08 Ağustos 2021 00:05

Pandemi vurguncuları

Avrupa'nın Gündemi'nde bu hafta aşıları üretim maliyetinin çok üstüne satan şirketler, Fransa'da aşı/sağlık pasaportu tartışmaları ve İngiltere'de hükümetin salgın politikalarına eleştiriler var.

Fotoğraf: Freepik

Paylaş

En yüksek aşı oranının olduğu ülkelerde bile dördüncü dalgadan söz edilirken dünyanın birçok ülkesinde ise aşı olabilmek hâlâ büyük bir ayrıcalık. Zengin ülkeler özellikle mRNA aşılarının üretildiği ülkelerde patentin serbest bırakılmasına karşı çıkıyor. German Foreign Policy’deki makalede en çok kullanılan aşıların ülkelere, üretim maliyetlerinin 6 ila 24 kat üzerindeki fiyatlara satıldığına dikkat çekiliyor.

Fransa’da Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’un Mecliste onaylattığı “aşı/sağlık pasaportu” Anayasa Mahkemesi tarafından da onaylandı ve pazartesi yürürlüğe girecek. 4 haftadır ülkenin en önemli gündemlerinden birisi olan bu zorunluluğa karşı tartışmalar devam ediyor. Alternative Economique’ten  Hervé Nathan bir yandan aşılamayı “bireysel özgürlük” olarak nitelendirilen liberal yorumu eleştirirken, aşılamadaki temel sorunun ise aşıya ulaşma zorluğu olduğunu söylüyor.

İngiltere’de Boris Johnson hükümetinin kovid-19 yönetiminin kendi ekonomik ve politik çıkarlarını artırma amacıyla yürütüldüğü ise açık. 155 binin üzerinde ölüme rağmen alınan kararlar, hâlâ hükümetin sorumluluğunu şahıslara yükleyerek yakın çevrelerine kazanç sağlayacak ve halk sağlığını göz ardı edecek şekilde alınıyor. The Guardian’dan seçtiğimiz makalede, hükümetin “bilimsel kanıt kullanımı baştan sona politika tercihlerine göre ayarlandı” deniyor.


AŞILARIN SATIŞ FİYATI ÜRETİM MALİYETİNİN 24 KATI

German Foreign Policy

Uluslararası sivil toplum kuruluşu The People’s Vaccine Alliance (Halkın Aşı İttifakı) tarafından yapılan güncel bir araştırma, BioNTech dahil olmak üzere büyük mRNA aşısı üreticilerinin kovid-19 pandemisinden elde ettiği kârların boyutlarını ortaya koyuyor. “Büyük Aşı Soygunu” başlığı altında yayımlanan araştırma, BioNTech/Pfizer aşısının satış fiyatını üretim maliyetinin 6 ila 24 katı olarak ortaya koyuyor. Halkın Aşı İttifakı, BioNTech ve Pfizer’in aşının satışından elde edecekleri gelirin üretim fiyatının yaklaşık 24 milyar dolar üzerinde olduğu sonucuna varıyor.

Örgüt, Oxfam ve Uluslararası Af Örgütü de dahil olmak üzere yaklaşık 70 uluslararası sivil toplum kuruluşundan oluşuyor. Berlin, aşı patentlerinin geçici olarak askıya alınmasını engellemeye devam ederek aşı üreticilerinin karlarını güvence altına alıyor. Yoksul ve gelişmekte olan ülkelere en büyük aşı tedarikçisi 570 milyonun üzerinde aşı dozu ile Çin. Almanya ise tazeleyici aşılara geçiyor; federal hükümet, “önlem” için on milyonlarca aşı dozunu depolamak istiyor.

Kovid-19 virüsüne karşı mRNA aşılarının fiyat analizi, Halkın Aşı İttifakı’nın ABD Sivil Toplum Kuruluşu Public Citizen ve Imperial College London’dan uzmanların ortaklaşa yürüttüğü yakın tarihli bir araştırmaya dayanıyor. Buna göre bir doz BioNTech/Pfizer aşısı yaklaşık 1,18 ABD dolarına, bir doz Moderna aşısı ise 2,85 ABD dolarına üretilebilir. Gerçekte ödenen fiyatlar bilindiği kadarıyla, Moderna’da üretim maliyetlerinden 4 ila 13 kat, BioNTech / Pfizer’de ise 6 ila 24 kat daha yüksek. Bir doz BioNTech/Pfizer aşısı için bilinen en düşük fiyat Afrika Birliği (AU) tarafından ödendi; doz başına 6,75 dolar, bu da tahmini üretim maliyetinin 6 katı. İsrail doz başına 28 dolarla en yüksek fiyatı ödedi. Buna karşılık Moderna’nın Kolombiya’dan aşı dozu başına 30 dolar -ABD hükümetinin ödediğinin iki katı- istediği bildiriliyor. Güney Afrika, Moderna’nın paha biçilemez teklifini reddetmek zorunda kaldı; Şirketin doz başına 42 dolar talep ettiği bildirildi.

Aşı üreticileri, The People’s Vaccine Alliance’a göre, “özellikle kötü bir şekilde pazarlık eden” AB’ye belirli karlar borçludur. Bilindiği kadarıyla Brüksel, ilk 600 milyon BioNTech / Pfizer aşı dozu için her birine 15,50 avro ödedi. Halkın Aşı İttifakı, sonraki 900 milyon aşı dozu için fiyatın 19,50 avroya yükseleceğini kaydetti. 460 milyon Moderna aşı dozunun üretim maliyetine ek ücreti eklerseniz, Birliğin saf üretim fiyatının üzerinde harcadığı miktar 31 milyar avro, 2021 için tüm AB bütçesinin yüzde 19’u. şirketlerin ayrıca, AB’nin ek 2,1 milyar doz aşı için verdiği  siparişin fiyatını yükseltmeyi başardığı bildiriliyor. Başlangıçta BioNTech / Pfizer’in aşı dozu başına 15,50 avro alacağı söylenmişti, şimdi bu 19,90 avro; Moderna ise dozu 19 avrodan  21,50 avroya yükseltti.

Federal Hükümet ve AB, Almanya ve ABD’den mRNA üreticilerinin kovid-19 pandemisinden milyarlarca dolar kâr elde etmeye devam edebilmelerini sağlamaya devam ediyor: Geçen hafta bir kez daha kovid-19 aşılarının en azından geçici olarak patentlerinin serbest bırakılması için girişimleri engellediler. Hindistan ve Güney Afrika, Ekim 2020’de ilk kez bu yönde talepte bulunmuştu; o zaman yerine getirilmiş olsaydı daha fakir ülkeler de uzun zaman önce büyük miktarlarda aşı üretilebilir ve tedariklerini sağlayabilirdi. Berlin ve AB, abluka politikalarıyla, yoksul ülkelerde nüfusun yalnızca yüzde 1,1’inin şimdiye kadar ilk doz aşı almış olmasından büyük ölçüde sorumludur. BioNTech/Pfizer ve Moderna, Alman-Avrupa ablukasından muhtemelen en çok yararlanan ilaç şirketleri oldukları için Halkın Aşı İttifakına göre, fakir ülkelere en az aşıyı ulaştıranlardır: BioNTech/Pfizer, orta ve düşük gelirli ülkelere dünya çapındaki üretimlerinin yalnızca yüzde sekizini tahsis ederken, Moderna sadece yüzde yedisini tahsis ediyor.

(Çeviren: Semra Çelik)


SAĞLIK ÇIKMAZI YERİNE HERKESE AŞILAMA

Hervé NATHAN
Alternative Economique

(Fransa Cumhurbaşkanı) Emmanuel Macron’u saygıyla anmak gerekir: (Polisin rakamlarına göre) 205 bin kişiye 31 Temmuz’da gösteri yapma arzusunu vermiş olmak rekorlar kitabına girmeyi hak ederdi. (…) Bu insanlar Meclis tarafından oylanan en son önlemlere karşı yürüdüler: Hemşireler için zorunlu aşılama, polislerin dışında kamu sektöründe çalışan tüm personel için sağlık pasaportu (aşılama veya negatif test) ibraz etme zorunluluğu, pasaportun kafe, restoran, tiyatro, sinema ve hatta tıbbi konsültasyonlar için de (acil durumlar dışında) zorunluluğu…

Bu kortejler her tür insandan oluşuyor: Aşı olmayanların toplum içinde dışlanmalarını protesto eden aşılı insanlar, çocukları için endişelenen ebeveynler, ama aynı zamanda bilimi çarpıtan aşı karşıtları, her yerde Yahudi komplosu gören Yahudi düşmanları, parlamenterleri nefretle reddeden antidemokratlar, Sarı Yelekliler çatışmasını tekrar canlandırmak isteyen Macron karşıtları vb.

Göstericiler özgürlüklerini, hatta özgürlüğü savunduklarını iddia ediyorlar. En azından, aşı olup olmamanın özgürlüğünü. Bu yanlış bir yorumlamadır, çünkü OFCE’de ekonomist olan Guillaume Allègre’nin çok iyi açıkladığı gibi, özgürlüğü ve bireyciliği karıştırmak dışında, aşıyı reddetmek liberalizm adına haklı gösterilemez. Çünkü pandemi sürecinde aşı olmamak, başkalarının özgürlüğünü kısıtlama sonucunu doğurur: Gelip gitme, çalışma, tiyatroya gitme, seyahat etme, iyileşme… çünkü sürekli olarak koronavirüsün kontaminasyon riskini göz önünde bulundurmak gerekli olacaktır. Aşılama, yalnızca ağır hasta olup olmamayı seçme özgürlüğüne kapı açmakla bitmiyor, her şeyden önce diğerlerine bulaşmasını denetleme ve mümkün olan en kısa sürede sürü bağışıklığına ulaşma olasılığının kapısını açıyor. Dayanışmacı bir toplumda, tek başımıza değil, hep birlikte özgürüz.

Ne yazık ki Emmanuel Macron’un 12 Temmuz’da 20 milyondan fazla izleyici tarafından izlenen konuşmasında halka ilettiği mesaj tam olarak bu değildi. Çünkü sağlık pasaportu, nihai olarak 12 yaş ve üstü tüm nüfusu aşılamayı amaçladığını iddia etse bile, aslında tersini yapıyor, çünkü ya dışlanmayı kabul ederek ya da ondan kaçınmak için yeterli gelirimiz olduğundan aşılama bir seçenek olmaya devam ediyor. (…)

İdeologlar ve hali vakti yerinde mahallelerin endişelileri dışında aşı olmayanlar çoğunlukla “uzak” olanlardır. Metropolden, şehirlerden, şehir merkezlerinden, sağlık sistemlerinden, eğitimden, yüksek gelirlerden uzak ama aynı zamanda koronavirüsün ve yarattığı sosyal sonuçlarının ilk kurbanları olanlardır. (…) Yoksullar sinemaya, restorana, gösteriye ya da tatile gitmedikleri ve genellikle acil serviste doktora görünmek için son ana kadar bekledikleri için onlara ulaşmak için sağlık pasaportundan başka yollara ihtiyaç duyulacaktır. (…) Onlar yine de virüsün “yeni bir yeni dalgası” durumunda kendi talihsizlikleri için suçlanacaklar mı? (…) Cezalar azaltılmış olsa da meselenin halk sağlığından çok kamu düzeninin ve bürokrasinin korunması ile ilgili olduğu hissi devam ediyor.(…)

15 Kasım’da sağlık pasaportunun sağlık olağanüstü hal süresiyle beraber dolması bekleniyor. Tartışmanın, valilikler ve polis karakollarından ziyade Sağlık Sigortası (kimin aşı olup olmadığını biliyor) ve sağlık sistemi etrafında düzenlenebilecek aşı zorunluluğu üzerine yeniden alevleneceği öngörülüyor. O zaman herkes için aşı, özgürlükleri savunanlar için bir araç haline gelebilir. (…) Özgürlüklere veya sosyal, ekonomik ve demokratik kazanımlara yönelik tehditler, her yönden gerilemenin gerçek bir faili olan kovid sürdüğü sürece devam edecektir. Artık hasarı durdurma ve aşı olma zamanı!

(Çeviren: Diyar Çomak)


İNGİLİZ HÜKÜMETİNİN KOVİD STRATEJİSİ
ASLA VİRÜSÜ YÖNETMEK İÇİN TASARLANMAMIŞTI

Jana BACEVIC
Linsey MCGOEY
The Guardian

İngiltere’de kovid ile ilgili tüm kısıtlamaların kaldırılmasından bu yana uzmanlar, vakalardaki kaçınılmaz artıştan, ortaya çıkan yeni varyantlara kadar feci sonuçlar konusunda uyardılar. Hükümetin halk sağlığı risklerini fark edeceğini ve bazı önlemleri yeniden uygulamaya koyacağını umabiliriz. Bu tür bir kararı sağlık ihtiyaçları yerine güç ve adam kayırmacılığın yönlendirmesi muhtemeldir. Son 18 ayda görüldüğü gibi İngiliz hükümetinin kovid-19 stratejisi hiçbir zaman virüsü yönetmek için tasarlanmamıştı.

Tüm “Bilimi takip etme” naralarına rağmen (Başbakanlık ofisi) No 10’un bilimsel kanıt kullanımı baştan sona politika tercihlerine göre ayarlandı. Maskelerin bulaşmayı önlemedeki etkinliği, Dünya Sağlık Örgütü’nün (DSÖ) yılın başlarındaki rehberliğine rağmen yalnızca 2020 yazında kabul edildi. Havalandırma, aerosol bulaşmasına dair sürekli kanıtlara rağmen, İngiltere’de halk sağlığı rehberliğinin bir parçası haline yeni geldi. Birleşik Krallık’ın koronavirüs semptomları olarak ateş, öksürük ve koku ve tat kaybı üzerinde devam eden ısrarı, asemptomatik enfeksiyonlar üzerine yapılan araştırmalar ve koku ve tat kaybının Delta varyantında yaygın olmayabileceğini düşündüren yeni kanıtlarla ters durumda.

Hükümetin kabul etmekte isteksiz olduğu diğer bilimsel kanıtlar, aşıların en kötü sonuçların (hastaneye yatış ve ölüm) önlenmesinde etkili olsa da, aşılanmış kişilerin yine de kovid-19’a yakalanıp bulaştırabileceğidir. Bu, çok sayıda maskesiz insanı toplu taşıma veya gece kulüpleri gibi sosyal mesafe olmadan küçük, havalandırması yetersiz alanlara yerleştirmenin etkileri hakkında önemli ahlaki ve etik soruları gündeme getiriyor.

Hükümete geciktirdiği halk sağlığı tavsiyelerini, net kanıtların olmaması, durumun yeniliği veya sadece “kötü şans” ile açıklamak cazip gelebilir. Ancak bu, hükümetin, kamuya açık siyasi tercihleri daraltmak için yetersizlik maskesini kullanarak, salgının yarattığı belirsizliği ekonomik ve siyasi kazanç için kullanma derecesini de belirsizleştiriyor.

Geçen aralık ayında yayınlanan bir raporda, ulusal güvenlik stratejisi üzerine partiler arası ortak komite, hükümeti “ciddi bir hastalık salgını sırasında test, izolasyon ve temas izleme yeteneklerini nasıl ölçeklendirebileceğini ciddi şekilde düşünmediği” için kınadı. Ancak rapor önemli bir yönü gözden kaçırdı: Kamuya açık testlerin ölçeklendirilmesindeki gecikme, İngiltere merkezli özel firmaların pazara girmesi için alanı hazırlamaya yardımcı oldu. Ocak 2020’de İngiltere, bir Alman laboratuvarı tarafından geliştirilen ve DSÖ tarafından ücretsiz olarak sunulan bir kovid viral dizisini kullanma şansını erkenden reddetti. Bununla birlikte, benzer görevlerde çok az veya hiç deneyimi olmayan şirketlere KKD ve vantilatörlerin test edilmesi, izlenmesi ve üretimi için son dakika kamu ihaleleri verdi.

Yetersizlik yanılsaması, hükümetin başlangıçta krize katkıda bulunan koşulları yaratma sorumluluğunu da gizlemektedir. Diğer ülkeler testleri başlatırken, İngiliz hükümeti Serco, Deloitte ve diğer özel firma yöneticileriyle görüşüyor ve bireysel sigorta tröstlerine Deloitte merkezi sistemi faaliyete geçene kadar vantilatör veya KKD satın almayı durdurma talimatı veriyordu. Müteakip raporlama, ihale alan şirketler ile Muhafazakar Partililer arasındaki bağlantıları ortaya çıkardı.

Hükümet virüsün yayılmasına katkıda bulundu. Ancak “kaderci liberalizm” dediğimiz bu yönetimsel yaklaşım, suçun kamusal davranış ve doğal nedenlerin karışımına yüklemesine izin veriyor. Risk, kişisel tercihin bir sonucu gibi görünüyor -insanlar maske takıp takmamaya veya aşı olup olmayacağına karar verebilirler- tepede alınan politik kararlarının sonucu değil.

Beceriksizlik ve cehalet ikiz mazereti, politikacıların kendi eylemsizliklerinin sonuçlarının sorumluluğunu inkar etmelerini sağlar. NHS test ve izleme başkanı Dido Harding’in iddiasına göre, virüsün mutasyona uğrayacağını kimse tahmin edemezdi, o zaman hiç kimse enfeksiyon artışı, maskelerin ve sosyal mesafenin kaldırılmasının yarattığı kaçınılmaz zararlardan sorumlu tutulamaz.

Kamu riskini yönetmeye yönelik bu kaderci yaklaşım, Johnson’ın “Virüsle yaşamayı öğrenmemiz gerekiyor” ifadesine yansıyor. Ancak hükümetin stratejisi, insanlara virüsle yaşamayı öğretmekle ilgili değil; insanlara birçoğunun hayatlarının kurtarılmaya değmeyeceğini kabul etmeyi öğretiyor. Dolayısıyla, İngiliz halkının seçimi, virüsle yaşamak isteyip istemedikleri değil; kimse oynamıyormuş gibi görünen bir oyunda kendilerini görünmez bir tahta üzerinde satranç taşları olarak gören bir hükümetle yaşamak isteyip istemediğidir.

(Çeviren: Haldun Sonkaynar)

ÖNCEKİ HABER

Instagram, zafer görüntülerini paylaşan Elaine Thompson-Herah’ın hesabını blokladı

SONRAKİ HABER

Tarım ve Orman Bakanı: Manavgat ve Gündoğmuş yangınları kontrol altına alındı

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa