10 Ekim davası avukatları: Ankara Katliamının gerçekleşmesinden devlet sorumludur!
10 Ekim Ankara Katliamı Davası Avukat Komisyonu, katliam nedeniyle açılan davalarda devletin sorumluluğunun yargı eliyle gizlenmek istendiğini belirtti, "Katliamdan devlet sorumludur" dedi.
Fotoğraf: Evrensel
10 Ekim Ankara Katliamı Davası Avukat Komisyonu, katliam nedeniyle açılan tazminat davalarında mahkemelerin devletin sorumluluğunu gizlemeye çalıştığını belirtti ve "Bir kez daha söylüyoruz: 10 Ekim Ankara Katliamının gerçekleşmesinden devlet sorumludur!" dedi.
10 Ekim Ankara Katliamı Davası Avukat Komisyonu'nun açıklamasında şu ifadelere yer verildi:
"10 Ekim Ankara katliamının üzerinden 6 yıla yakın süre geçti. Katliama ilişkin ceza davasında aileler adalet talebini dile getirmeye devam ediyor. Katliamın ilk anından itibaren tüm sorumluların cezalandırılması ve gerçek anlamda adaletin sağlanması için mücadele ediyoruz. Savcılık, Mahkeme, bilgi talep edilen kamu kurumları ise ısrarla katliamda devletin sorumluluğunun üstünü örtmeye çalışıyor. 10 Ekim Ankara katliamıyla ilgili idari yargıda açılan tazminat davalarında da yargı aynı çabayı sergiliyor: Devlete sorumlu, kusurlu dedirtmeyiz!
10 Ekim Ankara katliamıyla ilgili idari yargıda açılan tazminat davaları, hayatını kaybedenlerin ailelerinin, yaralıların, ceza yargılaması dışında adalet talebini dile getirdikleri yargısal bir kanal oldu. İçişleri Bakanlığına karşı açılan tazminat davalarında temel olarak katliamın gerçekleşmesinde hizmet kusuru olan Bakanlığın katliamdan maddi ve manevi olarak zarar görenlerin zararlarını karşılama sorumluluğu olduğu belirtildi. Bir mitinge, üstelik izinli bir mitinge katılanların yaşamını koruma sorumluluğu olan Bakanlığın katliam öncesinde pek çok ihbara rağmen gerekli tedbirleri almayarak, katliamın gerçekleşmesinin ardından acil sağlık hizmetlerini yeterli şekilde sunmayarak ve katliamın hemen ardından en yaşamsal sürede alana kimyasal gazlı polis müdahalesi ile kusurlu olduğu belirtilirken bu iddia, İçişleri Bakanlığı Mülkiye Müfettişleri raporuna ve Türk Tabipleri Birliğinin 10 Ekim Ankara katliamıyla ilgili hazırladığı iki ayrıntılı rapora dayandırıldı.
Bu davalardaki temel hukuki değerlendirme Bakanlığın hizmet kusurunun olup olmadığına ilişkindi. Ancak idare mahkemeleri neredeyse davaların tamamında bu iddialarımız yönünden hiçbir değerlendirme yapmadı. Mahkemeler, Bakanlığın ve Ankara Valiliğinin hizmet kusurunun olmadığı kabulüyle davaları 'sosyal risk' ilkesi kapsamında değerlendirerek tazminat kararları verdi. Sosyal risk ilkesi ile idarenin hizmet kusurunun olmadığı terör eylemleri sonucunda zarar görenlerin zararlarının bir kısmının karşılanması öngörülüyor.
Oysa 10 Ekim Ankara katliamında hayatını kaybedenlerin aileleri ve yaralananlar adına davaların adalete hizmet eden, yaşanan yıkımı tazmin eden bir başvuru yolu olabilmesi için Bakanlığın çok açık olan kusurunun yargı yoluyla tespit edilmesi önemli idi. Başka katliamların gerçekleşmemesinin koşulu da katliamın gerçekleşmesinde Bakanlığın kusurlarının tespiti, kabulü ve ardından bu kusur nedeniyle oluşan zararın giderilmesi idi. Ancak tıpkı ceza yargılamasında olduğu gibi idari yargıda da devletin, idarenin kusuru yok sayıldı, Bakanlığın hizmet kusuru bulunduğuna ilişkin iddialarımız yönünden değerlendirme dahi yapılmadı. Açılan yüzlerce davada şu ana kadar Ankara 12. İdare Mahkemesi’nin tespit edebildiğimiz iki kararı dışında, mahkemelerin tamamının somut iddialarımız yönünden değerlendirme yapmadan karar vermesini tesadüf olarak değerlendirmek mümkün değil.
Bu kararlara yaptığımız itirazlar, Ankara Bölge İdare Mahkemesi tarafından yine gerekçesiz olarak reddedildi. Bölge İdare Mahkemesi kararlarında da tıpkı idare mahkemeleri gibi ret kararlarını açıklama gereği duymadılar. Bu arada Ankara 12. İdare Mahkemesi’nin Bakanlığın kusurunu tespit eden ayrıksı kararları da kaldırıldı.
Dosyalardaki maddi gerçekliği yok sayan bu kararları temyiz ettik. Geçtiğimiz günlerde Danıştay’dan kararlar gelmeye başladı. Danıştay, İçişleri Bakanlığı ve Valiliğin kusurlu olduğu yönündeki iddialarımızı sürdürmemiz nedeniyle bu iddialarımız yönünden bir değerlendirme yapacağını söyleyerek Bakanlık savunmasında yer verilen hatalı bilgileri esas alarak Bakanlığın herhangi bir kusuru olmadığına karar verdi! Mülkiye Müfettişleri raporunda yer verilen somut tespitler bu kararla yok sayılırken, TTB’nin ayrıntılı inceleme sonucu oluşturduğu rapor ve avukatlarca hazırlanan raporlar tarafsız olamayacağı gerekçesiyle değerlendirmeye dahi alınmadı. Bilimsel raporları tarafsız bulmayan Danıştay, davanın tarafı olan Bakanlık ve Valilik verilerini karşılaştırma gereği dahi duymadan doğru kabul etti. Böylece Danıştay dosyadaki tüm verilere rağmen 'ben devlete kusurlu dedirtmem' demiş oldu.
İçişleri Bakanlığı Mülkiye Müfettişleri, dönemin Ankara Emniyeti yetkililerinin kusurlarını tek tek tespit etmişken, hekimler bilimsel verilerle kimyasal gazların yaralılar üzerindeki etkisini açıklamışken, Türk Tabipleri Birliği Sağlık Bakanlığının verilerini inceleyerek nasıl acil sağlık hizmeti sunulmadığını ortaya koymuşken verilen kararın hukuki olduğunu söylemek mümkün değildir; karar siyasidir. Danıştay tarafsız değildir, Bölge İdare Mahkemesi tarafsız değildir, idare mahkemeleri tarafsız değildir. Tarafları hukuk değildir, haklar değildir. Ceza yargılamasında olduğu gibi idari davalarda da elbirliği ile devletin sorumluluğunun üstü örtülmek istenmektedir.
Devletin sorumluluğu olmadığına dair Danıştay kararları, Anayasa Mahkemesinin 10 Ekim Ankara katliamı tazminat davalarına ilişkin üç adet kabul edilebilirlik kararının yayınlanmasının ardından elimize ulaşmaya başladı. Bilindiği üzere Anayasa Mahkemesi, Hasan Kılıç ve Hüseyin Uzunyayla başvurularında kusur sorumluluğunun bir cümle dışında hiç değerlendirilmemiş olması üzerine yaşam hakkının usul boyutunun ihlal edildiğine karar vermiştir. Celaleddin Çakmak başvurusunda ise yaşam hakkıyla bağlantılı olarak Anayasanın 40. maddesinde güvence altına alınan etkili başvuru hakkının ihlal edildiğine karar verilmiştir. Gerekçesiz kararlar üzerine Anayasa Mahkemesinin pek çok ihlal kararı vereceğini gören Danıştayın ihlal kararlarının önüne geçme çabasıyla, dosyalardaki somut gerçeklerle uyuşmasa da, kararına gerekçe yazmaya çalıştığı anlaşılmaktadır.
Kararın bir başka önemli boyutu, bakanlık sosyal risk ilkesi kapsamında tazminattan sorumlu tutulduğundan maddi tazminatın 5233 sayılı yasa kapsamında hesaplanması gerektiğine dair değerlendirmedir. Karar bu yönüyle Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulunun 2016 tarihli kararına aykırı olup, oluşan maddi zararın tazmin edilmemesi sonucunu doğurabilecektir. Karar yine bu yönüyle, 5233 sayılı yasa kapsamında uzlaşmayan ve bu nedenle yargı yolu açık olan ailelerin yargıya başvurma hakkını sınırlandırmaktadır.
Yüzlerce dosyada, davanın özüyle ilgili değerlendirme yapmayan Mahkemeler, yapılan itirazları gerekçesiz reddeden Bölge İdare Mahkemesi ve tarafını kararıyla açıkça belli eden Danıştay, siyasallaşmış yargının somut örnekleridir. Bu kararların katliamlarla susturulmaya çalışılan halklar nezdinde hükmü yoktur. Bu kararların bombalı saldırının ardından ambulans değil kimyasal gaza maruz kalanların nezdinde hüküm yoktur. Bu kararların yeri, her gün bir başka skandalla gündeme gelen siyasallaşmış yargının kararlarının yanıdır.
10 Ekim için adalet mücadelemiz devam ediyor. Gizlenmek istenen devletin sorumluluğunu ifşa etmeye, gerçeğin sözcülüğünü her düzlemde yapmaya devam edeceğiz."
(HABER MERKEZİ)