Boğaziçi direnişi hepimize cesaret vermeli
Boğaziçi direnişinin motivasyonunu iktidarın yarattığı baskıcı rejimden aldığını, ülke genelinde hak ve özgürlükler mücadelesini güçlendirdiğini düşünüyorum.
Fotoğraf: Eylem Nazlıer/Evrensel
Dicle YILDIZ
İTÜ
Artık hiçbirimizin gözlerini kapatamayacağı kadar fazla abukluğa maruz kaldığımız günlerde, 16 Temmuz sabahı Melih Bulu’nun görevden alınması ile ben de bir an tepki vermede kararsızlık yaşadım. Boğaziçililer rektörün 6 ayda biter dediği eylemlerin 6. ayında kayyum rektörü göndererek zafere ulaşmıştı, Türkiye’de iyi şeyler olmasına alışık olmadığımdan olsa gerek bu gelişmenin altından da bir şey çıkar korkusuyla kaygılandım. Sonrasında Boğaziçi akademisyeni Can Candan’ın görevine son verildiği haberinin gelmesi de kaygılarımın olmasını doğrular gibiydi. Bu karamsarlığın içinde Boğaziçi eylemlerinin sonucuna değil de sürecin getirdiklerini düşünmeye ve buna odaklanmaya başladım. Kayyum rektörün gelişiyle ocak ayı başlayan süreçte yaşanan gelişmelerle birlikte sadece Boğaziçi’de değil ülkede bir direniş dalgası yarattığını fark etmem ile bu kaygılarım yerini cesarete bıraktı.
BİR BÜTÜN OLARAK BOĞAZİÇİ’DE OLANLAR
Boğaziçi eylemleri ocak ayı başında rektörün atanmasıyla başladı, okulun kapılarına kelepçe vuruldu. Öğrenciler ev baskınları, tutuklamalar, polis tacizi ve güvenlik personellerinin saldırılarına maruz kaldılar. Devamında LGBTİ+ Çalışmaları Aday Kulübü’nün kapatılması ve kulüp odalarına yapılan saldırıların gösterdiği gibi amaç doğrudan Boğaziçi’nin özgür ve barışçıl kimliğine karşı saldırıda bulunmaktı. Ardından CİTÖK’ün işlevsizleştirilmesini de kadın hareketinin iktidarın gözünde yarattığı korkunun kanıtlarından biri olarak görebiliriz, bu yüzden hedef gösterilen yerlerin Boğaziçi’de de ortaklık göstermesi tesadüf değildi.
Bütün bunların üzerine Boğaziçi direnişiyle dayanışma da güçlendi. Boğaziçi eylemlerinin motivasyonunu iktidarın yarattığı baskıcı rejimden aldığını, ülke genelinde hak ve özgürlükler mücadelesini güçlendirdiğini düşünüyorum. Özellikle İstanbul Sözleşmesi’nin resmi olarak kaldırıldığı 1 Temmuz’a gidilen süreçte kitlesel eylemler ile iktidarın gücünün sarsıldığına gözlerimle şahit oldum.
Cumhurbaşkanı atamasıyla gelen rektörün icraatları nasıl sadece üniversitenin özerkliğine bir saldırı değilse Boğaziçililerin ve üniversite dışındaki destekçilerinin tepkisi de sadece özgür üniversite talepleriyle sınırlı kalamazdı. Tam da bu sebeple ortak taleplere sahip birçok insan Boğaziçi’nin başlattığı direniş ateşini alevlendirmeye sokaklara döküldü. 6 ayda Boğaziçi’nin ülkede başlattığı muhalif harekete bakıldığında kayyum rektörün gidişinin başarı olarak nitelendirilmesi kaçınılmaz.
BU DEĞİŞİMİN GÜCÜNÜ KENDİ ÜNİVERSİTELERİMİZE TAŞIYALIM
İTÜ’de de pandeminin başlangıcından beri kayyum ataması, kulüpler birliğinin kaldırılması ile yeni gelen düzenlemenin üniversitenin demokratik yapısına daha fazla zarar vermesi gibi öğrenci taleplerinin yerine getirilmesi ve üniversite özerkliği anlamında Boğaziçi’deki ile benzer süreçler yaşandı.
Boğaziçi'nin başlattığı direniş, sadece özgür üniversite taleplerini var etmeye çalışan öğrenciler için değil, haklarına karşı yapılan suçlardan rahatsız olan herkes için cesaret olmalı. Sadece Boğaziçi'de değil İTÜ’de de taleplerinin yerine getirilmesini isteyen her öğrencinin mücadele ederek istediklerine ulaşabileceğine inanıyorum ve mücadele eden herkesin bu değiştirici gücü kendisinde görmesini temenni ediyorum.