu tür haklara aldırış etmeyen birçok hükümetin olduğu. Muhalefettekileri izleyen, korkutan, taciz eden, işkence yapan ve öldüren hükümetler var. Kimin muhalif ve neyin suçlu olduğu sorusuna gelince, durum biraz daha karmaşık hale geliyor. Birinin özgürlük savaşçısı diğerinin teröristidir diye bir söz vardır. Yaser Arafat bir terörist olarak başladı ve daha sonra Nobel Barış Ödülü’ne layık görüldü. Peki, İsrailli NSO Grubunun Pegasus casus yazılımının gazetecileri, insan hakları savunucularını ve muhalif aktivistleri gözetlemek için kullanıldığını okuduğumuzda ne yapacağız? Biz öfkeleniyoruz. Ama fazla değil çünkü a) İnsan haklarının önemsiz olduğu hükümetler olduğunu biliyoruz ve b) Terörün gerçekten büyüyen, gerçek bir tehdit olduğunu da biliyoruz. Ve ayrıca: İsrailli bir yazılım üreticisinin suistimali konusunda ne yapabiliriz ki?

Ama bu tepki yanlış. Asıl skandal, Pegasus’un toplu olarak yasa dışı gözetleme için kullanılması değil. Skandal, İsrail hükümetinin görünüşe göre NSO’nun bu konuda kullanılmasına izin vermesi de değil. Skandal, gözetim ve ayrıca bastırma için kullanılabilecek yazılım ihracatının kontrolü ve düzenlenmesindeki zayıflık.

Bu düzenleme temelde şuna benziyor: Bir şirket bir devletin gizli servisine -diyelim ki- casus yazılım satmak için başvuruyor. İhracat izni başvurusunda bulunuyor. Sonra bir sürü dosya karıştırılıyor, uzmanlar insan hakları durumunu -genellikle diğer uzman görüşlerine dayanarak- inceliyor ve bir noktada, her şey yolundaysa, izin veriliyor.

Buna bir örnek 2014 yılında Yeşiller partisinden gelen bir soru önergesine verilen yanıttır. “Federal Hükümet, alıcı bir ülkenin insan hakları durumunu değerlendirmek için hangi kriterleri kullanıyor?​” sorusuna Ekonomi Bakanlığı şu yanıtı veriyor: “İhracat lisansı için başvurulduktan sonra kontrol başlar, bu kontrol her bir durumda, ihracat için talep edilen belirli mallar ile bunların alıcısı ve son kullanıcısı esas alınarak gerçekleştirilir; genel koşullar dikkate alınarak, son kullanımın kritik potansiyeli değerlendirilir. Bu aynı zamanda izleme ve güvenlik teknolojisi için de geçerlidir. Burada, varış ülkesindeki insan hakları durumu tamamen dikkate alınmaktadır.”

Bu bana her zaman ABD’ye girebilmek için hazırlanmış basit formları hatırlatır. “ABD Başkanına suikast girişiminde bulunmayı düşünüyor musunuz?​” gibi sorular sorulur. Bunu hiç “evet” olarak işaretleyen var mı? Öyleyse dosya kontrolünün değeri nedir? Malzemeleri kullanmak isteyen güvenlik kurumları, popüler olmayan gazetecilerin izini sürmek ve onları susturmak istediklerini ciddi bir şekilde yazacak mı?

Hayır, casus yazılım ihracatına ilişkin uluslararası düzenleme kötü bir şaka. AB’deki düzenlemelerin ılımlı bir şekilde sertleştirilmesi bile hiçbir şeyi değiştirmedi. İhtiyacımız olan şey, adını hak eden bir düzenlemedir. İnsan hakları ihlallerini takip eden, imalatçıları sorumluluklarından kurtarmayan ve hepsinden önemlisi kendi ekonomik ve siyasi çıkarlarını evrensel haklardan üstün görmeyen bir düzenleme. Ama belki de böyle bir şeyi istemek umutsuzca saflıktır.

(Çeviren: Semra Çelik)


DEVLET EŞKIYALIĞI

Patrick Le HYARIC
Humanité/Başyazı

Avrupa yönetimlerinin hangisi açık açık bilmediğini iddia edebilir? İsrail’de Savunma Bakanlığına bağlı bir şirket tarafından yapılan casus yazılımını kullanarak binlerce telefonun bilgilerini ele geçiren birkaç devletin bu geniş operasyonu dört yıldır biliniyor.

İnsan haklarını gamsızca çiğneyen rejimler demokratların sesini bastırmak, siyasi muhalefeti sürgüne göndermek ve gazeteciler, avukatlar veya politikacılar hakkında casusluk yapmak için faydalandılar. Ve bunun sonucu ise taciz, hapis, suikast...oldu. Terörizme karşı mücadele gerçekten bir bahane olarak hizmet ediyor.

Bu sessizlik suç ortaklığına dönüşüyor. Neden casus yazılımına sahip ülkeden veya yazılımı kendi nüfuslarına karşı kullanan devletlerden herhangi bir açıklama talep edilmedi? Bu sessizliği bozmak için bir gazeteci konsorsiyumunun konuyu yakından incelemesi gerekti.

Cumhurbaşkanı (Macron) sessiz kalamaz, aksi takdirde bu devlet eşkıyalığının suç ortağı olarak görünür. Başta Avrupa Birliği’nin bir ortaklık anlaşmasıyla bağlı olduğu İsrail hükümetinden hesap sormalıdır. Çünkü ortaya bir soru çıkıyor: İsrail yazılım ticaretini, cezasızlığını ve jeopolitik konumlarını garanti altına almak için bir pazarlık kozu olarak mı kullanıyor? Bu önemsiz bir sorun değil, çünkü İsrail ile bu casusluğu başlatan Fas, Suudi Arabistan, Emirlikler, Ruanda ve bu casuslukta yer alan tek Avrupa ülkesi olan Macaristan da dahil olmak üzere rejimlerin çoğu arasında uzlaşmalar çoğaldı.  

Fransa ve Avrupa Birliği, meslektaşımız ve arkadaşımız Rosa Moussaoui’nin de dahil olduğu Faslı gazetecilerin korkunç kaderini açıklama cesaretini gösteren Fransız gazetecilerini hedef alan Fas Krallığı ile ortaklık anlaşmalarını da askıya almalıdır. Bundan çok daha azı için, başka ülkeler şu anda ağır yaptırımlara tabi tutuluyor.

Yeni teknolojilere ulaşmanın bu çılgın yarışında, siyasi ve ekonomik güçler gözetleme ve bastırma konusunda eşi görülmemiş bir güç elde etti. Bilgilenme de dahil olmak üzere özgürlüklerimizi ciddi şekilde tehdit eden bu gözetimin taşeronlaşmasının karşısında vatandaşlar yalnız bırakılmamalıdır.

Fransa, bu haksız ve suç teşkil eden eylemler konusunda Avrupa Konseyine başvurmalıdır ve özgürlüklerimizi tehdit ettiği kadar özelimizi de ihlal eden bu dijital silahlara karşı uluslararası bir sözleşmenin oluşturulması için BM ile birlikte çalışmalıdır.

(Çeviri: Diyar Çomak)


SAVUNMASIZLARI SUÇLULAŞTIRMAK: MİLLİYET VE SINIRLAR YASASI

Jamal ELAHEEBOCUS
Counterfire

(İNGİLTERE İçişleri Bakanı) Priti Patel’in bu hafta Parlamentodan geçen korkunç yeni “Milliyet ve Sınırlar” yasa tasarısı, İngiltere’ye gelen göçmen ve mültecilerin hayatlarını öncekinden daha da zor ve umutsuz hale getirmeyi amaçlıyor.

Hükümet tasarının üç amacı olduğunu iddia ediyor: Sistemi “Gerçek sığınma ihtiyacı olanları” korumak için daha etkili hale getirmek; İngiltere’ye yasa dışı girişi caydırmak ve İngiltere’den “Burada olmaya hakkı olmayanları” çıkarmak. Bunun resmi uzlaşma planlarıyla sığınma talebinde bulunanlara yardımcı olacağını ve buraya yasa dışı yollardan gelenleri cezalandıracağını iddia ediyorlar.

Aslında göçmenlik sistemini daha da zalim hale getirip “yasal” ve “yasa dışı” göçmenler için BM’nin  “Evrensel sığınma hakkını açıkça koruyan Mülteci Sözleşmesi kapsamındaki taahhütleri ihlal etme riski taşıyan” iki katmanlı bir sistem oluşturmaktır.

Tasarı Patel’e, denizaşırı gözaltı merkezlerini kullanma olasılığı da dahil olmak üzere sığınmacıları barındırmak için kullanılan -ünlü Napier Kışlası gibi- insanlık dışı kamp tarzı konaklamayı genişletme yetkisi verecek. Yasa dışı yollarla gelenlere verilen hapis cezalarını 4 yıla, sınır dışı emrinden sonra İngiltere’ye dönmeye çalışanlara verileni ise 5 yıla çıkaracak.

Ayrıca, Ulusal Cankurtaran Enstitüsü (RNLI) gibi denizde tehlike altında olan çaresiz göçmenlere yardım eden örgütleri yasa dışı göçü kolaylaştırdıklarını varsayarak suçlayacak. İçişleri Bakanlığının insanları iltica taleplerini dikkate almadan sınır dışı etmek için gözaltına alma konusunda gizli bir politikası olduğu biliniyor.

Hükümet bu insanlık dışı tasarıyı sözde bir göçmen kriziyle mücadele etmek için kullanıyor. Ancak, kriz tamamen kendi yapımıdır. İltica talepleri tarihsel olarak düşük seviyelerdedir; 2019’da yaklaşık 36 bin iltica talebi vardı, bu da 20 yıl önceki başvuruların yarısı.

Ele alınmamış büyük bir iltica talebi birikmesinin nedeni -toplamda yaklaşık 100 bin- hükümetin göçmenlik hizmetlerine harcama yapmaması. İngiltere Sınır Ajansına (UKBA) yapılan kesintiler, iş gücünde yüzde 20’lik bir azalmaya neden oldu v göçmenlik hizmetleri düşük sığınma talepleriyle bile başa çıkamıyor. Ayrıca, İngiltere’ye yasa dışı yollardan giren göçmenlerin sözde krizi, hükümetin sığınmacılar için güvenli, yasal geçişleri genişletmeyi reddetmesinin doğrudan bir sonucudur. Mülteciler ırk, din veya diğer ayrımcılık biçimleri nedeniyle ülkelerine dönemediklerini kanıtlamak zorundalar.

Bu, İngiltere’ninki gibi düşmanca göç sistemlerine sahip birçok Avrupa ülkesinde de aynıdır. Bu, mülteci ve sığınmacıların çoğunluğunun ülkelere yasal olarak girmesinin mümkün olmadığı anlamına geliyor. Aşırı kalabalık ve güvensiz teknelerde son derece tehlikeli koşullarda hayatlarını riske atarak kaçakçılara ödeme yapmak ve yasa dışı yollardan girmekten başka çareleri kalmıyor.

Birçok sığınmacı, İngiltere’nin doğrudan dahil olduğu çatışmalardan muzdarip ülkelerden kaçıyor. 2020’de Irak, Suriye ve Afganistan sığınmacıların geldiği ilk yedi ülke arasında yer aldı. Listenin başında İngiltere ve AB’nin desteklediği ABD yaptırımları altında olan İran yer aldı. Bu tasarı göçmenlik hizmetlerindeki krizle ilgilenmeyecek ve sığınmacıları insan kaçakçılarından korumayacak. Yapacağı şey, sığınmacıları insanlık dışı koşullarda alıkoyarak ve onları güvende olmadıkları ülkelere geri sınır dışı ederek en savunmasız insanlardan bazılarına daha fazla acı ve sefalet vermektir. Ayrıca, hükümet onları son on yıldır ihmal edilen işçi sınıfına günah keçisi olarak kullanmaya devam ederken, göçmenlere ve mültecilere yönelik ırkçılığı daha da körükleyecektir.

Hükümet mültecileri koruma ve iltica sistemini daha adil hale getirme konusunda ciddi olsaydı, sığınmacıların İngiltere’ye gelmesi için güvenli geçişleri artırırdı. Daha fazla iltica talebinin işlenebilmesi için göçmenlik hizmetlerini uygun şekilde finanse eder ve sığınmacıların kendi ülkelerine dönemediklerini kanıtlamak zorunda kalmadan sığınma talebinde bulunmalarını kolaylaştırırdı.

Ve hepsinden önemlisi, birçok kişinin ülkesinden kaçmasına ve sığınma talebinde bulunmasına neden olan Ortadoğu’daki ülkelere yapılan pervasız ve yıkıcı askeri müdahalelere son verirdi.

(Çeviren: Haldun Sonkaynar)

 

ÖNCEKİ HABER

Pandemi otobüs hostesi İa’nın yaşamını da etkiledi

SONRAKİ HABER

Sağlık Bakanı Koca: Salgın şartlarında yaşadığımızı unuttuk

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa