Mazı yanıyordu, biz çaresizdik
Özlem Ertan, tatili sırasında karşılaştığı Bodrum yangınına dair izlenimlerini yazdı.

Fotoğraflar: Özlem Ertan
Özlem ERTAN
Bir haftadan uzun zamandır orman yangınlarını konuşuyoruz. Küllerin, dumanların arasında yok olup giden canlıları, hayatını ve evini kurtarmak için çırpınan insanları… Ve bir de çaresizliği… Hızla müdahale edilemediği için büyüyen, yayılan ve önüne ne çıkarsa yok eden alevlerin çizdiği dehşet tablosunu…
Ekranlardan, gazete sayfalarından görmenin bile insanı isyana sürüklediği yangın felaketine ne yazık ki yerinde şahit oldum ben. Yangınlar başladığında Bodrum Mazı’daydım. İlk başta Bodrum’un farklı yerlerinde çıkan yangınların haberini aldım. Üzülerek ve daha fazla yayılmamasını umut ederek… Ancak umutlarım tıpkı ağaçlar, ormanlar gibi alevlerin arasında kalıp kül oldu. Hava çok sıcaktı ve belediyelerle yerel halkın çabaları felaketi sona erdirmeye yetmiyordu.
31 Temmuz cumartesi günü, Mazı Koyu’nda telaşlı ve endişeli sesler duyulmaya başladı. Çünkü Mazı’ya on sekiz kilometre mesafedeki Mumcular’da yangın çıkmıştı. Yine acıyla ve bir an önce söndürülsün diye ümit ederek geçti saatler.
Son gelişmelerden haberdar olmak için gözlerim telefonumun ekranında, kulaklarım ise kaldığım pansiyonun, Mazı’nın yerlisi olan sahiplerindeydi.
YANIK KOKUSU VE KARARAN GÜNEŞ
Önüne geçilemeyen yangının hızla bulunduğumuz yere, Mazı Koyu’na yaklaştığını akşama doğru saat 18.00 sularında fark ettim. Havada yanık kokusu vardı. İlk dakikalarda yanık kokusunun koy boyunca sıralanmış pansiyonlarda hazırlanan akşam yemeklerinden, mangallardan yayıldığını düşündüm, daha doğrusu öyle olmasını umdum. Ta ki gökyüzü hızla kararana ve dakikalar önce sapsarı olan güneş, kalın dokulu bir bulut kümesine dönüşen yoğun duman tabakasının ardında kıpkırmızı oluncaya kadar… Evet, yanlış okumadınız, güneş bir anda kırmızı oldu. “Daha önce güneşi böyle görmemiştim,” dedim içimden.
Tabii ki gökyüzündeki bu ani değişime ve hafif hafif esen rüzgarın taşıdığı yanık kokusuna tepki veren sadece ben değildim. O sırada koyda bulunan herkes ayağa kalkmış güneşe ve alevlerin yaklaşıp yaklaşmadığını anlamak için koyun arkasındaki tepelere bakıyordu. O dakikalarda hâlâ yeşildi o tepeler.
ALEVLER VE TAHLİYE BOTLARI
Havanın, gökyüzünün değişimini endişeyle izlerken akşam oldu, hava karardı. Haberleri takip ediyor ve ne olup bittiğini yine pansiyon sahibinden öğrenmeye çalışıyorduk. Sonra alevlerin koyun tepelerindeki Yukarı Mazı Köyü’ne ulaştığını ve durdurulamadığını öğrendik. Köylülerin, yerel halkın canhıraş mücadelesi ne yazık ki alevlerin yayılma gücü karşısında sonuca ulaşmaktan uzaktı. Pansiyondaki herkes üzgün ve telaşlıydı. Zira alevler yakınımızdaki Aşağı Mazı Köyü’ne de varmıştı.
Bir süre sonra duman kokusu öyle yoğunlaştı ki nefes almakta zorlanmaya başladık. Üstelik sıcaklık da her geçen saniye yükseliyordu. Sanki birileri üstümüze devasa bir fön makinesi tutuyordu. İnsanlar bölgeyi terk etmekten söz ediyordu, ancak artık karayoluyla Mazı’dan ayrılmak mümkün değildi. Zira alevler iki yanında ormanların uzandığı yolu çoktan sarmıştı. Ne yapacağımızı şaşırmış vaziyette beklerken havadan üstümüze kül yağmaya başladı. Hani gazete kağıdı yanar da külleri parça parça etrafta uçuşur ya tam da öyle bir manzarayla karşı karşıyaydık. Bu arada elektrik kesintileri de başlamış, etraf kararmıştı.
Korku ve telaşın doruğa ulaştığı noktada denizin üstünde tahliye botları belirdi. Koyun açıklarında duruyorlardı. Belli ki tehlike, bulunduğumuz yeri tehdit edecek noktaya ulaştığında bizi alıp güvenli bir yere götüreceklerdi. Öncelikle bizden evvel yardım edilmesi gereken, daha ciddi tehdit altındaki insanlar, yani Yukarı Mazı ve Aşağı Mazı köylerinin sakinleri yangın bölgesinden tahliye edildi. Sonra da biz… Zira saatler gece yarısını geçtiğinde alevler bizim bulunduğumuz yerden de görülüyordu ve yoğun dumanla yanık kokusu nefes almayı zorlaştıracak boyuttaydı.
Valizlerimizi pansiyonda bırakıp, yanımıza sadece değerli eşyalarımızı alarak, iskeleye yaklaşan bota bindik. Canımızı kurtarmıştık, ama kim bilir kaç köylünün evi yanmıştı. Ağaçlar etraflarında barındırdıkları tüm canlılarla birlikte ve gözlerimizin önünde yok olmuştu ve olmaya da devam ediyordu.
STK’LAR VE BELEDİYE
Denizin ortasında, bottan daha büyük ve normal zamanlarda turistik amaçlarla kullanıldığı anlaşılan bir tekneye alındık. Mazı’dan ve civardaki diğer koylardan gelen botlar tekneye yaklaşıyor ve botlardan inen insanlar tek tek tekneye geçiriliyordu. Dolduktan sonra, tekne Bodrum’a doğru yola çıktı. Denizin üstündeyken arkamızda bıraktığımız tepelerden yükselen ve göğü kızıla boyayan alevlere dehşetle ve acıyla baktık. Artık o ağaçlar, ormanlar, yangında can veren envaiçeşit hayvan için yapabileceğimiz bir şey yoktu.
Yaklaşık üç buçuk saatlik bir deniz yolculuğunun ardından Bodrum’a vardığımızda gün aydınlanmıştı. Tekneden inerken, saatler önce tanık olduklarımızın gerçekliğine hâlâ inanamıyor, her şeyin kâbustan ibaret olmasını diliyorduk. Ancak öyle olmadığını da biliyorduk.
Bodrum Belediyesi ve sivil toplum kuruluşları bizi yalnız bırakmadı. Belediye ile Bodrum Otelciler Birliği, konaklama ihtiyacı olan tüm yangınzedeleri otellerde günlerce misafir etti, tüm gereksinimlerini karşıladı. Ben de yollar açılıp da Mazı’da kalan eşyalarımı alıncaya kadar misafir edilenlerdendim.
Bodrum’da, Mazı’da hem yangının yol açtığı çaresizliği hem de birbirine yardım eden, mağdurlara evlerini açan yardımsever insanları gördüm. Belediyelerin ve sivil toplum kuruluşlarının insanların yanında olmak için nasıl mücadele ettiğine tanık oldum. Köylülerin ve gönüllülerin canlarını ortaya koyarak yangınları kontrol almaya çalıştığına şahidim. Ancak ben Bodrum’da ve Mazı’da belediyelerden, STK’lardan başka bir kurum, otorite görmedim. Zaten görebilseydim bu kadar ağacı, ormanı kaybetmeyecektik.
Evrensel'i Takip Et