İlk film pratiği üzerine
Yönetmen Soner Sert, ilk film pratiklerinde yaşanan zorlukları yazdı.
Pixabay
Soner SERT
Film yapım pratiğini iki ana başlığa ayırarak incelemekte fayda var: İlki, bugün artık ana akım sinema olarak da nitelenen, gerek finansal yapısıyla, gerekse de estetiğiyle kâr odaklı bir üretim biçimi olan ve görsel ya da ekonomik bağlamda mevcut sistemi yeniden üretmeye gayret eden film pratiğidir. İkincisi ise –çoğu kez- estetik denemelere girişen, öncelikli olarak kâr amacı gütmeyen ve bu sebeple çeşitli kamu ya da özel fonların desteğiyle meydana gelen ve arthouse, bağımsız film, sanat ya da festival filmi olarak nitelenen film icra biçimidir. Daha net olarak ifade etmek gerekirse, ilki için Hollywood’u, ikincisi için çeşitli ülkelerin kültür bakanlıklarının/kamu fonlarının verdiği desteklerle ortaya çıkan filmleri örnek gösterebiliriz.
Türkiye’de ya da diğer ülkelerde sanat filmlerinin üretiliş biçimi –arada Netflix’in yaptığı Roma, Marriage Story gibi örnekleri saymazsak- üç aşağı beş yukarı böyledir. Arada elbette ki Netflix haricinde ana akım film üreten büyük prodüksiyon şirketleri de festivaller için (sanatsal bir kaygı güden) film üretebilirler. Ama çoğu için temel arzu, daha bakir bir pazara dahil olma çabasında yatar. Neticede, Lenin’in dediği gibi “Kapitalistler, kendini asacak ipi bile satar.”
SİNEMA DESTEKLEME FONU TARTIŞMALARI
Meseleyi Türkiye özelinde ele alırsak, karşımıza hemen her sene tartışmalara konu alan Kültür Bakanlığı’nın verdiği sinema destekleme fonu tartışmaları çıkar. Kökeni 60’lı yıllara uzanan devlet-sinema ilişkisinin, geldiği noktadır bu fon. O yıllarda sadece bir sansür kurumu olarak sinemayla ilişki kuran devletin, bir süre sonra Yeşilçam filmlerinin devasa ticari gelir elde ettiğini fark etmesi ve bu alanın hem ekonomik, hem de kültürel olarak kullanılabileceğini düşünmesi bu fonun miladını oluşturur. Sonraki yıllarda küçük teşvikler olarak devam eden ve 2006 yılında AB uyum yasaları çerçevesinde kurumsallaşan sinema destekleme fonu, bugün sinemacının/sinema yapmak isteyen kişinin can simidi olarak görülüyor.
Zira şu günlerde, sanatsal bir niyetle film yapmaya uğraş veren, yaygın kodlamayla söylersek ticari sinemaya sırt çeviren bir sinemacının, eğer sektörle organik ilişkisi yoksa, yani film setlerde çalışan ve kendisine ücretsiz ya da düşük ücretle destek veren/dayanışan arkadaş çevresine sahip değilse, başvuracağı para kaynağı bu fondur. Sadece bu da değil, film yapımı maliyetli bir iştir. Dolayısıyla bugün her koşulda, minimal bir hikâye de anlatıyor olsanız, cebinizde en az yarım milyona yakın bir para bulunması gerekiyor. Alternatif üretim biçimleri ve bu üretim biçimlerinin başarılı olmuş örnekleri olsa da istisnalar kaideyi bozmaz.
Bugün, yeni filmleri merak uyandıran, uluslararası festivallerde başarı kazanan ve filmleri belirli bir camiada çokça konuşulan Emin Alper, Tolga Karaçelik, Özcan Alper gibi yönetmenler ilk filmlerini bu fondan destek alarak yapmışlardır. Bulunması gereken kaynağın, yarısı ya da en azından üçte biri bakanlığın verdiği bu fondan sağlanmıştır. İlk filmlerin ses getirmesi, bir estetik bütünlük taşıması ve çeşitli festivallerde ödüller kazanması bu yönetmenlerin sonraki yıllarda –destek almadıkları filmleri de dâhil olmak üzere- ortak yapım film üretmelerine olanak yaratmıştır.
YURT DIŞI FONLARI SİNEMACI İÇİN HAYATİ ÖNEMDE
Şu günlerde basın dünyası bağlamında da tartışılan yurt dışı fonları sinemacı için hayati önemdedir. Zira hem filmin uluslararası arenada görünür olması, hem de yönetmenin estetik kaygılarını tam olarak yansıtabilmesi için bu fona ihtiyaç vardır. Aksi halde –münferit örnekler olsa da- filmin majör festivallerde yarışma ve uluslararası dağıtıma girme şansı az olacaktır. Bu hususta bağlayıcı olan nokta, yukarıdaki yönetmenler yerine ilk filmlerini çekecek olan sinemacılar odağa alındığında, bütçenin en az yüzde ellisinin vatandaşı olduğunuz ülkenin verdiği bir kamu fonundan destek almanız gerektiği bilgisidir. Yani bakanlık da olur, belediyeler de…
Belediyelerin böyle bir destek verdiğine dair bir işaret henüz görünürlerde yok. Dolayısıyla yurtdışından destek almak ve filmini daha nitelikli bir hale dönüştürmek isteyen bir sinemacı yine bakanlık desteğine muhtaç durumda. Bu bağlamda yurtdışı fonunu veren kişiyi, yabancı yatırımcı olarak tanımlamak işi kolaylaştırabilir. Ki her iş kolunda olduğu gibi sinema alanında da yatırımcı, bir güvence istiyor. O güvenceyi sağlamak içinse bir kamu fonunda destek almak lazım.
Geçmişe gidersek, ilk film yapım deneyimleri ile ilgili güçlü örneklere rastlayabiliriz. 80’ öncesinde sinema salonlarının bölgeler bazında gösterimler yapıyor olması (Adana Bölgesi, İzmir Bölgesi vs.) ve bu bölgelerde bazı aktörlerin filmlerinin çok tutuluyor olması bir ön satış olanağı yaratmıştır. Örneğin, Yavuz Özkan’ın yönetmenliğini yaptığı, başrollerinde Tarık Akan ve Cüneyt Arkın’ın oynadığı, maden işçilerini konu alan 1978 tarihli Maden filmi bu yolla çekilmiştir. Tarık Akan, başrolde kendisiyle birlikte Cüneyt Arkın’ın da oynayacağını söyleyerek bölge bölge gezip ön satış yapmış ve film bu sayede ortaya çıkmıştır.
BAĞIMSIZ FİLM FONU YARATILMALI
Bugün ise böyle bir yol çok olası görünmüyor. Derdi olan, estetiğinden ödün vermeyen bir film yapmak isteyen yönetmen, karşısında böyle bir çeşitlilik bulamıyor. Dolayısıyla yapılmasına uğraşılan film de, eğer bir geri dönüşü sağlanacaksa, tek bir dağıtımcının önüne gidiyor ve o film de –doğal olarak- çekilmiyor.
İlk filmini yapmak isteyen sinemacının önündeki finansal yol haritası böyle gözüküyor. Elbette ki kendi imkânlarıyla düşük bütçeli filmler çeken, bu filmleriyle başarı elde eden ya da Türkiyeli bir majör yapımcıyı ikna edip nitelikli film üreten yönetmenler var. Yahut yurt dışı fonlarıyla ya da yapımcılarıyla film üreten sinemacılar da var. Ancak çoğu insan bu olanaklara sahip olamıyor. Dolayısıyla, bir fikre ve bu fikirden yola çıkarak hazırlanan bir senaryoya sahip olan her sinemacı, bütçesini meydana çıkardığında bakanlığın yolunu tutuyor. Zira bu destek film yapmak isteyen herkese açık. Neye göre, kime göre destek verdiği her daim tartışılsa da şu an en olası yol gözüküyor.
İlerleyen süreçte, özellikle bir bağımsız film fonu yaratmakta fayda var. İlk filmini çekmek isteyen yönetmenler için, en azından ufak bir teşvik bile olsa, bir dayanışma kültürü doğurmak gerekiyor. Zira film yapmak günden güne zorlaşıyor.