İran ertelenmiş bir savaşın eşiğinde
İran, geçen ay grevlerle sarsıldı. Böylesi şartlarda dış düşman, her düzeyde başarısızlığı katlanabilir kılma potansiyeline sahip bir araç olarak yöneticilerin başvurduğu bir politik enstrümandır.
Fotoğraf: Pixabay
Kays ABBAS
İran’ın yakın sınırlarında savaş davulları çalıyor gibi görünüyor. Kendisine karşı düşmanlığın tonu yükselirken, Viyana’dan İran müzakerelerinin gidişatına dair ulaşan bir haber yok. Siyonist işgal yönetimi, nükleer anlaşmanın tekerine çomak sokma girişimlerinden bir türlü vazgeçmedi.
30 Temmuz’da İsrailli milyarder Eyal Ofer’e ait Zodiac Grup’a bağlı, Londra merkezli Zodiac Maritime şirketinin petrol tankeri, BAE kıyılarında saldırıya uğradı ve iki mürettebatı öldü. Birkaç gün sonra Panama bandralı petrol tankeri Mv Asphalt Princess’in kaçırıldığı açıklandı ve işgal makamları olaydan hemen İran’ı sorumlu tuttu.
TÜM CEPHELERDE GERGİNLİK YÜKSELİYOR
Bu gelişmeler üzerine ABD, başlangıçta sükunet çağrısında bulundu ve tankerin kaçırılmasına ilişkin karar vermek için çok erken olduğunu duyurdu. Ancak “Washington, tankeri İranlıların kaçırdığına inanıyor” açıklamasıyla Amerika’nın tavrı değişti.
İran’ın BM Büyükelçisi ve Birleşmiş Milletler Temsilci Yardımcısı Zehra Erşadi, İsrail makamlarını “maceralarının ve yanlış hesaplarının sonuçları” konusunda uyardı. Bu açıklamaya, İsrail Savunma ve Dışişleri Bakanlığı tarafından yanıt gecikmedi ve “İsrail, vatandaşlarına ve egemenliğine yönelik herhangi bir saldırı veya tehdide karşı bağımsız hareket etme hakkını saklı tutacaktır” beyanı geldi. Buna karşılık İran Devrim Muhafızları Komutanı Tümgeneral Hüseyin Salami, Tahran’ın hedef alınması durumunda tepkinin yıkıcı olacağını vurguladı.
Gerginliğin yükselmesi, nükleer müzakerelerin durduğu ve uranyum zenginleştirme seviyesinin yükseltilmesi sürecinde ortaya çıktı. Savunma Bakanı Benny Gantz, İran’ın nükleer bomba üretmesini sağlayacak bölünebilir hammaddeler elde etmesine 10 hafta kaldığını iddia etti.
HERKESİN İSTEDİĞİ SAVAŞ
Devrim Muhafızları Ordusuna bağlı Kudüs Gücü Komutanı General Kasım Süleymani ve Haşdi Şabi Başkan Yardımcısı Iraklı Ebu Mehdi el Mühendis’in ABD tarafından suikastla öldürülmesinin ardından Ortadoğu bir savaşın eşiğinden dönmüştü. ABD eski Başkanı Donald Trump’ın çılgın hareketi, bölgedeki kırılgan barışı neredeyse ortadan kaldırıyordu. İran’ın karşılık olarak sadece füze saldırısıyla yetinmesi, aslında her iki tarafı da memnun etmişti. Ancak bugün bölgede, aynı çözülmemiş nedenlerle tehlikeli bir tırmanışla karşı karşıyayız ve yakın gelecekte bu düğümlenmiş sorunlar çözülecek gibi görünmüyor.
Savaş hali, İran’ın yaşadığı iç sorunlara bir çözüm gibi görünüyor. Geçtiğimiz ay İran, petrol ve gaz işçilerinin başlattığı ve başka iş kollarına da yayılan grevlerle sarsıldı. Cumhurbaşkanlığı seçimlerden hemen bir gün sonra, İran Devrimi’nin başlangıcından beri bu boyutlarda görülmemiş bir grev dalgasıyla sarsıldı. İşte böylesi şartlarda dış düşman, her zaman her düzeyde başarısızlığı katlanabilir kılma potansiyeline sahip bir araç olarak yöneticilerin başvurduğu bir politik enstrümandır.
İran halkı, özellikle ekonomik alanda ambargonun olumsuz etkilerinin yanı sıra düşük ücretler, yaygın yolsuzluk, demokrasiyi ortadan kaldıran teokratik diktatörlük, özgürlükleri baskı altına alınmasına yönelik tepkileri gittikçe yükselen bir yapıya sahiptir. Dolayısıyla savaş durumu; bedeli ne olursa olsun, İranlı yetkililer için bir kurtuluş seçeneğidir.
İran’ın savaşa ilgisi, dar bir partizan çıkar boyutunda. Çünkü nükleer anlaşmanın imzalanması karşılığında verilecek tavizlere karşı çıkan yeni seçilen Muhafazakar Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi, kendi programını uygulama fırsatı bulacak.
İSRAİL VE ORTADOĞU’DA SAVAŞ
İşgal makamlarına gelince, özellikle İran askeri teknolojileri ve silahlarıyla desteklenen işgal ordusunun Gazze önünde yenilmesinden sonra İran’a karşı savaş tek çözümdür. İsrail; Lübnan Hizbullah’ına karşı aldığı küçük düşürücü yenilgiyi ve İran’ın bozmayı başardığı Ortadoğu’daki hegemonya projelerinin başarısızlığını unutmadı. İran’ın güçlü bir silaha sahip olması, Ortadoğu’daki güç dengelerinde bir dönüm noktası oluşturacak ve bu da doğal olarak Siyonist işgalin rolünü hiç şüphesiz sınırlayacaktır.
Savaşın başlaması; güvenlik sınırlarının dışında olması kaydıyla, kuşkusuz ABD-İsrail’in istekleri doğrultusunda çalışan Suudi Arabistan ve BAE başta olmak üzere Körfez ülkeleri için de iyi bir haber olacaktır. Ancak son on yıllarda Ortadoğu’daki Amerikan savaşlarının (kelimenin tam anlamıyla) faturalarını ödemeye alışmış olan ve İran’ın Ortadoğu’daki etkisini sınırlamak isteyen Körfez ülkeleri için özellikle Yemen sınırı için uzak tutmak garanti edilemez bir noktadır.
ABD’NİN BÖLGEDEN ÇEKİLME PLANI VE SAVAŞ
Yarım asırdan fazla bir süre kaldıktan sonra bölgeden çekilme konumunda olan ABD’ye gelince, keskin bir ekonomik ve siyasi düşüş içinde olması ve Ortadoğu’daki en büyük kolonisi de dahil olmak üzere Doğu’daki kolonilerini artık yönetememesi nedeniyle çekilmek istemektedir. Trump döneminde Suriye’den kısmi bir geri çekilme yaşandı. Afganistan’da Taliban’a teslime yol açsa bile, Biden yönetiminin çekilmesine tanık olduk. Bu nedenle ABD; İran ve müttefiklerine yönelik ekonomik yaptırımlar ve medya baskılarından memnun ve Ortadoğu’da yeni bir savaşa girme planı yok. Bu yüzden İran, nükleer anlaşmayı kabul etmeye ve yaptırımları taviz vermeden kaldırmaya zorlayabilir. Bu da savaşsız tek çözüm gibi görünüyor.
İran ekonomik ambargonun baskısı altında devam edemez. Savaş, ateşin kontrolden çıkıp içindekileri yaktığı an gelene kadar herkesin içine üflediği bir tüten dumandır. Buna karşılık dünya ve Ortadoğu halkları inisiyatif alıp dünyanın içinde bulunduğu siyasi ve ekonomik sistemi devirerek savaşı önleyebilir.