Boğaziçi Akademisyeni Can Candan: Rektörü Cumhurbaşkanı değil üniversite belirlemeli
Boğaziçi Üniversitesi'ne 2 Ağustos’ta yeni rektör atanacak. Boğaziçi akademisyenlerinden Can Candan, sürecin Bulu’nun atandığı dönem gibi işlediğini belirterek "Boğaziçi'de mücadele sürecek" dedi.
Boğaziçi Üniversitesi Öğretim Görevlisi Can Candan (Fotoğraf: Christian Bergmann)
Vural NASUHBEYOĞLU
İstanbul
Boğaziçi Üniversitesinde akademisyen ve öğrencilerin akademik özerklik ve kayyum rektöre karşı verdiği mücadele tüm baskı ve tehditlere karşı 7 ayı geride bıraktı. Direnişe 6 ay ömür biçen kayyum rektör Melih Bulu geldiği gibi görevden alınırken Boğaziçi’de kurumsal özerklik ve akademik özgürlük talebiyle mücadele devam ediyor.
Bulu’nun yerine 2 Ağustos’ta Boğaziçi’ye yeni rektör ataması yapılmasıyla yeni bir süreç de başlayacak. Kayyum rektörün yerine vekaleten atanan Naci İnci’nin ilk iş olarak görevden aldığı Boğaziçi Üniversitesi akademisyeni ve belgesel sinemacı Can Candan ile devam eden direnişi, kayyumun verdiği hasarları, görevden alınmasını, yapılacak yeni rektör atamasını ve buna karşı Boğaziçililerin ne yapacağını konuştuk.
Feyzi Erçin’in yaz okulunda ders vermesinin engellenmesi ve kendisinin görevden alınmasını hukuksuz ve Boğaziçi ilkelerine aykırı olduğunu belirten Can Candan, bunu kabul etmeyeceklerini belirtti. 2 Ağustos’ta yapılacak rektör ataması öncesi üniversitede bir seçim yapma zamanları olmadığını ayrıca karşı çıktıkları rektör atama sürecinin de aynen devam ettiğini belirten Candan “Bu kısa sürede, Boğaziçi ilkelerine sahip çıkacağını, kayyumun verdiği hasarları gidereceğini, akademik özgürlüğü savunan ve bileşenlerimize adaylığını açıklayan adaylar için ancak bir güven oylaması yapabileceğiz. Boğaziçi’de akademik özgürlük için mücadele devam edecek” diye konuştu.
Boğaziçi Üniversitesinde akademik özerklik ve kayyum rektöre karşı mücadele 7 ayı geride bıraktı. Artık kayyum rektör Melih Bulu yok ama mücadele sürüyor. Bu 7 ayı nasıl özetlersiniz?
Bu 7 aylık mücadelede epey emek verildi, bir sürü hasarlar ortaya çıktı. Boğaziçi’ye, Boğaziçililerin iradesi dışında tepeden birisi atandı. Bunun kamu üniversitesine zarar vereceğini başından beri söyledik. Süreç de bunu gösterdi. Bu aynı zamanda Türkiye’deki tüm üniversiteler için de geçerli. Boğaziçi’nin bu şekilde yönetilemeyeceğini bu süreçte görmüş olduk. 2012’de senatomuzun da kamuya açıkladığı birtakım ilkelerimiz var. Bu ilkeleri de kurumsal özerklik, akademik özgürlük, şeffaf, demokratik, hesap verilebilir bir kamu üniversitesi işleyişi olarak tanımladık. Ve biz bu ilkelerden vazgeçemeyiz dedik. Üniversite, bu ilkeler hayata geçirilirse üniversite olur. Biz bunu görev bilerek 7 aydır bu ilkeleri savunduğumuzu, bu ilkelere karşı yapılan şeyleri de kabul etmediğimizi, etmeyeceğimizi kamuoyuyla paylaşmaya başladık. Bir sürü hasar ortaya çıktı.
"KAYYUM SÜRECİ CİDDİ HASARLAR VERDİ"
Bir hasar raporu da yayımladınız, peki nedir bu hasarlar?
Bu konuda bir çetele de tuttuk, kamuoyuyla da paylaştık. Bu hasarların bir kısmı öğrencilere yönelik. Öğrencilerin yaptıkları bir serginin hedef alınmasıyla Boğaziçi bir saldırı altında tutularak Boğaziçi’yi ele geçirmeye çalıştılar. Hasarlardan örnek vermek gerekirse; öğrencilerin evleri basılıp gözaltına alınmaları ve tutuklanmalarıyla gözdağı verilmek istendi. Öğrencilerin bir kere protesto haklarını, özgürlüklerini kısıtlayan, onları polis şiddetine maruz bırakan bir sürü uygulama var. En temel hak olan özgürce yaşama hakkını öğrencinin elinden alınıyor. Tutuklanan öğrenciler serbest bırakılırken adli kontrol tedbirlerinden dolayı yurtdışından aldıkları bursları kullanamıyor, yurt dışına okumaya gidemiyorlar. Dolayısıyla öğrenciler için ciddi bir hasar oluştu.
"KAMPÜSTE TACİZKAR BİR ORTAM YARATTILAR"
Bir de yapısal şeyler var. Senatoda mükerrer oy kullanılarak üniversitenin yönetim birimlerini ele geçirmeye çalışmak, bir sabah uyandığımızda iki yeni fakültenin kurulması kararı, tüm bunlar üniversitemizin işleyişine de ilkelerine de aykırı. Bir üniversitede bir program, enstitü ya da fakülte mi açılacak, bu üniversitenin iç mekanizmalarından geçerek gelecek bir talep olması gerekir. Burada da rektör atamasında olduğu gibi yukarıdan dayatma söz konusu. Doğamıza, işleyişimize aykırı olduğu için de bir türlü dikiş tutmuyor açıkçası. Ve yönetilemiyor Boğaziçi. Onun dışında Boğaziçi LGBTİ+ öğrenci kulübünün kapatılması, polis tarafından kulüp odalarının basılması ve sonrasında sosyal medya üzerinden nefret suçu içeren bir karalama kampanyası organize edilmesi. Kampüsteki huzur ortamı ortadan kalktı. Melih Bulu’nun atanmasıyla birlikte okulun etrafında ağır silahlı polisler gezmeye başladı, dönem dönem kampüsün kapılarının kapatılması, üniversiteye giriş çıkışların kısıtlanması ile huzursuz edici, tacizkar bir ortam yarattılar. Bu sonradan da doğrudan akademisyenlere müdahaleye dönüştü. Feyzi Erçin hocamızın yaz okulundaki dersinin iptal edilmesi ve sonradan Bulu’nun yerine vekaleten atanan Naci İnci’nin Feyzi hocamızın Boğaziçi’de ders vermesinin ‘uygun olmadığı’na dair kararı gayrimeşru bir şekilde yapıldı. Tüm bunlar Boğaziçi’de görülmemiş şeylerdi.
"SOPAYLA ÜNİVERSİTE YÖNETİLEBİLİR Mİ?"
Ardından da Naci İnci’nin imzasıyla sizin görevden alınmanıza karar verildi…
Bu Boğaziçi’yi ele geçirme stratejisinin bir parçası. Buna itiraz edenleri bir nevi ortadan kaldırma planı. İlk başında öğrenciler ‘hayır biz bunu istemeyiz’ diyerek eylem yaptıkları zaman nasıl onlar cezalandırıldıysalar şimdi de sıra bize geldi. Bizi de aynı şekilde cezalandırıp bertaraf etmeye çalışıyorlar. Bunları yapabileceklerini düşünüyorlar, yapamayacakları da ortaya çıkıyor. Çünkü bunu kabul etmiyoruz. Ben olduğum için söylemiyorum, kim olursa olsun kafalarına göre akademisyenleri üniversiteden uzaklaştırmaları bizim kabul edeceğimiz bir şey değil. Bunu ne öğrenciler ne mezunlar kabul ediyor, ne çalışanlar ne de diğer akademisyenler kabul ediyor. Boğaziçi üniversitesi bileşenlerinin kabul etmedikleri bir şeyi dayatmaya çalışmak yani bu üniversiteyi yönetememek demek. Başka da bildikleri bir şey yok. Sopayla üniversite yönetilebilir mi? Bu mümkün değil.
"SORUŞTURMA VAR, DELİL YOK"
Benim görevden alınma yazımda 10 Temmuz’daki paylaşımlarından dolayı soruşturma açıldığı ‘amirlerine, okul yöneticilerine hakarette bulunuyor’ deniliyor. Soruşturma açtık diyorsunuz 16 Temmuz’a kadar benim bundan haberim olmuyor. Alın size hukuksuzluk. Soruşturma açtık diyorlar neye dair açtınız, hangi paylaşımlar ortada bana sunulmuş delil yok. Benden savunma istenmemiş, savunma alınmamış, soruşturmanın açıldığı bildirilmemiş soruşturma süreci işletilmemiş yani daha sonucu belli olmayan bir soruşturma oraya neden olarak yazılıyor. Benim soruşturma açıldığını bilmem, neye dair olduğunu kanıtlarıyla görmem gerekiyor. Savunmamı vermem gerekiyor vs. Bunlar olmadan bir karar verilmiş, biz bu insanı atıyoruz deniliyor. İnci’nin vekaleten göreve gelmesinin hemen ardından bunların olması Feyzi Hoca’nın da benim de hedefe koyulduğumu gösteriyor. Bunun bir kılıfını oluşturmaya çalışıyorlar. Bu yarın başka akademisyen arkadaşlarımızın başına da gelebilir.
"DERSLERİMİ VERMEYE DEVAM EDECEĞİM"
Ben bu hukuksuzluk ve hak ihlaline karşı avukatlarım aracılığıyla yürütmenin durdurulması, işe iade davası açacağım. Ama Türkiye’de yargı süreçleri ne kadar ivedilikle işliyor, bunları bilemiyoruz. Burada ciddi bir kamu zararı oluşuyor. Öğrenciler bu dersi almak istiyor, ben bu dersi vermek istiyorum. Önümdeki hukuksal engelin kaldırılmasını istiyorum. Ben yargıyı bekleyecek değilim. Ben bir akademisyenim 21 yıldır Türkiye’de akademisyenlik yapıyorum. Ben derslerimi açarım. Boğaziçi’de resmi açarım, gayriresmi açarım. Ama bu ben bu dersleri vermeye devam edeceğim.
"GÜVENOYUMUZU ALMAYAN ADAYLARI KABUL ETMEYİZ"
Kayyum rektörün görevden alınmasıyla 2 Ağustos'ta Boğaziçi’ne yeni bir rektör atanacak. Boğaziçi bileşenleri olarak rektör adayları için belli ilkeler açıkladınız, bu ilkeler nedir?
YÖK bizim irademiz dışında bir süreç başlatmış durumda. Melih Bulu döneminde olduğu gibi. Ekim 2020’de YÖK bir önceki rektör Mehmed Özkan’ın süresi bitmeye yakın bir tarihte iş ilanı çıkarmıştı. Bulu'nun atanma süreci de böyle başlamıştı. Şimdi de aynı süreç var. 2 Ağustos’a kadar adayların başvuruda bulunmasını bekliyorlar. Bizimle ilgili bir süreç yok aslında. Bizim söylediğimiz şey şu; yine aynı süreci işletiyorsunuz. Boğaziçi Üniversitesi bileşenlerinin onaylamadığı, güvenoyunu almayan herhangi bir adayı bizim kabul etmemiz mümkün değil. Biz kimseye başvuru yapın ya da yapmayın diyemeyiz. Ama biz şunu diyoruz; aday olabilirsiniz ama bizim kabul edeceğimiz bir aday ancak bizim güvenoyumuzu almış bir aday olabilir ve ilkelerimizde gayet net. Başında da dediğim gibi kurumsal özerklik, akademik özgürlük, aşağıdan yukarı şeffaf, demokratik bir işleyişi kabul eden adaylara biz ancak güvenoyu veririz. Şimdiye kadar 7 ayda yapılan hasarları da düzeltecek olan adaylara güvenoyu verebiliriz. Henüz o süreç tamamlanmış değil. Ortada birtakım isimler var. Ama biz henüz herhangi bir aday için güvenoyu oylaması yapmadık
"KABUL ETMEDİĞİMİZ SÜREÇ YENİDEN İŞLETİLİYOR"
Nasıl bir süreç işleteceksiniz?
Bizim istediğimiz seçimi gerçekleştirmemiz için zamana ihtiyacımız var, Böyle bir zamanımız yok. Dışarıdan dayatılan 2 Ağustos tarihi var. Normal bir seçimde, adaylar ortaya çıkıp bir seçim kampanyası yürütüyorlar. O seçim kampanyasında bölüm bölüm dolaşıp ne yapacaklarını, hangi ilkleri nasıl koruyacaklarını somut olarak herkese açıklıyorlar ve oy talep ediyorlar. Bunu gerçekleştirecek zamanımız yok. Dolayısıyla uygun görmediğimiz bir seçim sürecinin içindeyiz. Nihai amacımız bu seçimin olması gerektiği gibi hem Boğaziçi hem de Türkiye’nin tüm üniversitelerinde gerçekleştirmek ama şu anda dediğim gibi böyle bir süre dayatması var. Yapabileceğimiz tek şey ortaya çıkıp da ismen ben adayım diyen adaylara güven oylaması yapmak. Seçim değil bu güven oylaması. Seçim hakkımız elimizden alındı.
"ATAMA YETKİSİ İPTAL EDİLMELİ"
Peki bu güven oylamasında çıkacak adaylarınız YÖK ve Cumhurbaşkanı tarafından atanmazsa ne olacak?
Boğaziçi mücadelemiz devam edecek. Nihai nokta Boğaziçi ve bütün üniversitelerde gerçekten rektör seçimi kendimizin yapmasıdır. Bunun için de belli mekanizmaların hayata geçirilmesi gerekir. Biz Cumhurbaşkanının rektör atama yetkisine karşı dava açmış durumdayız. Biz bunun anayasaya uygun olmadığını düşünüyoruz. Böyle bir dava açmışken Cumhurbaşkanın rektörü atadığı bir süreç ne kadar meşru ve hukuki olabilir? Umarım bu yetkinin anayasaya uygun olmadığına karar verilir ve yetki iptal edilir. Ondan sonra doğru düzgün bütün bileşenlerin katılımıyla bir seçim gerçekleştirebiliriz. Nasıl 1992’de Boğaziçi, Türkiye akademisinde öncü olduysa aynı şekilde Boğaziçi buna da öncülük edebilir. Bizim hedefimiz bunun gerçekleştirilmesi. Şimdilik tek yapacağımız şey ortaya çıkan adaylara güvendiğimizi ya da güvenmediğimizi kamuoyuyla paylaşmak.
"YANLIŞLARI DÜZELTECEK REKTÖRÜ KABUL EDERİZ"
Güvenoyu alanın rektör olarak atanması sizin için yeterli olmayacak mı?
Bizim aramızda, ilkelerimizi benimsemiş olan, çok aktif mücadelenin içinde adı geçen bir sürü arkadaşımız var. Atandığı anda bu arkadaş, “Arkadaşlar Boğaziçi’de 7 aydır var olan süreci düzeltmemiz gerekiyor” diyecek biriyse, bu yanlışları düzeltecek bir rektörse biz bunu niye kabul etmeyelim. Bizim önceliğimiz gerçek seçimleri yapabilmek. “Önceliğim bu olacak, sizinle mücadele edeceğim” dese, böyle biri atansa biz neden bunu kabul etmeyelim ki. Sihirli bir değnekle Boğaziçi ve Türkiye'deki üniversiteler mükemmel hale gelmeyecek. Bu bir süreç.
"ÜNİVERSİTELERDE ÖZGÜR BİR AKADEMİK ORTAM GEREKLİ"
Hem Boğaziçi hem de Türkiye’deki diğer üniversitelerde nasıl bir akademik ortam istiyorsunuz?
Üniversitelerin kendi içlerinden seçtikleri, liyakatla o görevlere gelmiş profesörler arasında seçtikleri birisi tarafından aşağıdan yukarı bir biçimde şeffaf olarak yönetilmesi gerekiyor. Yani akademisyenin, bölümün, fakültenin güçlü olduğu ve o karar mekanizmaların aşağıdan yukarı doğru işletildiği yapıda olması gerekiyor. Bu Boğaziçi’de öyleydi. Boğaziçi modeli 2016’dan önce böyleydi. Dolasıyla akademide olması gereken şey bu. Bir kere liyakat çok önemli. Profesörlerin oraya hak ederek gelmiş olmaları gerekiyor. Ve üniversitelerin de bütün bileşenleri tarafından birlikte yönetildiği bir model olması gerekiyor. Boğaziçi’de bizim 2016 öncesi çoğunlukla yaptığımız şey buydu. Evet eksikliklerimiz vardır. Bileşenlerin karar mekanizmalarına yeterince dahil edilmemesi söz konusuydu. Onu da özeleştiri olarak veriyoruz. Yöneticiler seçimle başa gelmeli, içeriden olmalı. Onun dışında da üniversitelerin özgür ortam olmaları gerekiyor. YÖK denilen merkezi otorite tarafından yönetilen üniversiteler olmamaları gerekiyor. Üniversitelerin güçlü kurumlar olmaları gerekiyor. Bu siyasi iktidarla kurumlar zayıflatıldı. Üniversitelerin olduğu yerlerde güçlü kurumlar olmaları güçlü derken iktidar odağı olarak değil paylaşımcı bir şekilde, demokrat, katılımcı bir şekilde hayata geçirilmesi gereken kurumlar olması gerekiyor. Öğrencilerin kaliteli eğitim aldığı kurumlar olması gerekiyor. Türkiye’de apartmanlara üniversite tabelası koyup ‘alın size üniversite’ diyorlar. Böyle bir şey olamaz. O üniversitelerde okuyan binlerce insan var. Bu insanlar, eğitim hakkının ihlal edildiği bir ülkede yaşıyor. Mutlaka ve mutlaka eğitim seferberliği kapsamında hem üniversite öncesi hem de üniversite eğitimin kalitesinin de yükseltilmesi gerekiyor. Eşit, ücretsiz, bir şekilde öğrencilerin yükseköğrenim haklarından faydalanmaları gerekiyor.
Boğaziçi’ne ne olacağının cevabı hepimizde. Herkesin elini taşın altına koyması gerekiyor. Türkiye’nin önemli bir meselesi. Çünkü milyonlarca kişiyi ilgilendiren bir eğitim hakkı mücadelesinden bahsediyoruz. Dolayısıyla bu mücadelenin nasıl sonuçlanacağı hepimize bağlı.