04 Ağustos 2021 23:21

Rosemary’nin Bebeği

Özlem Ertan; Ira Levin’in ‘Rosemary’nin Bebeği’ romanı üzerine yazdı.

Görsel: Kitap kapağı 

Paylaş

Özlem ERTAN

Korku-gerilim edebiyatına ve sinemasına aşina olup da ‘Rosemary’nin Bebeği’ni bilmeyen yoktur sanırım. Amerikalı yazar Ira Levin’in ilk olarak 1967 yılında yayımlanan bu romanı, akabinde Roman Polanski tarafından beyaz perdeye uyarlanmış, başrollerini Mia Farrow, John Cassavetes, Ruth Gordon ve Sidney Blackmer’ın paylaştığı 1968 yapımı film, korku sinemasının klasikleri arasına girmişti. Aradan geçen yıllara rağmen gerek roman gerekse onunla aynı adı taşıyan film güncelliğini koruyor. Klasik olmak, zamanla girilen yarıştan galip çıkmak böyle bir şey.

Edebiyatta kendine özgü bir yeri bulunan ‘Rosemary’nin Bebeği’ romanı, daha önce 1971 senesinde Gülten Suveren çevirisiyle Altın Kitaplar’dan çıkmıştı. Roman bu kez Kitap Kurdu Yayınları tarafından, Ergin Özler’in çevirisiyle yayımlandı. Polisiye, gerilim ve sanat alanlarında yayımladığı kitaplarla yayıncılık dünyasında kendine iyi bir yer edinen Kitap Kurdu Yayınlarının bu özenli baskısına, ünlü yazar Chuck Palahniuk’un ‘Rosemary’nin Bebeği’ için kaleme aldığı ön söz de eşlik ediyor.

SÖYLENTİLER, BÜYÜCÜLER, AYİNLER

Hem kitabı okuyup hem de filmi izleyenler bilirler: ‘Rosemary’nin Bebeği’ romanıyla ondan uyarlanan film arasında konunun ilerleyişi bakımından neredeyse hiç fark yoktur. Kurgu, olayların sıralaması gibi detaylar romanda ve filmde aynıdır: Genç ve hırslı aktör Guy Woodhouse ile eşi Rosemary, New York’ta bir apartman dairesi kiralar. Bu, eski olmakla birlikte görkemli binanın kendine özgü bir havası ve çekiciliği vardır, üstelik merkeze ve tiyatro salonlarına da yakındır. Rosemary çok sever bu evi. Orada başına gelecekleri bilseydi sevmezdi mutlaka, ama insan yaşamadan geleceğin kendisine neler getireceğini bilemiyor ki.

Aslında eski dostu Hutch, kızı gibi sevdiği Rosemary’yi bu binanın kötü şöhreti konusunda uyarır, ama bu uyarılar genç çifti evi tutmaktan vazgeçirmeye yetmez. Neticede binada yaşadığı iddia edilen büyücülerin geçmişte yaptığı söylenen kanlı ayinler, bebeklerin kurban edilmesi gibi rivayetler akla ve mantığa aykırı bulunur. Dünyanın en büyük kentlerinden New York’un göbeğindeki bir binada, üstelikte modern çağda bu tür fantastik ve ürkütücü vakaların meydana gelmesi mümkün müdür?

RÜYA VE KIRMIZI GÖZLER

Rosemary ve Guy, ilk başlarda evlerinde mutlu mesut yaşarlar. Üstelik komşuları olan yaşlı çift, onlara karşı son derece sıcak ve korumacıdır. Kendi çocukları gibi ilgilenirler Rosemary’yle. Ancak kısa süre içinde Rosemary’nin anlam veremediği olaylar vuku bulmaya başlar. Bu korkutucu olaylar silsilesinin merkezinde ise Rosemary’nin gördüğü bir rüya vardır. Düşünde kendisini bir masanın üstünde çırılçıplak yatarken bulur Rosemary. Etrafında tanıdık simalar vardır ve hepsi de tıpkı Rosemary gibi çıplaktır. Gizemli bir ayinin garip melodileri sarar etrafı. Ardından tuhaf, şeytanımsı bir yaratık belirir odada. Bu yaratığın tecavüzüne uğrayan Rosemary, onun kırmızı gözlerini ve bu korkutucu rüyasını aklından çıkaramayacaktır.

Rüyasından kısa süre sonra, uzun zamandır sahip olmayı hayal ettiği bebeğine hamile olduğunu öğrenen Rosemary’nin yaşadıkları ve yaşayacakları gerçek midir, yoksa hamileliğinin beslediği sanrılar mıdır?

İKİ MUHTEŞEM OYUNCU

Kitabın gördüğü ilginin artmasında ve ‘Rosemary’nin Bebeği’nin kendi türünde kült bir yapıt haline gelmesinde Roman Polanski’nin senaryosunu yazdığı ve yönettiği filmin büyük etkisi oldu elbette. Zira dönemin teknik olanaksızlığına rağmen yaratılan başarılı atmosferiyle ve oyuncularının, özellikle de yaşlı çift Castevet’leri oynayan iki oyuncunun olağanüstü performanslarıyla unutulmaz bir filmdir ‘Rosemary’nin Bebeği’. Minnie Castevet’i oynayan Ruth Gordon ile Roman Castevet’i canlandıran Sidney Blackmer’ın tavırları, mimikleri ve genel anlamda yorumlarıyla ete kemiğe bürünen yaşlı Castevet çiftinin hafızalara, kolay kolay silinmemek üzere kazındığını belirtmeden geçmemek gerekir. Artık hayatta olmayan iki usta oyuncuya, Ruth Gordon ile Sidney Blackmer’a saygıyla…

ALTMETİNDE NELER VAR

İlhamın Anton LaVey’den ve onun kurduğu Satanist Kilisesi’nden aldığı söylenen ‘Rosemary’nin Bebeği’nin korku ve dehşetin karanlık bir ormanda ya da şatoda değil de insanın kendi evinde, kendini en güvende hissettiği yerde belirmesiyle ilgili bir çıkış noktası var. Dehşet her yerde değil mi hakikaten? Doğaüstü güçlerden, gizli ayinlerden, tekinsiz varlıklarla ilgili dehşetlerden söz etmiyorum bunu yazarken. İnsandan kaynaklanan şiddeti, güvensizlik hissini kastediyorum. Ve ‘Rosemary’nin Bebeği’ ile ilgili bu yazıyı, Chuck Palahniuk’un, romanın ön sözünde yer alan şu ifadeleriyle sonlandırmak istiyorum: “(…) Ve lütfen, siyaseti atlamayalım. 1967’de her şey siyasetti ve kitabın bu yönü, onu çığır açan modern bir roman yapmıştır. Rosemary’ye yapılan her şey siyasi bir eylemdir, Tanrı’yı devirmek için kurulmuş devrimci bir komplodur. Bu, bir meczubun tek bir kurbana yaptığı anlamsız saldırı değildir. Avcı avının üstüne çullanmıştır. Bu, sürgündeki güçlü bir lideri geri getirme ve dünya siyasetinde çok büyük bir kayma yaratma planıdır.”

ÖNCEKİ HABER

Antalya Gündoğmuş'taki yangında 800 yıllık tarihi mezarlar da zarar gördü

SONRAKİ HABER

Akdeniz'e kıyısı bulunan ülkeler yoğun orman yangınlarıyla mücadele ediyor

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa