26 Temmuz 2021 00:20

Emperyalist işgal ve Afganistan’dan kaçış

Emperyalistler girdikleri ülkelerin felaketi haline geldiler. Bunun son örneği Afganistan. Yıkım ülkeden kaçışı beraberinde getirdi. Türkiye'nin tutumu ise "Washington'a kur" olarak yorumlandı.

Fotoğraf: Pixabay

Paylaş

Kays ABBAS

Bu günlerde en önemli gündemlerinden biri Amerikan ve NATO işgalinden sonra Afganistan’ın başına gelenler. Hatırlanacağı üzere ABD, 11 Eylül 2001’de İkiz Kulelere ve Pentagon’a yapılan ve binlerce kişinin öldüğü saldırıları gerekçe göstererek Afganistan’ı işgal etmişti. Ekim ayında başlayan işgalin gerekçesi, saldırıyı üstlenen el Kaide’nin Lideri Usame bin Ladin’in Afganistan’da saklanıyor olmasıydı. Oysa Afganistan’ın yaşanan saldırılarda doğrudan bir sorumluluğu yoktu. Ancak gelinen noktada 20 yılı bulan işgalin sonucunda istikrarın sağlanması bir yana, artık yaşanamaz hale gelmesi nedeniyle ülke; on binlerce kişinin kitlesel göçüyle konuşuluyor.

Afgan halklarının yaşadığı yıkımın benzerini, daha önce işgal edilen Irak ve Libya’da görmüştük. Emperyalistler kendi çıkarları doğrultusunda dizayn etmeye çalıştıkları ülkelerin felaketi haline geldiler. İşgallerin en temel sonucu, o ülkede istikrarın sağlanması değil, var olan fay hatlarını harekete geçirerek toplumu bir yıkıma sürüklemeleri, yaşanamaz hale getirmeleri ve bu nedenle görülmemiş büyüklükte göç dalgalarının ortaya çıkması olmuştur.


ÜLKEDEN KAÇIŞ

20 yıllık emperyalist işgalin sonucunda ülkenin vardığı nokta, Afganistan’ın yaklaşık yüzde 90’ını denetimi altına almayı başaran Taliban’dan kaçışın birinci gündem olmasıdır.

1- ABD ve NATO’nun kaçışı: Arap basınında konuyla ilgili daha önce yapılan değerlendirmelerde ABD ve NATO’nun Afganistan’ı işgalinden 20 yıl sonra çekilmesinin “isteğe bağlı” olmadığı, aksine savaşın başarısızlığının neticesi olduğu görüşleri yer almıştı. Afganistan işgali, ABD için bugüne kadar oldukça ağır bir bilançoyu arkasında bıraktı. Bu işgal, Amerika’nın tarihteki en uzun; insan ve maddi kaynaklarını en çok tüketen savaşı olarak nitelendirildi. İşgal ABD’ye 1 trilyon dolardan fazla paraya, 3 bin 200’den fazla ölü askere ve yaklaşık 21 bin yaralıya mal oldu. Afgan güvenlik güçleri yaklaşık 50 bin asker kaybetti ve binlercesi yaralandı. Bu rakamlara ölen ve yaralanan sivillerin sayıları dahil değil.  Bu çerçevede al Kuds al Arabi gazetesinden Bekir Sadıki konuyu değerlendirdiği makalesinde, ABD ve NATO’nun “geri çekilmediğini” bilakis “kaçtığını” yazdı. Sadıki işgalin yirmi yılının sonucunda, “İşgalin başlangıcından bu yana yirmi yıl geçmesine rağmen Washington, kendisine sadık Kabil hükümetini konsolide edip ülke üzerindeki kontrolünü ve hegemonyasını kurmayı başaramadı” diyerek aslında durumu özetledi.

2- Afgan halkının kaçışı: Bütün işgallerde olduğu gibi Afganistan’da da ceremeyi, yerel halk çekmiştir. Al Araby al Cedid gazetesinden Mahmud el Rimavi, “Taliban ilerliyor, savaş başka savaşları doğuruyor” başlıklı makalesinde Taliban’ın Afgan hükümetiyle müzakereleri başka bir yerde değil, “savaş alanında” yürütmek istediğini yazdı. Makalede Taliban sözcüsü Zabihullah Mücahid’in, Rus RIA Novosti Ajansına yaptığı açıklamada Afganistan’ın Tacikistan, Özbekistan, Türkmenistan ve İran ile olan sınırlarının yaklaşık yüzde 90’nın kontrollerinde olduğunu aktardı. Yazar, kırk yılı aşkın bir süredir devam eden çatışmaların on binlerce insanın hayatına mal olduğunu, milyonlarca insanı yerinden ettiğine dikkat çekti. Afganlıların kanın durması için birinci adımının çatışmaların durdurulması olduğunu vurguladı.

3- İş birlikçilerin kaçışı: Afganistan’dan kaçan diğer bir grup, yıllarca süren ABD ve NATO işgalinde, işgalci güçlere yardımcı olan binlerce kişidir. Vize işlemleri yapılana kadar bu kesimin Kuveyt ve Katar’daki hükümetlerle müzakereler devam ediyor.

Rai al Youm gazetesine göre, son yirmi yılda Amerika ve NATO işgaliyle iş birliği içinde olan 20 bin fazla Afgan vatandaşının ülkeden kaçmak için başvuru yaptığını yazdı. Gazete, ülkede birinci derecede can güvenliği tehdit altında olan diğer bir grubun ise ordu mensupları olduğuna dikkat çekti. Makalede, “ABD  işgalinden sonra ‘demokratik’ ve ‘modern’ Afgan devletinin koruyucusu olmak amacıyla kurduğu, eğittiği ve silahlandırdığı Afgan ordusunun sayısı 300 binden fazladır. Bunlar, Amerikan ‘garantörleri’ tarafından terk edildiler. Şu anda Afgan topraklarının yüzde 90’ını kontrol eden ve sınır geçişlerinin çoğunu kontrol eden ‘Taliban’ hareketinin gözünde ‘hainler’ olarak kaderleriyle yüzleşmek zorunda bırakıldılar”.

ERDOĞAN VE PUTİN AFGANİSTAN’DA DA KARŞI KARŞIYA

Bekir Sadıki uzun değerlendirmesinde dikkat çektiği bir diğer nokta NATO ve ABD’nin çekilmesinden sonra terör örgütü olarak nitelendirmesine rağmen Taliban’la görüşmelerin hızlandırılması. Sadıki, Putin Rusya’sının Taliban’a dost bir ülke olarak yeniden Afganistan’a dönmesinin bir sürpriz olmadığı değerlendirmesine yer verdi. Bu durumda ABD’ye yaranmak için asker göndermeye istekli Erdoğan’la Putin’in, Suriye ve Libya’da olduğu gibi karşı karşıya gelmesi anlamına gelecek.

Sadıki ayrıca ’50’li yıllarda Kore Savaşı’nda Türkiye’nin katılımının NATO’ya bir tür kur olduğunu ve bunun da Türkiye’nin bu örgüte kabul edilmesine yol açtığını hatırlatarak, “Kabil Uluslararası Havalimanını koruma görevinin olası bir onayı, uzun bir aradan sonra Washington’a kur yapmanın bir işareti olarak görülüyor” dedi. Yazıda Taliban’ın Türkiye’ye yönelik uyarılarına da yer verildi.


AFGANİSTAN’DAN AMERİKAN KAÇIŞI VE OLASI TÜRK MÜDAHALESİ

Bekir Sadıki
Al Kuds al Arabi

Artık bu bir geri çekilme meselesi değil, çünkü “geri çekilme” olarak adlandırılması için, geçerli olmayan bazı koşulları var. Bunlardan en önemlisi, işgalci güçler girdiğinde amaçladıkları “Görevi yerine getirme” meselesidir. Ayrıca “Ggeri çekilme” büyük bir kaosa yol açılmamasını da içerir. Geri çekilme, önümüzdeki dönem için açıklanan genel strateji ile tutarlı olmalı ve onunla çelişmemelidir.

Sözü edilen “terörizmi ortadan kaldırmak” misyonu hiçbir şekilde başarılamadı. İşgalin başlangıcından bu yana yirmi yıl geçmesine rağmen Washington, kendisine sadık Kabil hükümetini konsolide edip ülke üzerindeki kontrolünü ve hegemonyasını kurmayı başaramadı. ABD’nin Afgan mücahitlerine verdiği destek sayesinde elde edilen Sovyet güçlerinin Afganistan’dan sürülmesi bile, ABD’nin geri çekilmesinin tamamlanmasından sonra Putin’in Rusya’sı Taliban’a dost bir ülke olarak Afganistan’a dönmeyi başarırsa anlamını kaybedebilir. Elbette askeri olarak değil, çok boyutlu iş birliği bağlamında... Terör örgütü olarak tanımlanmasına rağmen Taliban heyetlerinin Moskova’ya yaptığı ziyaretler, bu olası iş birliğine şimdiden işaret ediyor.

Bazı ilgili bölge ülkelerinin arzuladığı gibi Taliban hareketinin Kabil hükümetiyle iktidarı paylaşmaya istekli olmadığı açık. Aksine, hızlıca seyreden saha gelişmelerinin de gösterdiği gibi tüm bölgeyi kontrol etmek ve başkentte, özellikle Kabil’de iktidarı ele geçirmek için savaşıyor. Afganistan Devlet Başkanı Eşref Gani Hhükümetinin, Taliban’ın başkente doğru ilerlemesine karşı koyamayacak gibi göründüğü bir zamanda, şimdiye kadar Afganistan topraklarının yüzde 85’ini kontrol etmeyi başardı. Taliban’ın Amerikalıların 1 Mayıs’ta çekilmeyi tamamlama taahhütlerine uymamaları nedeniyle Doha anlaşmasıyla artık ilgilenmediğini açıklamasından sonra en olası senaryo bu.

Biden’ın Doha kararlarından geri döndüğü ve ABD güçlerinin geri çekilmesi için son tarihi - 2001 saldırılarının yıl dönümü olan- 11 Eylül’e kadar değiştirdiği doğrudur.

Ancak bu durum, Taliban’ın saldırıya devam etmesini ve daha fazla alanın kontrolünü ele geçirmesini engellemedi.

Afganistan’ın komşuları, Taliban’ın iktidarı olası ele geçirmesinin tehlikelerini araştırırken ABD, Kabil’deki Batı yanlısı hükümetin hayatta kalacağına dair herhangi bir garanti olmaksızın büyük bir yangından kaçıyor gibi görünüyor. Bölge ülkelerine sanki “Kendi başınızın çaresine bakın” diyor. Bu, geçen yüzyılın yetmişli yıllarında Vietnam’dan kaçışına benzer bir kaçış, iki vaka arasındaki farklar mevcut ama kaçıştan yana değil. Kuzey Vietnam komünistleri, Amerikan kuvvetlerinin geri çekilmesinden sonra, o tarihsel dönemde, Soğuk Savaş’ın koşullarına uygun olarak güneyi yeniden ele geçirmişse de Afganistan’da yeniden güç kazanma adayı olan Taliban hareketi, mevcut uluslararası dengelerin içinde yer almıyor. Ne Washington ve Pekin’in girdiği “yeni soğuk savaşın” iki tarafından birinin parçası, ne de “uluslararası toplum” tarafından “kabul edilen” bir taraf. Aksine, “teröre karşı küresel savaş” ideolojisine göre bir terör örgütü olduğu kadar, zamanın değerlerini kabul etmeyen radikal bir İslami harekettir.

Amerikan kaçışı, bu kaçışın ilan edilen Çin’i kuşatma stratejisine nasıl hizmet edebileceği konusunda kaçınılmaz soruları gündeme getiriyor?

Amerika’nın büyük kaçışına karşılık Türkiye’nin uluslararası havalimanını güvence altına almak için güçlerini başkentte tutma konusundaki ilk anlaşması, kendisine çok pahalıya mal olabilir. ABD ve Türk Savunma Bakanlıkları arasında bu projenin detaylarıyla ilgili görüşmeler sürüyor. Taliban, Kabil Uluslararası Havalimanını korumak için bir Türk askeri gücünün varlığını kabul etmeleri halinde Türk kuvvetlerini açıkça tehdit eden bir bildiri yayımladı. “Onu işgalci bir güç olarak kabul edeceğiz” denildi ve Türk liderliğini bu konudaki tutumunu gözden geçirmeye çağırdı. Türk Uluslararası İlişkiler Uzmanı İlhan Özgül, Ankara’nın Afganistan’ı ilgilendiren bir konuda Afganistan’da iktidara “gelenlerle” yani Taliban’la müzakere etmek yerine Afganistan’dan “çekilenlerle” müzakere ettiğini söyleyerek Türkiye’nin tutumunu özetledi. İran ve Rusya ise diğerini yapıyor.

Türk muhalefetinin, ’50’li yılların başında Kore Savaşı’nda olduğu gibi Türk askerlerini ateşe atacak olan Kabil Havalimanına ilişkin olası bir karardan memnun olmadığını söylemeye bile gerek yok. Türkiye’nin bu (Kore) savaşa katılımı, NATO’ya bir tür kur yapma işareti ve bu da Türkiye’nin bu örgüte  kabul edilmesine yol açtı.

Kabil Uluslararası Havalimanını koruma görevinin olası bir onayı, uzun bir aradan sonra Washington’a kur yapmanın bir işareti olarak görülüyor. Amerika’nın geri çekilmesini, yani Afganistan’daki NATO misyonunun sona ermesini de eklersek, bundan böyle Taliban’ın kendisi kabul etmedikçe Türk misyonuna yönelik potansiyel risklerin boyutu netleşmiş olmaktadır.


AMERİKAN AJANLARI KUVEYT VE KATAR’A

Rai al Youm
Başyazı

ABD yönetimi, Amerikan topraklarına giriş vizesine onay verilene kadar, Kuveyt ve Katar’daki askeri üslerde binlerce (Afganistanlı) tercüman ve ailelerini geçici olarak barındırmaya ikna etmek için iki ülkenin hükümetleriyle görüşmelerini sürdürüyor.

Müzakereler “gizli” bir şekilde gerçekleşiyor. Amerikan medyası bunları gündeme getirmeseydi gizli kalabilir ve ayrıntılar yansımayabilirdi. Çünkü Arap hükümetlerinin çoğu, gazetelerini ve vatandaşlarını bu tür konularda bilgilenmelerini sağlayacak tam şeffaflığa sahip değil.

Amerikan basını, son yirmi yılda Amerika ve NATO işgaliyle iş birliği içinde olan Afgan vatandaşlarının 20 binden fazla başvuru yaptığını söylüyor. Bunların sınırlı bir yüzdesi çevirmen, diğerleri ise Afgan direnişine ve komşu ülkelere karşı Amerikan güvenlik servislerinin iş birlikçileri veya ajanları olarak çalışıyor olabilir.

ABD işgalinden sonra “demokratik” ve “modern” Afgan devletinin koruyucusu olmak amacıyla kurduğu, eğittiği ve silahlandırdığı Afgan ordusunun sayısı 300 binden fazla. Bunlar, Amerikan “garantörleri” tarafından terk edildiler. Şu anda Afgan topraklarının yüzde 90’ını kontrol eden ve sınır geçişlerinin çoğunu kontrol eden “Taliban” hareketinin gözünde “hainler” olarak kaderleriyle yüzleşmek zorunda bırakıldılar. Hareket şu anda Kabil’in kapılarını çalıyor.

ABD hükümeti ile Kuveytli ve Katarlılar arasında, çevirmenlerin barındırılması konusundaki tartışmaların nereye vardığını ve ABD üslerinde iki ülke veya onun dışındaki ona bitişik mini şehirlerde ne kadar kalacaklarını bilmiyoruz. Bahreyn, Ürdün, Suudi Arabistan ve BAE gibi diğer ülkelerde de aynı bağlamda paralel müzakerelerin gerçekleşip gerçekleşmediğini de bilmiyoruz. Bu konu, halkın bilmemesi gereken en hassas yüksek askeri sırlardan biri olarak kabul edilmektedir.

Kendini güçlü bir şekilde ortaya koyan soru; bu insanları Körfez bölgesindeki üslerinde barındırmanın gerçek Amerikan niyetleri hakkındadır. Amaç seyahat düzenlemelerini ve Amerika’ya giriş vizelerini beklemek ise, bu düzenlemeler ve vizeler neden erteleniyor? Neden tüm Amerikan kuvvetlerinin 11 Eylül’den önce ayrılmayı planladığı Afganistan’da beklemiyorlar?

O zaman başka bir soru daha var: Bu insanlar neden Kuveyt’e ve Katar’a değil de doğrudan ABD’ye veya 160 binden fazla askerle Afganistan’ı “kurtarmak” için savaşa katılan “NATO” ülkelerinin başkentlerine nakledilmiyor?

Madem bu insanlar ve aileleri Afganistan’dan Amerikan uçaklarına bindirilecek, bu uçaklar neden Amerika ana karasındaki askeri üslere yolculuklarına devam etmiyor. Ülkelerinin Amerikan işgaline hizmet eden ve yurttaşlarıyla doğrudan veya dolaylı olarak savaşmış ve yüzlerce ve belki de binlercesini öldürmüş olabilecek bu “kahramanları” kabul etmek için bu üslerin en büyük, en donanımlı ve en rahatı hangileridir?

Suriye’de Amerikan, Avrupa ve Türk işgal güçlerinin bayrağı altında görev yapan “Beyaz Baretliler” unsurları Halep, Hama ve Guta’dan Ürdün’e nakledildi. Ve işgal altındaki Filistin toprakları üzerinden Suriye Arap Ordusu bu bölgeleri geri aldıktan sonra Amerika ve Avrupa başkentlerine transferlerini düzenlemeye hazırlanırken işgal altındaki “İsrail” şehirlerinde bir gece kalmadılar.

Amerika ile “casuslarını”, askeri üslerin içinde veya dışında ikamet edecekleri topraklarına getirmek için müzakere eden Arap ve Körfez hükümetlerinin, bir onay kararı vermeden önce bu adımın tehlikeleri konusunda tüm farkındalık ve öngörüye sahip olmalarını umuyoruz. Özellikle demografik özelliklerin korunması, ülkelerin en önemli önceliklerinden biri olduğundan…

ÖNCEKİ HABER

CHP'li Gürer: Elmada ciddi üretim kaybı var, üretici destek bekliyor

SONRAKİ HABER

Şenyaşar ailesi 139 gündür adalet bekliyor

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa