Türkiye gençliğinin portresi: Yeni mezun bir sosyologdan aşçı ve garsonluğa
Sanki ben, bilinciyle varlığını ortaya koyan insan değil bir organizmayım. Böyle hissettiriyor bu düzen insana.
Görsel: Pixabay
Feray
Uludağ Üniversitesi
Çok yakın bir zamanda sosyoloji bölümünden mezun oldum. Bir sene gecikmeli mezun oldum hatta. Mezun olurken bir yandan artık bir şeyleri başardım ve okul bitti hissi vardı. Kötü tarafı ise artık öğrenci değilim ve bir daha kolay kolay öğrenci olmayacağım. “Diplomamı alacağım, hayata atılacağım ama n’apacağım şimdi ben?” diye soruyordum kendime. Ağustos’ta KPSS’ye gireceğim mesela. Girsem de atanamayacağımı zaten biliyorum. Sadece devlete 90 lira yardımda bulunmuş olacağım. Çevremdeki neredeyse herkesin çok iyi puanlar alsalar da mülakatta kaldığını gördüm. Kendi kuzenim 7. kez girdiği KPSS’den 96 puan almasına rağmen mülakatta kaldı. Boşuna mı çalışıp bu kadar puan aldı bu insanlar? Hepsi özel kurumlarda çalışmak zorunda kaldılar bir de üç dört senelerini KPSS’ye hazırlanarak geçirdiler. Boşuna mı yüksek puanlar aldılar?
KENDİ MESLEĞİMİ YAPMAK İSTİYORUM
Çok iyi bir iş bulamayacağımdan ve bulduğum işin de maddi olarak beni tatmin etmeyeceğinden eminim. Beklentim ne diye sorduğumda kendime şöyle diyorum, üç senedir bir restoranın mutfak kısmında çalışıyorum yapmak istediğim işin şu an aşçılık olmadığını düşünüyorum. Evet ikinci bir mesleğim oldu ama şu an istediğim şey mezun olduğum sosyoloji bölümüne dair bir iş yapmak. Çünkü bir insanı kurtarmak ona bir şeyler katmak benim hayatım için asıl önemli olan nokta burası. O da bir başkasına dokunabilir. Ve bunu en iyi şekilde asıl mesleğimde yapabilirim.
Bir de özellikle kadın olmamın bu toplumdaki baskısını üzerimde hissediyorum. Çalıştığım restoranda müdürümüz sürekli giydiklerimiz ve yaptıklarımız üzerinden bizi uyarıyordu. İç çamaşırımızın rengi yüzünden bizi uyarıyordu müşterilerin dikkatini çekiyoruz diye. Ben de “Müşteriler iç çamaşırımıza bakmasınlar o zaman” dedim. İşe şortla gelmemize dahi laf ediyorlardı ki çalışma kıyafetlerimiz sivil kıyafetlerimizden zaten farklıydı. Onlar benim iş yerinde giydiğim kıyafete karışabilirler ama günlük kıyafetime karışamazlar. Ramazan ayında oruç tutup tutmadığımıza dair sürekli sorular soruyorlardı “Neden tutmuyorsunuz?” diye. Ben de regli olduğumu söyledim ve cevaben bunun ayıp bir şey olduğunu bir daha böyle bir şey söylememem gerektiğini söylediler. Ben de bunun ayıp olmadığını gayet sağlıklı bir kadın olduğumu gösterdiğini söyledim. Ama ben onlara karşılık verdikçe bu durum yavaş yavaş aşıldı. Şu an yeni giren kadın işçilere böyle yaklaşamıyorlar.
SERTİFİKALAR NİTELİKSİZ EĞİTİMİN YERİNİ DOLDURUR MU?
Gittiğim birçok yerde de diyorlardı ki biz tecrübeli eleman arıyoruz. Tecrübesiz bizim işimize yaramaz. Ama herkes tecrübeli eleman arıyorsa ben tecrübeyi nerede edinebilirim ki? Benim formasyonum yoktu. Formasyon almaya da ne ayırabilecek zamanım ne de ekonomik durumum yeterliydi. Çünkü sürekli okurken çalışmak zorunda kalıyordum. İş başvurusu yaparken formasyona bakmadıklarını öğrendim ve özel kurumlarda öğretmenlik için başvuru yaptım ancak bu durum benim içime sinen bir durum değildi. Çünkü formasyon alanlar belirli bir eğitim alarak kurumlara giriyorlar ama ben bunun eğitimini almadan onlarla aynı işi yapabileceğim ve aynı maaşı alacağız. Eğitim hayatım boyunca da sertifika programlarına katıldım hem ilgim olduğu için hem de ilerde iş arama sürecimde yardımı olsun diye. Bunun dışında bana tecrübe katacak olan kısım kurumların kendisi. Ben o sertifika programlarının peşinde koşmak zorunda değildim. Üniversite bana yeterli bir eğitim verseydi zaten ben kendi alanımda yetkin bir kişi olarak mezun olacaktım. Ama eğitimin yetersizliğini sertifika programlarıyla, internetten aldığım ücretsiz eğitimlerle kapatmaya çalıştım.
Şu an elimde hazırda bekleyen 7 tane sertifikam var. Hepsi de kendi bölümüme dair sertifikalar değil. Üniversite birinci sınıfta aldığım sertifikaları özgeçmişim kabarık gözüksün diye almıştım. Çok da bilinçli değildim. Ama ülkemizdeki her gencin önünde kapı gibi duran belirsizlik ve geleceksizlik beni çaresizce belki de bu yola itiyordu. Genel olarak da ücretsiz sertifikaların peşine düştüm. İlk zamanlar insan kaynakları alanında çalışmayı düşünüyordum ama şimdilerde öğretmenlik daha ağır bastı. Yukarıda da dediğim gibi. Severek yapabileceğim ve faydalı olabileceğim bir alan varsa bu da öğretmenlik. “İnsan Kaynakları ve Genel İş Sağlığı Güvenliği” gibi sertifikaları kendi haklarımı da öğrenmek istediğim için aldım diyebilirim. İş kanunlarını öğrenmeye çalıştım. “Satış ve Pazarlama” sertifikası aldım. Çalıştığım restoranda patronlarımızın bizi sürekli olarak bazı ürünleri tabiri caiz ise müşterilere itelemeye koşturması buna sebep oluyordu. Ve daha pek çok sertifika elimde albüm gibi duruyor. Tabii henüz bu sertifikaların bana olan getirisini pek görmüş değilim.
YAŞAMAK VE HAYATINI İDAME ETTİRMEK
Bir yaşamak var bir de yaşamını idame ettirmek. Benim zaten şu süreçte hayatımı “yaşayacak” bir ücret alamayacağım ortada. En azından ruhumu tatmin edecek bir iş ve verdiğim emek karşılığında hayatımı sürdürebilecek bir ücret istiyorum. Şu koşullarda tek avantajım var o da köyden gelenler. Eğer ki ailemin bana yollamış olduğu erzak olmasa belki de çok zorlanacağım. Bu erzak sayesinde en azından bir ay her gün bulgur kaynatır yerim, aç kalmam diyorum. Ama işte dediğim gibi bu yaşamak değil. Şimdi yeni bir eve çıkmam gerekiyor ve hesap kitap yapmaktan ev aramaya bile başlayamıyorum.
Bir yandan da ailemin bu konuda bana karşı tutumu var. Onlar da tabii iyi niyetlerle diyorlar bazı şeyleri ama koşullar onların koşulları gibi değil. Bana “Birikim yap!” diyorlar. Benim birikim yapabilecek kadar lüksüm yok ki. Zaten her şey kararınca yetiyor. Sanki ben, bilinciyle varlığını ortaya koyan insan değil bir organizmayım. Böyle hissettiriyor bu düzen insana.
Ailem beni bu süreçte köye geri çağırıyor. Aslında annem bana çok destek oluyor ama babamla bu konu yüzünden çok tartışıyoruz. Köye dönüp, oradaki işlerle ilgilenmem bekleniyor benden. Ama artık o yaşamıma geri dönemem çünkü bunca yıl okudum, çalıştım yeni bir hayata başlamak için emek verdim. Bütün her şeyi bir kenara bırakıp geri dönmek istemiyorum. İki de kız kardeşim var. En azından onlar için kendime olan umudumdan daha çok tutunuyorum. Ben bir yol açtım. Oradan çıktım ve okudum. Onlara da bir örnek teşkil edebileceğimi düşünüyorum. İstiyorum ki onlar da kendi ayakları üstünde durabilsinler.
LİYAKATSİZLİKLE BOĞUŞUYORUZ
Ailem biraz daha devlete girmemi istiyor. Devlete girmeyi ben de isterim ama Ankara’da dayın yoksa seni engelli bir koşu bekliyor. Bir akrabamdan örnek veriliyor. Gitmiş AKP’ye üye olmuş sonrasında memurluk kapısı açılmış ona. Ama bu sular hep aynı musluktan akmaz. Gün gelir devran döner o zaman da benim işsiz kalma durumum olacak. Belki binlerce insanın ayağına taş koyarak yürüdüğüm o yolda bir uçuruma sürüklenebilirim. Hayatımı verdiğim emekle sürdürmek isterim. Birilerinin önünde el pençe divan durarak değil. Kaldı ki en büyük özel şirket artık devlettir. Nasıl güvenebiliriz ki? Liyakatsizlikle boğuşuyoruz. AKP gitse başka bir parti gelse iktidara, bu sefer de onlar kendi çevrelerini yerleştirecek boşalan koltuklara.
Aslına bakarsak gelecek buğulu bir cam gibi. Ötesinde neler olacağını ancak tahmin edebiliyorum ama bu bana bir güven vermiyor. Çünkü o camın ötesi de aksaklıklarla, haksızlıklarla dolu. Bunu görebiliyorum. Çevremde öğretmenlik yapmaya başlamış arkadaşlarıma bakıyorum onlar da mutlu değiller. En azından işimi yapayım paramı versinler diye düşünüyorlar. Diyelim bir iş buldum. Maaşımı zamanında ve kesintisiz alabilecek miyim? İzinlerimi kullanabilecek miyim? Haklarımı savunmak zorunda kaldığımda bu işlerin altından kalkabilecek miyim? Bunlar benim için önemli sorular. Küçük belki ama çok önemli şeyler. Çünkü öğrenciyken de yaşıyordum ve hala çalıştığım yerde bu zorlukları yaşıyorum. Güvencem yok. Çünkü yine özel sektörde çalışacağım ve yaptığım iş değişecek. Şu an taciz-tecavüz davalarında bile adil bir yargılama süreci olmayan ülkede iş güvencesi, hayat kalitesi dediğimiz hakların bir inandırıcılığı kalmadı. Yine de bir umut var hep o umudu deşiyorum.
GÜZEL BİR GELECEK HAYALİ KURMAK
Çok da lüks hayallerim yok. En azından daha güvende hissettiğim bir muhitte daha yüksek bir kiraya yeni eve çıkıp rahatça oturabilir miyim diye düşünüyorum. Aslında bu bile ne kadar küçük şeyler beklediğimin bir göstergesi onun dışında gerçekten çok büyük hedeflerim yok. Hayal kurmaya fırsatım bile olmamış ki şimdi fark ettim. Bakıyorum, maaşıma gelen zamla ihtiyacım olan ürünlere gelen zam arasındaki orana… Eskinin aynısı. Değişen hiçbir şey yok.
Artık yaşamın hiçbir alanında görüşlerimi bile açıkça ifade edemiyorum. Daha geçenlerde bir haberde gördüm. Konya’da bir aileyi Diyarbakırlı oldukları için, Kürt oldukları için 50 kişi darp ediyor. İnsan soruyor neden diye? Öte yandan şu anda oturduğum Görükle’de kaçırılma, taciz gibi olaylara bakıyorum kendimi hiç güvende hissetmiyorum. Böyle bir iklimde kim kendisine güzel bir gelecek hayali kurabilir ki?