28 Temmuz 2021 06:48

Başarısız devletin mülteci halkı Afganlar

Türkiyeli işçiler ile Türkiye’de iki kat sömürülen Suriyeli ve Afgan işçilerin hak ve sınıf mücadeleleri enternasyonel şekilde ve işçi kardeşliği bağlamında omuz omuza sürdürülmelidir.

Fotoğraf: Freepik

Paylaş

Mert DEDECAN

İstanbul

Başarısız Devlet ya da literatürde daha çok failed state olarak karşımıza çıkan devlet tanımlamasında, egemen bir devletin temel fonksiyonlarını yerine getirememe ve sorumluluklarını düzgün bir şekilde işleyememe kriterleri esas alınır. Başarısız devletlerde eğer var ise hükümetler artık kendi topraklarında Weber’in tarifini yaptığı fiziksel güç, meşru şiddet tekelini kullanamaz hale gelir, kamu hizmetleri de çoğu zaman sağlanamaz. Sonucunda ise suçların artması, devlet dışı aktörlerin ortaya çıkması, ekonominin çökmesi, devlet içinden ve dışından askeri müdahalelerin gelmesi ve göç gibi olgular vuku bulur.  Başarısız Devlet’in genel tipolojisine olan uygunluğu ile Afganistan esasında 1979’dan beri stabil olamayan, istikrarını sağlayamayan ve sürekli bir savaş içerisinde olan bir ülkedir.

GÖÇÜN JEOPOLİTİĞİ

1978'de Sovyetler’den esinlenen komünist bir hükümet Afganistan’da yönetimi devraldı, 1979 yılında ise tüm ülke Sovyet yönetimindeydi. Leonid Brejnev döneminde Rusya sosyalist politikaları terk etmeye yüz tutmuş, revisyonist anlayışla geçmişin mirası reddedilerek emperyalist yayılmacılıkta karar kılınmıştı. Ardından batı destekli direniş güçleri Mücahitler ile Kızıl Ordu güçleri ve Kızıl Ordu taraftarı Afgan askerleri arasında, sonucunda 2 milyon sivilinde savaş, açlık, soğuk hava koşulları gibi nedenlerle hayatını kaybettiği bir savaş başladı. İç savaş sürerken günümüzde halen iktidarda olan Taliban doğdu. 1994’te Kanbahar’ı, 1996’da da Kabil’i ardından da tüm ülkenin kontrolünü eline alan Taliban’ın radikal İslami düşüncüleri, otokrat bir teokrasi oluşturma eylemleri, İslam Devleti yaratma çabalarına karşı Batı ülkeleri tarafından bir reaksiyon 11 Eylül 2001 sonrasında geldi.

Derken Afganistan’da “barışı ve düzeni” sağlama amaçlı askeri operasyonlar ve faaliyetler yürütmek amacıyla özellikle ABD’nin başı çektiği ülkeler kendi askerlerini NATO çatısı altında ülkede görevlendirmeye başladı. Ta ki Joe Biden’ın yönetimi devralmasından sonra Amerika’nın Afganistan’da savaşa girmesinin 20. Yılında askerlerini çekmesine kadar.

Öte yandan ülkede istikrarı ve güveni sarsan en yıkıcı olayların başında ise silahlı, bombalı saldırılar geliyor. Hükümet ve Taliban arasındaki paylaşılan topraklarda Taliban’ın sıklıkla saldırı girişimleri olduğu görülüyor. Camiye, eğitim kurumlarına, hastanelere, mezarlıklara kısacası sivillerin olduğu her alana saldırılar düzenlenebiliyor. Daha çarpıcı ve belirgin kılmak adına, herhangi bir gazetenin arama butonuna Afganistan yazdığınızda “bombalı saldırı” “silahlı saldırı” haber başlıkları sıklıkla görünebilir. 40 yıldır yaşanan savaş hali, ülke kurumlarının zayıflaması, ekonominin çökmesi, Taliban güçlerinin halka karşı baskısı vs. Afganistan’ı dünyanın en uzun süredir göç veren ülkesi haline getiriyor.

GÖÇÜN İNSANİ BOYUTU: TÜRKİYE’DEKİ AFGANLAR

Göç İdaresi Genel Müdürlüğü (GİGM) tarafından 2020 yılının son aylarında yayınlanan verilere göre Türkiye’de Uluslararası Koruma Başvurusu yapan ve başvurusu alınan 22.606 Afgan mülteci vardır. Kayıtsız ve düzensiz Afganların sayısı ise göç alanında çalışan uzmanların tahminlerine göre 500 bin civarındadır. Burada şunu hatırlamakta yarar var. Türkiye 1951 Cenevre Sözleşmesi’ne taraf ülkelerinden biridir ama bu sözleşmeye coğrafi kısıtlama getirmiştir.  Bu sebeple Avrupa Konseyi üyesi olmayan İran, Irak, Afganistan, Somali, Sudan gibi ülkelerden iltica talebiyle Türkiye’ye sığınanlar coğrafi sınırlama nedeniyle mülteci statüsüne sahip olamazlar. Bu sebeple 2011 yılında Suriye’de yaşanan olaylar nedeniyle ülkelerini terk etmek zorunda kalan Suriyelilere Türkiye’de Geçici Koruma Statüsü verilmektedir. Dolayısıyla Suriye’den Türkiye’ye gelen mültecilerin Türkiye’de kayıtlanma süreci bireysel mülakat yapılmadığı için nispeten daha kolaydır. Fakat Afganistan örneğinde Uluslararası Koruma’ya ve şartlı mülteci, ya da ikincil koruma statüsüne sahip olabilmek için bireysel başvuru gereklidir ve başvurular kişiler üzerinde tek tek değerlendirilir. 500 bin civarında Afgan’ın Türkiye’de bulunup sadece 20 bin Afgan’ın Uluslararası Koruma Başvurusu alındığını hatırlarsak Türkiye’de bulunan Afganların da mülteci statüsüne erişebilmelerinin bir hayli zor olduğunu görebiliriz.

GAYRİ İNSANİ KOŞULLARDA ÇALIŞAN BİR İŞ GÜCÜ

Bu kapsamda Göç Araştırmaları Derneği tarafından 2021 yılında yayımlanan Ghosts of Istanbul : Afghans at the Margins of Precarity raporunda görüleceği üzere Afganların ülkelerinden kaçtıktan sonra uzun ve çileli göç yolculuklarının ardından Türkiye’de ve özellikle İstanbul’da farklı kayıt dışı sektörlerde önemli bir iş gücü oluşturdukları inanılmaz derece güvencesiz ve insani olmayan koşullar altında kısa süreli işlerde çalıştıkları bilinmektedir.

Raporun adından da anlaşılacağı üzere ne devlet ne de toplum tarafından görülmeyen hayaletler olarak yaşayan Afganlar, İstanbul’un hayaletleri ve patronların, sermayedarların, taşeronların gözdesi konumundadır. Çünkü çalışma izinleri olmamasına rağmen Suriyeli mültecilerin en azından geçici koruma statüsü olmalarına rağmen Afganların kayıtsız durumda bulunmaları ve her an yakalanıp sınır dışı edilme riskleri ve korkuları olduğu için emek sömürüsüne en açık kişiler arasındadır. Bu sebeple kapitalist işverenler Afganları en ucuz ücretle en yoğun ve ağır işlerde güvencesiz çalıştırmakta ve zaman zaman ücretlerini dahi ödemeden işten çıkarmaktadır. Dağlarda çoban, tarlada, deri ve tekstil atölyelerinde işçi olarak çalışan Afganlar işveren-taşeron-devlet üçgeninde kıskaca alındığı emek sömürüsüne en açık hale getirildiği ve çaresizliklerinden, korkularından faydalanıldığı görülüyor.

Kapitalist sömürünün hedefi haline gelen Afganlarla alakalı olarak Türkiye’de sık sık sorulan sorulardan ve eleştirilerden biri de şu oluyor. “Neden hep bekar, genç Afganlar Türkiye’ye geliyor?​” Tam da bu noktada şu gerçeği görmekte yarar var. Gazeteci Ruşen Takva’nın Taliban'ın ABD liderliğindeki yabancı güçlerin geri çekilmesine yanıt olarak daha fazla bölgenin kontrolünü ele geçirmesi ve artan şiddet nedeniyle daha fazla Afgan’ın evlerini terk etmesi sebebiyle yakın zamanda Van’a gelen Afgan mülteciler ile yaptığı röportajda, “Taliban askeri olsan, Afganistan devleti vurup seni öldürüyor. Afganistan’a askerlik yapsan, Taliban öldürüyor” cümlesi oldukça açıklayıcı. Başarısız Devlet’te ergenlik çağına geçtiği anda hem devlet hem de Taliban tarafından askere alınması için baskı yapılan, ailesinden mutlaka birilerinin saldırılarda hayatını kaybettiği Afgan genç, ülkesini terk etmek zorunda kalıyor ve ülkesinde geri kalanlar için hangi şartlarda olursa olsun her işi kabul ederek Türkiye’de kazandığını dolara çevirerek gönderiyor. Böylece emperyalist işgallerin ve kapitalist sömürünün en büyük mağduru konumuna düşüyor.

Türkiye’deki bu güvencesizlik ve sömürü sarmalından kaçıp Avrupa’ya geçmeye çalışan Afganların durumu da maalesef pek olumlu olmuyor. Türkiye’nin mülteciler için bir istasyon görevi görmesini isteyen Avrupa Birliği ülkeleri özellikle son dönemde sınır güvenliklerini hat safhaya getirerek Avrupa Birliği Üye Ülkelerinin Dış Sınırlarının Yönetimi için Operasyonel İşbirliği Ajansı yani "Frontex"e ciddi yatırımlar yapıyor ve Avrupa’ya ölümü göze alarak geçmeye çalışan Afganları ve diğer göçmenleri push-back ile Türkiye’ye geri gönderiyor. Hasbelkader Yunanistan’a geçebilenler de izole kamplarda insan haklarına aykırı şekilde yaşamak zorunda kalıyor ve nedeni bilinmeyen yangınların hedefi oluyor.

NASIL BİR ÇÖZÜM YOLU?

Afganistan son 40 yıldır dünyanın en çok ve sürekli göç veren ülkesi konumunda dolayısıyla ABD ve NATO birliklerinin ülkeden çekilmesi olmayan istikrarsızlığa istikrarsızlık kattığı için göç akınlarının artmasının ufak bir nedenidir. Ama Taliban’ın dini bağnazlığı sebebiyle özellikle kadınlara, gençlere kan kusturması, eğitime, sanata, seküler yaşama dair her şeye karşı olması tek tek Afganlara karşı bireyselleşmiş zulmü arttırıyor. Üstüne aralıklarla yaşanan patlama ve saldırılar geriye kitlesel olarak yaşanılmaz bir ülke bırakıyor. Bu kapsamda güvenli olmayan bir ülkeden bahsediyorsak mülteci hukukunun temelini oluşturan geri göndermeme ilkesini ısrarla vurgulamamız gerekmektedir.

Çözüm ne bu insanları tırlarla Anadolu’nun orta yerine getirip insani olmayan koşullarda güvencesiz çalıştırmak ne de göçü önlemek için İran sınırına metrelerce duvar örmek. Bu sebeple Türkiye’nin Afgan mültecilere yönelik olarak hukuki düzeyde uluslararası koruma başvurusu süreçlerini iyileştirmesi ve adil bir şekilde değerlendirmesi gerekmektedir. Dünyada en çok mülteciye ev sahipliği yapan Türkiye’nin yanında Avrupa’nın ve Amerika, Kanada gibi ülkelerin de mültecilere yönelik üçüncü ülke yerleştirmesi gibi süreçleri arttırması ve artan göç akınlarında sorumluluk alması gerekmektedir. Bu açıdan uluslararası kurumların, uluslararası kamuoyunun ve devletlerin inisiyatif alması şarttır.

Mülteciler meselesi Avrupa’da çoktan partilerin ve seçimlerin belirleyicisi konumundadır. Avrupa’daki sağ popülist partilerin yükselişi özellikle Macaristan Başbakanı Victor Orban’ın, Polonya’da iktidar partisi PİS’in, İtalya’da Lig Partisi’nin, Fransa’da Le Pen ailesinin göçmen ve mülteci karşıtı açıklamaları ve politikaları artan ekonomik ve refah eşitsizliğinin baş sorumlusu olarak mülteci ve göçmenleri hedef haline getirmekte, yabancılara karşı nefreti körüklemektedir. Bu söylemler halk karşısında karşılık bulmakta ve sınıf bilincinden yoksun olarak ekmeği ve geleceği çalan sermayedarlar hedefe oturtulmamaktadır. Türkiye’de ise mülteci olgusu 2019 yerel seçimlerine kadar gündemin baş belirleyicisi değildi. Fakat İstanbul seçimlerinin kaybedilmesinin bir nedeni olarak mülteciler gösterildi ve AKP hükümeti tarafından mültecilere yönelik sınır dışı, ülkelerine geri gönderme gibi uygulamaları ve mültecileri Avrupa’ya karşı bir koz olarak kullanma retorikleri arttı. Şimdi de İyi Parti’nin başını çektiği CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun da son zamanlarda gündeme getirdiği üzere Türkiye’de bulunan mültecilerin olası bir Millet İttifakı iktidarında akıl ve vicdan almaz şekilde ülkelerine geri gönderileceği söyleniyor. Durum böyle iken özellikle gençlerin, toplumun en dibinde bulunan mültecileri sahiplenmesi ve desteklemesi ve mültecilerle dayanışması gerekmektedir. Öte yandan Türkiyeli işçiler ile Türkiye’de iki kat sömürülen Suriyeli ve Afgan işçilerin hak ve sınıf mücadeleleri enternasyonel şekilde ve işçi kardeşliği bağlamında omuz omuza sürdürülmelidir.

SON SÖZ…

“Ölmüş adam, öteki dünyada tanrının kendisi hakkında vereceği kararı bekliyormuş. Bir yıl, on yıl değil tam yüz yıl beklemiş kapıda. Sonunda hakkındaki kararın verilmesi için tanrıya yalvarmış. Daha fazla beklemeye katlanamayacağını söylemiş. Ve nihayet beklediği cevabı almış. Cevap şöyle imiş: Nedir beklediğin? Cehennemdesin çoktan!”*

İşte mültecilerin (ölmüş adam) kaçmak zorunda oldukları ülkelerinden (cehennem) bir diğer cehenneme, ölüm pahasına da olsa çıktıkları ölümcül yolculuğa (Van Gölü, Akdeniz ve Ege Denizleri) eşsiz bir örnekle anlatım. Unutmamalı, bir gün herkes mülteci olabilir.

*(Anna Seghers’in 1944 yılında yayımlanan Transit kitabından ölmüş adamın hikayesi)

Bunların yanında sanatın ve sinemanın gücüne odaklanmalı ve algıları değiştirebilip insan, sınıf temelli yaklaşımı esas aldırabileceğine inanmalıyız. Çünkü tek tek mültecileri tanımak, hikayelerine ortak olmak ile sınırdan topluca ülkeye giren mültecilerin fotoğraflarını görmek arasında derin bir fark var.

Göç ve Mülteci alanına dair önerilen filmler;

 

The Bicyclist (1988) Mohsen Makhmalbaf

Baran (2001) Majid Majidi

Le Havre ( 2011) Aki Kaurismaki

Kefernahum (2018) Nadin Labaki

Transit (2018) Christian Petzold

Turtles Can Fly (2004) Bahman Ghobadi

Mediterranea (2015) Jonas Carpignano

Welcome (2009) Philippe Lioret

We Are Young. We Are Strong ( 2014)  Burhan Qurbani

The Hater (2020) Jan Komasa

South Terminal (2019)  Rabah Ameur-Zaïmeche

The Man Who Sold His Skin (2021) Kaouther Ben Hania

For Sama (2019) Waad Al-Kateab

Oskar & Lilli ( 2020) Arash T. Riahi

Yeni yılda Evrensel aboneliği hediye edin
ÖNCEKİ HABER

Sağlık Bakanı Koca: Aktif vakalarımızın yüzde 87’si aşısı tamamlanmamış kişiler

SONRAKİ HABER

Afgan komedyen Khasha Zwan, Taliban üyeleri tarafından öldürüldü

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa