Bir Olay: Orta Doğu’daki göç dalgası Bir Kavram: Enternasyonal dayanışma
Bu haftaki kuram sayfamızda, bir olay olarak “Orta Doğu’daki göç dalgası”nı ve bir kavram olarak “Enternasyonal dayanışma”yı ele aldık.
Fotoğraf: Evrensel
Bir Olay: Orta Doğu’daki göç dalgası
Bundan yaklaşık 70 yıl önce Avrupa’da yoğun göç dalgaları yaşandı. 2. Dünya Savaşı’nın şiddeti birçok kişiyi evsiz ve yurtsuz bırakmış, göç bir zorunluluk haline gelmişti. Bunun sonucunda Birleşmiş Milletler 1951 yılında, Mültecilerin Hukuki Durumuna Dair Sözleşme’yi imzaladı ve mültecilik, imzacı ülkeler tarafından hukuki bir kişilik kazandı. Bundan 10 yıl önce başlayan Suriye İç Savaşı ve yıllardır süren Taliban ve Afganistan Devleti arasındaki savaş sonucunda milyonlarca kişi mülteci durumuna geldi. Bu devletlerdeki istikrarsızlık, savaş ve ekonomik sıkıntılar hala daha milyonlarca kişiyi mülteci olmaya zorlayan koşulları içinde barındırıyor. Ancak bu ülkelerdeki koşulları yaratan sebepler kendi iç dinamiklerinin ötesinde dış müdahaleler sonucu ortaya çıkıyor. NATO ve ABD’nin Taliban ve ÖSO’yu desteklemesi, Afganistan ve Suriye’ye yapılan direkt müdahaleler, bölgeyi daha rahat sömürmek için istikrarsızlığın süreklileştirilmesi, milyonlarca kişinin mülteci konumuna sürüklenmesinin asıl nedenleridir. Öyle ki Türkiye de Suriye’ye yaptığı müdahaleler ve diğer ülkeler çekilirken Afganistan’a yerleşme ile bu ülkelerdeki çözümsüzlüğü perçinleyen ve göç dalgasını yaratan ülkelerin arasında yer alıyor. Son Afganistan hamlesinin, Afganistan’da büyük bir göç dalgası doğurabileceği öngörülürken, Pakistan ve İran üzerinden göçmenler Türkiye’ye doğru yol alıyor.
Türkiye, AB ile yaptığı “Geri Kabul Anlaşması” ile hem AB’den fon alıyor hem mültecileri “geçici koruma statüsü”nde kabul edip haklardan yararlanmasının önüne geçiyor hem de mültecilerin Avrupa’ya geçişinin önünü kapatıyor. Ayrıca Avrupa’dan geri gönderilen mültecileri de ülkeye kabul etmek zorunda kalıyor. Türkiye burjuvazisi, ülkede kalmak zorunda olan mültecileri herhangi bir yasal-ekonomik güvence tanımadan en ağır şartlarda emek sömürüsüne maruz bırakıyor, burjuvazi karına kar katarken birçok göçmen işçi ve mülteci ise çarkların arasında hayatını kaybediyor. Bu sayede, Eski Orman ve Su İşleri Bakanının da söylediği gibi Türkiye “Suriyeli mültecilerin dualarıyla” %5 büyüyor. Yani, en temelde hayatta kalabilmek amacıyla göç eden mülteciler, Türkiye ve AB’nin politikaları çerçevesinde amaçlarına ulaşamadan ölüyorlar. Bazıları Türkiye’de çalışırken çarklar arasında, bazıları Yunanistan’a geçmeye çalışırken Ege sularında…
Bir Kavram: Enternasyonal dayanışma
NATO’nun ve ABD’nin bölgedeki karakolluğunu üstlenen AKP, bölgedeki emperyalist güçlerin ordusu olarak hareket ediyor. Bugün mülteci krizi olarak adlandırılsa da aslında doğrudan emperyalizmin bölgedeki müdahalesinin yarattığı krizin mültecileri tanımlaması daha uygun bir karşılığa denk düşüyor. Çünkü emperyalist müdahalelerin doğrudan sonucu olarak yaşanan göçler Afganistan’da yaşanan göçün de temelini oluşturuyor. Meselenin hem müdahale edilen bölgelerin yer altı ve yer üstü kaynaklarını hem de ucuz emek gücü olarak kullanılan milyonlarca göçmen emeğini uluslararası ve ulusal tekeller tarafından sömürülmesi eksenine oturtmak gerekiyor. Tüm sınıfsal çıkarlarını, ulusun kendi çıkarları gibi göstererek kitleleri zaman zaman savaşa, zaman zaman göçmen karşıtı, şoven ve ırkçı politikalarına ikna eden burjuva iktidarlar belirli milliyetçilik idealleriyle bugün Orta Doğu’da görüldüğü gibi kendi emperyalist müdahaleleri, halkların yaşadıkları bölgeden göç etmek zorunda kaldığı, askeri operasyonların ve devam eden sıcak çatışmaların altında yaşam, eğitim, sağlık gibi birçok temel haktan mahrum bırakıldığı gibi bulundukları ülkelerde ırkçı söylem ve saldırılara maruz bırakıldığı bir tablo yaratıyor.
ÇATIŞMANIN SONUCU OLARAK GÖÇ
Emperyalist ülkeler gün be gün göçmen karşıtlığını özendiren, hükümet politikası haline getiren adımlar atıyor. Bu tutum, ekonomik krizin nedenlerini yabancı nüfusu üzerinden açıklamaya, toplumsal olarak yaşanan sorunları farklı kültürlerin bir arada yaşamayıp birbirini dejenere etmesi gibi sebeplerle açıklanmakta. Çelişkilerinin son sınırına varmış emperyalizm, toprak bölüşümünü tamamlamış ülke ve tekellerin kendilerine bağımlı hale getirdikleri ülkelerin halklarını sömürü ve baskı altına yaşayan, sıcak çatışmaların ve ağır çalışma koşullarının devamlı denetimindeki bölgeler haline getirmiştir. Orta Doğu’da açısından bu tanımlamanın karşılığı Yeşil İslam projelerinden, cihatçı grupların, paramiliter örgütlerin desteklenmesi emperyalist iş birliği içerisinde olarak ülke halklarını en temel demokratik ve sosyal hakka saldıran denetim mekanizmaları olarak iş görecek hükümetlerin askeri darbeler de dahil olmak üzere çeşitli yollarla desteklenmesi içerir. Bölgedeki yaşayan halklar açısından ise bu müdahalelerin karşılığı başta yaşam hakkı olmak üzere birçok hakkın bizzat devlet, Taliban, IŞİD gibi çeşitli örgütler, doğrudan işgalci devletlerin orduları tarafından gasp edilmesi, sıcak çatışmaların zorunlu bir sonucu olarak zorunlu dış göçtür.
SINIFIN EN GÜVENCESİZ KESMİ
Ezilen uluslar, dış göçün giderek arttığı koşullarda mülteci oldukları ülkelerde en yoksul ve güvencesiz gruplar olarak doğrudan işçi sınıfının parçası olurlar. Burjuva hükümetlerin sermayenin çıkarlarını korumak ve sömürüyü derinleştirmek adına göçmenlerin güvencesiz ve ucuz işgücü pozisyonunu koruması (vatandaşlık/ sosyal haklar/ mülteci- sığınmacı statüsü verilmemesi) ve bununla ilişkili olarak, kapitalist üretim biçiminin zorunlu bir sonucu olan ekonomik krizlerin yarattığı istihdam ve toplumsal refah sorunu mülteci karşıtlığının yerli işçi sınıfı arasında yaygınlaşmasını besler. Emperyalist sömürü ve baskı altında yaşayan ezilen halklarla emperyalizm arasındaki çelişkiyi büyütmüş, bu ülkelerdeki halkları proleter devrimin yedeği haline getirmiştir. Dolayısıyla her ülkede sömürülen sınıfların mücadelesinde çıkarları bakımından ortaklaştıkları en büyük ittifaklardan biri ezilen uluslardır. Sömürü ve baskı koşullarını karşı mücadele ve dayanışma, uluslararası tekellere karşı işçi sınıfının da uluslararası birliğini gerektirirken aynı tekellerin savaş ve sömürü politikalarını karşı da yerli ve göçmen işçiler ve tüm toplumsal kesimler açısından bir birlikteliğin örgütlenmesini içerir.