11 Ağustos 2021 01:09

Barış ve kardeşlik içinde yaşamak hayal mi?

Bugün insanlığı yıkıma götüren politikaları kendi lehine derinleştiren emperyalizm ve onu destekçileri savaşı nihai ve kabullenilmiş bir seçenek olarak ön plana koyuyorlar.

Fotoğraf: Freepik

Paylaş

Metin Berk SÜER

İstanbul

 

Türkiye 2011 yılında Suriye İç Savaşı ile başlayan sürecin sebep olduğu büyük bir göç dalgasının önemli duraklarından. Bu durum Türkiye’de sayısı 5 milyonu aşan Suriyeli mülteci nüfusunun yanında “yabancıların” ülkenin dinamiğini ve yapısını da bozdukları gibi değerlendirmelerin de önünü açan temel bir durum oluşturuyor. Uzun zamandır Suriyeli mülteciler üzerinden kendine gündemde yer bulan tartışmalar son günlerde Afganistan’dan yaşanan göç dalgası ile şimdi de Afgan mültecilerin de dahil olduğu bir hal almış durumda.

İKTİDARIN KONUMU NE DİYOR?

Tartışmaların ana eksenini ise farklı karşı çıkışlarla kendini her seferinde yeniden var eden bir “ırkçılık gibi gözükmeyen mülteci karşıtlığı” ve gündelik hayata yansımayan “onlar bizim kardeşimiz” söylemleri oluşturuyor. İktidarın mültecilerin Türkiye içerisindeki konumunu kendi ağzıyla “giderlerse sanayimiz çöker” diyerek itiraf ettiği bir ortamda; AKP’nin mültecileri ucuz işçi deposu olarak gördüğü gerçekliği artık su götürmez bir hal almış durumda. Bugün AKP, “onlar bizim kardeşimiz” diyerek mültecileri açık bir oyun kartı olarak hem ülke içinde emek piyasalarında temsilcisi olduğu sermaye güçlerinin ucuz emek gücü ihtiyacının çözümü olarak hem de dış politikada mültecileri Avrupa Birliği ve başkaca komşu ülkeler üzerinde bir sınama aracı olarak konumlandırıyor. Türkiye içerisinde mültecilerin yaşamına çıkarları dolayısıyla karşı çıkamayan iktidar ve ona yakın görüşlerin, gelen mülteci akınlarını da yine aynı şekilde kullanılabileceği bir potansiyel olarak görmesi oldukça doğal. Fakat bu görüşün içerisinde iktidarın kendini savunma noktasında oldukça ciddi bir eksiklik bulunuyor. Bugün AKP, Türkiye’nin “iyi ve misafiperver” İslam kültürüne dayanan bir dış ve iç politika ile mültecilere kucak açtığı üzerinden kendini bir “sorun çözücü” olarak tanımlıyor fakat mültecileri buralara getiren sürecin içerisinde atılan adımlar ve AKP’nin temel bağımlılıkları göz ardı ediliyor. Yani geneli itibariyle sanki iktidar Suriye’de devam eden emperyalist paylaşım savaşının parçası olmamış ve yayılmacı politikaları ile bu coğrafyaya emperyalistlere bağımlı bir şekilde müdahale etmemiş de Suriye’den 5 milyon kişi sebepsiz yere gelmişçesine bir algı yaratılıyor. Aynı durum bugün Afganistan’da yaşanan süreçle de birebir benzeşiyor.  NATO üzerinden emperyalizmin politik-askeri hattına bağlı olan Türkiye, Afganistan’da yeni paylaşımın öznesi olmaya çabalarken ve göçlerin devamının adımlarını atarken; yine emperyalizmin yayılmacı karakterinin bir kopyasını kullanarak kendini emperyalistlere bağımlı olduğu bağlamda farklı alanlarda var etmeye çalışıyor.

MUHALEFETİN KONUMU NE DİYOR?

Mülteci sorununda ön plana çıkan bir diğer görüş ise geneli itibariyle mültecilerin işsizlik ve yoksulluğu derinleştiren sebeplerden biri olarak öngörülmesinden “birbirine uyuşmayan kültürlerin birlikte yaşayamaması” gibi farklı açıklamalara daha ileri boyutlu hedeflerle gündelik hayatımıza dahil oluyor. Bu görüşü savunanların içerisinde bugün açısından Türkiye’nin çoğunluğunun olduğu gibi bir gerçeği Bolu Belediye Başkanı Tanju Özcan’ın ifade ettiği ırkçı “mültecilere pahalı su satma” uygulamasının bulduğu destek ve bir öneri olarak herkese tavsiye edilmesinde görebiliyoruz. Özellikle Türkiye’de gençlerin kafalarında mültecilerin gündelik hayata katılımının ülke ekonomisindeki kötüye gidişle bütünleştiği ölçüde geleceğini elinden aldığı gibi bir duruma denk düşmesi, mültecilerin insan olarak hakları olduğu gerçeğinin yadsınan bir duruma dönüşmesine yol açmış durumda. Gençler mülteci sorununu yaratan şartlar içerisinde mültecilerin yaşadıkları ve yansıttıkları genel politik atmosferi onlarla dayanışarak çözmek yerine “ülkeden göndermek” gibi bir çözümün daha faydalı olduğunu düşünür bir durumdalar. Bunu yaratan temel politika ise bugün Türkiye’de Millet İttifakı’nın savunduğu kurtuluş reçetesinde yazan şey ile benzeşir durumda. Savaşın sonucunda Türkiye’ye gelmiş ve özellikle güvencesiz koşullarda daha ucuza çalışan mülteciler, sermayenin şartlarını belirlediği piyasada kullanışlı bir argüman olmasına rağmen sanki piyasa koşullarını ve işsizliği yaratan nedenlerden biri olarak görülüyor. Aynı zamanda Millet İttifakı’nın kurtuluş reçetesi de mültecileri gönderme eyleminin gerçekleşebilmesi için başta Esad ve emperyalist güçler ile anlaşılmasını içeriyor. Yani burada iktidar alternatifi ittifakın da aslında emperyalistlerin su yoluna girerek; yani savaşı çıkaranlar ve destek verenlerle aynı cepheden bir çözüm haritası var. Tabi ki bu harita da geneli itibariyle savaşsızlığı ve barışın tahsisinden çok günlük bağımlı politik adımlardan bir yenisi olarak karşımıza çıkıyor. Yine açıkça görüldüğü üzere tıpkı AKP cephesinin politik hattı gibi Millet İttifakı’nın mülteci sorununa dair çözüm öngörüsünde gözden kaçan ana kavramlar mülteci sorununun sınıfsal gerçekliği ve emperyalizmin bu sorundaki temel dahlinden başka bir şey değil.

SADECE ONLAR DA İNSAN DEMEK YETMEZ!

Son dönemde yaşanan tartışmalarda daha arka planda olan çözüm politikalarını da dahil edebiliriz tabi ki. Bu dahil oluşun içerisinde mültecilerin haklarını ve onların güncel olarak yaşadıklarına karşın gereksinimlerinin önemli, değerli ve vakit ayırılması gereken meseleler olduğunu savunan gazeteciler ve akademisyenler ise “ağlak hümanist, foncu” oldukları iddiası ile bir linç girişimiyle karşı karşıya bırakılmış durumda. Her ne kadar doğru noktalara parmak basıyor olsa da aslında savununun gündelik hayatın içinde yeniden üretilen mülteci sorununun çözümüne dair söylediklerinin oldukça “eylemden uzak” olduğunu belirtebiliriz. Çünkü mülteci sorununun nedeninin sınıfsallığına en yakın görüş olmasına rağmen sadece “hak verme” bağlamında kalan ve bir mücadele yolu, yöntemi gösteremeyen bir mülteci dayanışması giderek etkisini yitirecek bir duruma dönüşebilir. Çünkü bu görüşler bütününün de emperyalizmin savaşlarına ve ülke içindeki emek piyasalarına yönelik bir kelamı olsa da neler yapılması ve toplumsal olarak mültecilerle hangi noktadan dayanışma sağlanacağının sadece “ezilen” oldukları ile açıklanmaya çalışması yeterli değil. Temel olarak üç tarafın argümanlarının karşısına dördüncü ve gerçekçi çözümün nasıl mümkün olabileceği konulmadıkça yapılan tartışmalar sadece ülke içerisinde ve genel olarak dünyada yaşanan bir kriz durumu sadece kısa vadeli ve büyük ölçüde manipülasyona dayanan bir halde kalmaya devam edecek gibi gözüküyor. Onun için dördüncü gerçekçi çözümün içeriğine dikkatli bakmakta fayda var. Gerçek bir barışın ve birlikte yaşamın neden ve nasıl inşa edilebileceğinin cevabı da burada yatıyor.

BARIŞ VE HUZURU ANCAK BİZLER İNŞA EDEBİLİRİZ!

Bugün açısından barış ve huzura giden yola nasıl ulaşılacağı, mültecilerin Türkiye’de neyi temsil ettiği ve neden Türkiye’ye geldikleri sorularına verilen cevapla eşdeğer. Kültürel uyuşmazlık ve sorunların temel sebebi bakışını yaratan temel nokta mültecilerin Türkiye’ye geldiğinden beri temsil ettikleri sınıfsal poziyonda kimlerle ortak küme içerisine girdiği sorusunun cevabı ile açıklanabilir. Bu sorunun cevabı bugün açısından gelecek kaygısı yaşayan geleceğin sömürülenleri ile şu anda en kötü şartlarda sömürülenlerin ortaklığından başkaca bir durumu ifade etmiyor aslında. Ortak bir sömürene karşı sömürülenlerin din, kültür veya dilleri üzerinden sanki farklı bir hayat yaşıyorlarmışçasına ortaya konulmaya çalışılma çabası zaten mültecilerle birlikte mücadele edilmesinin ve onların konumunun algılanabilmesinin önünün kapatılma çabası ile eşdeğer. Bu durum tersinden de bu şekilde aslında. Bir örnek ile açıklamak gerekirse Denizli’de İstanbul Sözleşmesi için eylem yapan İranlı mültecilerin, Türkiye’nin içerisinde bulunduğu bir durumda kadın mücadelesi ile ortaklaşmalarının cezası ülkeden atılmakla tehdit edilmek oldu. Yani ortak sorunlarımıza mülteci veya mülteci olup olmamak üzerinden değil sınıfsal olarak kimlerin bu sorunlardan etkilendiği üzerinden bakıldığında açıkça anlaşılıyor ki mülteci sorununun çözümü de aslında Denizli’de olduğu gibi aramızda bir farkın olmadığı gerçeği ile bizlerin mülteci işçi, Türkiyeli işçi veya üniversite öğrencileri olarak bir arada mücadele etmesi gerekliliğinden farklı bir noktaya denk düşmüyor. Emperyalizmin yarattığı savaşın ve yıkımların sonucundan yerinden edilen kitlelerin savaşın sorumlusu veya savaştan kaçan korkaklar olarak hesap sorulacak kitleler olarak kabul edilmeleri ve dışlanmaları tam olarak emperyalistlerin isteyeceği türden bir karmaşıklık yaratıyor. Bu karmaşıklığa karşı savaşları yaratanlar, sürdürenler, savaş politikaları ile ülkelerin içinde de bir korku rejimi inşa eden emperyalizme göbekten bağımlı olanların karşısına barış talebi ile çıkmak hiç olmadığı kadar zaruri. Çünkü bugün insanlığı yıkıma götüren politikaları kendi lehine derinleştiren emperyalizm ve onu destekçileri savaşı nihai ve kabullenilmiş bir seçenek olarak ön plana koyuyorlar. O zaman bizler de savaşa karşı barışı bu denli güçlü şekilde ortaya koyabilmeli ve onun etrafında mücadele edebilmeliyiz. Çevremizde iktidar ve muhalefet tarafından yapılan propaganda çalışmalarında barış ve kardeşlik temelli ortak bir mücadelenin hayalci olduğunu iddia etmeleri durumuna karşı dördüncü bir seçenek olarak sınırlar fark etmeksizin ortak sömürülenlerin, gelecekleri ellerinden alınanların, işlemedikleri fiillerin cezasını çekenlerin ortak mücadelesinin gerçekliğini ve mümkünlüğü bulunduğumuz her koşulda savunmak bizlerin geleceği için zaruri bir noktada konumlanıyor. Bunun için savaşa ve sömürüye karşı; savaştan ve sömürüden başka bir geleceği kurabilecek olan tek alternatif olan sınıf kardeşlerinin ve onların yanında konumlanacak başta gençler olmak üzere halk kesimlerinin bir araya gelmesi ve mücadele etmesinden başka bir seçeneğimiz veya kurtuluşumuz yok.

ÖNCEKİ HABER

ve yanan gözlerimizle durduk bu dünyanın üzerinde*

SONRAKİ HABER

Bakan Koca: Düşük riskli il sayımız 17'ye ulaştı

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa