Şükür söndürüldü diyemiyoruz çünkü yanacak yer kalmadı
Ormana bakınca mobilya, odun, tatil köyü, maden sahası gören sermaye takımı ve onun temsilcisi iktidarlardan tarım, orman ve yaşam alanlarımızı korumasını beklemek, ölü gözünden yaş beklemektir.
Fotoğraf: Evrensel
Sedat BAŞKAVAK
Emek Partisi Genel Başkan Yardımcısı
Silifke’den itibaren Antalya’ya kadar dağlar, tepeler, bağlar bahçeler parça parça hiç sönmeyecekmiş gibi yanmaya devam ediyor. Kimi yerlerde de yanacak bir şey kalmadığı için dumanlar tütüyor. Silifke’yi geçip Yeşilovacık’a gelince yolun kapatıldığını görüyoruz. Polis güvenlik nedeniyle yol kapalı dese de şoförümüz de herkes gibi Yeşilovacık içinden tarlaların arasından geçip yeniden karayoluna bağlanan bir yer bulup yola devam ediyor. Denize doğru bakınca gördüğümüz göğün mavisi yönümüzü dağlara çevirdiğimizde boz bulanık bir renge dönüşüyor. Yeşil desek değil. Alevlerin kızılı, külün karası ve grisi hepsinin birbirine girdiği yabancısı olmadığımız ama daha önce de pek görmediğimiz bir renk.
Manavgat’a girerken Emek Partisi Alanya ilçe örgütünden arkadaşımız gördüğü tabloya hayret ederek “İnsanlar nereye gitmiş, burası cıvıl cıvıl bir yerdi, hayalet kent gibi” diyerek sokakların sessizliğine hayretini ifade ediyor. Kentin boş görüntüsünü dolduran ve fazlasıyla dikkat çeken şey ise 25 metre aralıkla polis yelekli görevlilerin çokluğu, aynı gün Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın da Manavgat’a geleceğini hatırlıyoruz. Önünden geçtiğimiz Manavgat Kültür Merkezinin cephesinde “Manavgat Belediyesi Yangın Dayanışma Merkezi” yazılı koca bir pankart dikkatimizi çekiyor. Kırmızı yelekli görevliler, koliler, siyah torbalarda malzemeler, kamyonetler vs.
"MANAVGAT YANDIKTAN SONRA GELSE NE OLACAK?"
Antalya il örgütümüz yolda ama trafik nedeniyle çok yavaş ilerlediklerini söylüyorlar. Onlarla buluşmak üzere ilçe merkezinde çarşının ortasından geçen Manavgat Çayı üzerindeki köprü ve çay bahçesinin gölgesine oturup bekliyoruz. Görevlinin sildiği masamızın üzeri sanki biraz önce birileri sigara içmiş de kalkmış gibi küllü. Birkaç dakika sonra anlıyoruz ki; sigaradan değil, rüzgar yanan ormanların, evlerin, meyve ağaçlarının külünü Manavgat ve çevre yerlere savuruyor. “Çok kül yağıyor, sizin işiniz de zor” dediğim genç görevli “Aman bu yangın bitsin de tek silme derdi kalsın, bittik artık” diyor. Arka masadaki orta yaşlı adam “Tayyip geliyor, afet bölgesi ilan etti” diyerek lafa girince biraz önce bıkmış gibi konuşan görevli genç kadının “Kaç gündür yanıyoruz, Manavgat yandıktan sonra gelse ne olacak” diyen kızgın hiddeti karşısında önüne eğilip susuyor.
Antalya il örgütümüz yangının ilk çıktığı andan itibaren görevliler ve uzmanlardan bilgi aldıktan sonra bu yangının kısa sürede sönmeyeceğini düşünerek, yakıp yıktığı yerleri de görünce bir yardım kampanyası başlattı. Başta Büyükşehir ve Manavgat Belediyesi yetkililerinden aldıkları bilgiler ışığında rastgele yardım toplamaktan ziyade en önemli ihtiyacın gıda olması nedeniyle gıda yardımı toplamışlar. Temel gıda maddeleri, kuru gıdalar, su vb. içecekler ayrıca da hayvan yemi. Öyle ya sadece evler yanmamıştı, otlar, samanlar hatta köylünün hayvanları için her gün artan fiyatlara katlanarak aldıkları hayvan yemleri de yanıp kül olmuş ve yanmaktan kurtulabilen koyunu, keçisi, ineği de kendileri gibi açlıkla karşı karşıya kalmıştı.
İl Başkanımız Hasan Alkan ve İl örgütümüz öncülüğünde toplanan yardımları teslim etmek üzere, ilk durağımız Büyükşehir Belediyesinin hayvan yemi ve samanları toplayıp köylüye dağıttığı Çeltik toplama alanına gidiyoruz. Görevlilerle konuşup, kaydı tutulup nereye yıkılacağını öğrendikten sonra kamyonetteki yemler indirilip istiflenirken kriz masasındaki gürültü dikkatimizi çekiyor. Üç görevli, çokça köylü bir telaş bir hengame, görevliler daha sabahın erken saatinde yorulmuş, köylü biçare yardım istiyor. TC kimlik numarası, adı soyadı, köyü ve kaç hayvanı olduğu not edilen köylünün eline ne kadar yem verilecek (sorulup, söyleyip en son amirin kararıyla kaç torba yem, kaç balya saman verileceği) belirlendikten sonra eline verilen kağıtla yem ve samanını almaya gittiğini gözlemliyoruz. “Benim pikabım küçük, büyük balya sığmaz küçüklerden vermiyorsanız vermeyin” diyen bir köylü kadını duyuyoruz. Adının Hatice Kara olduğunu örendiğimiz köylü “Ulukapı köyünden geldim, bir çöpü yanmayanlar gelip buraya adını yazdırıp yem saman aldılar. Ben yangında zarar görmeme rağmen alamıyorum. Yem kalmamış, saman koca balya, normal saman balyası kalmadı diyorlar, 11 büyükbaş hayvanım var ne yiyecekler” diye kızarak pikabına biniyor. Onu dinlediğimizi gören başka bir köylü “Ağabey bize yardım edin gerçek mağdurlar olarak bize saman yem kalmamış ama kimileri de almış yığmış. 280 küçük, 36 büyükbaş hayvanım var. 82 çuval yem, 5 silaj, 12 balya saman sonra 70 balya daha yazmışlar ama alamıyoruz. Buradan bilmeden görmeden dağıtacaklarına, çıkarsalar kamyonları köylere girseler o zaman gerçekten yangından zarar gören köylüleri yerinde görürler ve ihtiyacı olana verirler” diyerek organizasyon eksiğine dikkat çekiyor.
Birazını topladığımız, birazını da parti üyeleri ve etrafındaki emekçilerden toplanan paralarla aldığımız temel gıda maddeleri ve içecekleri teslim etmek üzere Manavgat Kavaklı Mezarlığı girişindeki gıda ve kıyafet toplama merkezine ulaşıyoruz. Görevlinin nereden geliyorsunuz soruna Emek Partisi diyoruz. “Tamam araçlar sırayla yanaşsın indirelim” diyor. Gelen kıyafetleri ayrıştıran görevliler bir yanda, erkek kıyafetleri bir torbaya, kadın kıyafetleri, çocuk kıyafetleri başka torbaya. Oyuncaklar diğer yana. Su ve benzeri içecekler soğutucusu olan kamyona, gıda kolileri depoya. Kayıt alıyor musunuz diyoruz, “Çok yoğun kayda gerek” yok diyorlar.
Kalemler köyü, neredeyse tamamı yanmış. Ressam dostumuz Burhan Kum da evi yananlardan, köyün girişinde bizi bekliyor. Evrenseki köyünden Kalemler’e ayrılan yolda önümüzü kesen ve göğsünde Cumhurbaşkanlığı forsu olan güneş gözlüklü sivil polis “Bir saatliğine köye giriş kapalı” diyor. Emek Partisi heyetiyiz, ziyaret planımız vardı, arkadaşlar bizi köyün girişinde bekliyor desek de, “Yassak kardeşim” demeye gelen çıkışıyla geçemeyeceğimizi anlıyoruz. Öyle ya, saat kaçta köye geleceği belli olmayan başkan gelince cumhurun (halkın) ayakaltında olmaması lazım. Ayaklar yerini bilecekler ki baş olmaya niyet etmesinler. O nedenle de köyde kimileri çıkartılırken, gelen de her ne sebeple gelirse gelsin köye sokulmuyor. Tarlaların arasından polisi geçenler de köyün girişinde jandarmaya takılarak geri çevriliyor. Yurttaşa yasak, iktidar hariç diğer siyasi partilere yasak, hatta akredite olamamış gazetecilere de yasak çünkü Evrensel gazetesi muhabiri gibi, Alman DW kanalı muhabiri Serkan Ocak da geçemiyor. “Tarlalardan da olsa ben bu köye girerim” diyerek yanımızdaki Evrensel muhabiri ile selamlaşıp ayrılıyor.
"KALICI ACIMIZ YOK, GEÇİCİ ACIMIZ VAR"
Kalemler'e giremediğimiz için dönüşte uğrarız dediğimiz Evrenseki de kalıyoruz. Yan yana üç ev, ilki yanmış. Sahibi Mustafa İşbilir yangının Kalemler köyünden kendilerine ulaşmasının 10 dakika sürmediğini söylüyor. “Alevler göğe yükselince rüzgar her yere savurdu, benim evim önümüzdeki boşlukta yığılı yanan kamışların ateşi sıçrayınca yandı. Eşya yandı ama bize bir şey olmadı. O nedenle kalıcı acımız yok, geçici açımız var diyerek kendimizi teselli ediyoruz” diyor. Kardeşi Orhan’ın evi arka çaprazda 50 metre mesafede. Yemi, samanları, ahırı, traktörü vs. yanmış. Ev yanmamış ama yangında yanan elektrik direklerindeki tellerin şase yapması nedeniyle elektrik tesisatı ve saati yanmış. Besideki hayvanları ve evi için çalıştırdığı jeneratöre günde 15 litre benzin alıyormuş. "Geldiler, yazdılar çizdiler 'şirket gelecek elektriği yapacak' dediler ne gelen, ne de yapan var. Bizi duyan da, gören de yok” diyor.
TOKİ'DEN GÖRÜLMEMİŞ HIZ: "SİZE KREDİYLE EV YAPALIM"
O zaman en son Kalemlere gidelim diyerek Yukarı Seki köyüne çıkıyoruz fakat Jandarma “Köyde her şey yanmış ve yamaçta kurulu olması nedeniyle çökme tehlikesi var” diyerek girişe izin vermiyor. Görevlinin, bir saat giriş kapalı dediği Kalemler’e iki saat sonra bile giremiyoruz çünkü Cumhurbaşkanı Erdoğan hala gelmemiş ve ne zaman geleceği belli değil. Kalemler köyünden dostumuz Ressam Burhan Kum’la merkezde bir kafede görüşmek üzere haberleşiyoruz. Geçmiş olsun nasılsınız, iyiyimden sonra “Yangından zararsız kurtulan yok ki” diyor. Yangının nasıl hızla büyüdüğünü köyün neredeyse tamamının nasıl yandığını anlatıyor.
TOKİ’den görevlilerin kendisini ve pek çok köylüyü aradığını anlatırken kızgınlığı da, yüzüne ve sesine yansıyor. “Yahu arkadaş daha yangının ikinci günü TOKİ’den aradılar. Size yeni bir ev yapalım, projemiz hazır, üç yıl geri ödemesiz kredi ile evinizi yaparız diyerek arıyorlar. Ön araştırma yapıyorlarmış. İki günde ne projesi hazırladınız? Kredi ile ev yapacaksam kendim de yaparım. Burada 1900’lerden kalma evler vardı. Oyma tavanlar, gömme dolaplar. Bize plastik kapı pencereli beton evleri kredi ile pazarlamaya çalışıyorlar. Bir tarih yanmış, yok olmuş TOKİ krediyle ev pazarlama derdine düşmüş. Sadece ben değil pek çok kişiyi aramışlar ve herkes benim gibi 'TOKİ bizi soymayı planlıyor' diye düşünüyor." Böylece, TOKİ’nin de yangını Allah’ın bir lütfu olarak görerek, fırsata çevirmeye çalıştığını anlıyoruz.
İlçe merkezinde ya da köylerde kimle sohbete başlasanız hepsinin ilk sözü bir an önce bitse de daha fazla yanmasa sözleri oluyor. Biraz sohbet ilerleyince biri “Ormanda itfaiye yangın mı söndürür, tecrübe yok, itfaiye araçları araziye uygun değil” derken diğeri ekliyor “İtfaiye sıçramayı engellemek için soğutma yapacak, asıl söndürme helikopter ve uçağın işi, ama onlar da yetersiz” diyor. Asıl sorun yangın başlarken tespit edip, erken müdahale ederek yayılmasını önlemek ama bunun yeterince olmadığını anlıyoruz. Gözlem ve tespitin eksik kaldığı yerde müdahale de geç oluyor, o zaman da bir işe yaramıyor. Bugün başta Manavgat olmak üzere ülke geneli yangınlarda gördüğümüzde budur. Ülke genelinde onlarca noktada çıkan yangına üç kiralık uçakla müdahale etme çabasının yetersizliğinin sonuçlarını ağır bir şekilde yaşıyoruz. Tabi bir de Ressam Burhan Kum’un geçtiğimiz yıl bir orman gezisinde karşılaştığı orman görevlilerinin, “Şişeler köyüne nasıl gideriz?” sorusu üzerinden çıkardığı şu sonucu da ekleyince durumun vahameti daha da anlaşılıyor; “Ormancılar genç çocuklar, işe alınmışlar ama yol bilmiyorlar, partizanlık üzerinden alınan tecrübesiz ve niteliği zayıf personelin böylesi durumların üstesinden gelmesi de zor” diyor.
Bütün bu yangının, zarar ziyanının özetini hemşire eşi, kızı ve oğluyla cipinin arkasına doldurduğu yardım malzemeleri, yanık kremleri, giyecekleri dağıtan mimar Ali Küçük’ün iki cümlesi tanımlıyor “Şükür bitti, söndürüldü diyemiyoruz çünkü artık yanacak yer kalmadı.” AKP iktidarının alınmayan önlemler, özelleştirilen yangın söndürme hizmeti, yetersiz personel ve ekipman ile yaptığı yangın söndürme faliyetinin kısa ve öz tespitini bu iki cümle en çıplak haliyle önümüze koyuyor. Bu koşullarda yangınlar, müdahale ve mücadeleyle değil yanacak yer kalmadığında kontrol altına alınıyor. Ormana bakınca kereste, mobilya, odun, tatil köyü, maden sahası gören sermaye takımı ve onun temsilcisi iktidarlardan tarım, orman ve yaşam alanlarımızı korumasını beklemek “Ölü gözünden yaş beklemek” gibi bir şeydir.