11 Ağustos 2021 07:30

Pandeminin kent hali

Pandemi kent planlaması, kent içerisinde yeşil alanların, kendimizi yeniden ürettiğimiz konutların, ve çalıştığımız mekanların niteliği gibi şeyleri daha da gün yüzüne çıkarttı.

Paylaş

 

Özgür ÇAMOĞLU

ODTÜ

 

Pandemi süresince hepimiz farklı şekillerde bu süreçten etkilendik. Aldığımız dersler internet üzerinden oldu, bilgisayarlar ve telefonlar hayatımızın genelini oluşturmaya başladı. Çalışan arkadaşlarımız için çalışma hayatlarında ciddi değişiklikler olmamasının yanı sıra çalışma şartları daha ağırlaştı. Gençler olarak sosyal ortamlarımız kısıtlandı ve daha çok evlerimizde toplanmaya veya park, bahçe gibi alanlarda buluşmalara başladık. Ben de Mimarlar Odası’nın Dosya adlı dergisinde bir yazı[1] okumuştum. Bu yazı insan-mekân ilişkisi üzerinden pandeminin bizler üzerindeki etkilerini tartışıyor. Bizlerin uzun zamandır tartıştığı bir konu olduğu için bu araştırma sonuçlarını ve tartışmayı burada elimden geldiğince sizlere aktarmak istiyorum.

METROPOLLER SALGINDAN EN ÇOK ETKİLENEN YER

Yazı, pandemiyi sosyo-mekansal bir süreç olarak ele alıyor ve insanların sosyal hareketlerinin (fiziksel yakınlık, yan yana çalışma vb.) hastalığın yayılmasını doğrudan etkiliyor. Alınan önlemler ise fiziksel ve sosyal kısıtlamalarken bunlar sonuç olarak insan davranışlarının, gündelik deneyimlerinin değişmesi sonucu psikolojik travmalar yaratmakta. Salgın, nüfusun en yoğun olduğu alanlar olan metropolleri etkilemiştir. Metropollerde ise kendi içinde farklı ölçeklerde ilçe, mahalle hatta sokaktan sokağa göre değişen farklı etkilenmeler olmuştur. Bu yüzden farklı ölçeklerde farklı müdahalelere gerek vardır.

Öncelikle salgının yayılma hızını düşünürken mekânsal olarak hangi sebepler bunu hızlandırır veya yavaşlatır onları düşünmek gerekir (sokak genişlikleri, ada/parsel büyükleri, yapı yoğunlukları, açık ve yeşil alan yoğunluğu vb.). Burada bahsettiğimiz mekanları aslında kendimizi yeniden ürettiğimiz, zamanımızın çoğunu geçirdiğimiz evlerimiz ve sosyalleşme ihtiyaçlarını karşıladığımız ve çalıştığımız mekanlar olarak düşünebiliriz.

KENT PLANLANMASI SALGIN İÇİN KRİTİK

Farklı nüfus özelliklerine sahip Ankara, Bursa ve Erzurum metropoliten kentleri üzerinde dört aylık -Nisan, Eylül, Ekim, Kasım aylarını kapsayan- bir süreçte yapılmış bu araştırmaya göre bu üç il arasında en hızlı etkilenen metropol Bursa oluyor. Bunun sebebi ise Bursa metropoliten alanının diğer iki ile göre daha kompakt olması ve nüfus yoğunluğunun fazla olması. Bursa’dan sonra ise Ankara geliyor. Ankara Bursa’dan farklı olarak bu 4 aylık süreçte vakalarda bir patlama veya toparlanış olmaksızın artış ve azalışlarla devam etmiş. Bunun sebebi ise geçmişten günümüze Bursa’ya göre daha düzenli bir kentsel gelişim süreci yaşamış olması. Erzurum’da ise metropoliten alan nüfusunun az olması sosyo-mekansal ayrışmaların büyük metropoller kadar keskin olmaması gibi faktörlerden dolayı Erzurum Eylül ayında hızlı bir vaka artışı yaşanmasına karşın Ekim ayında hızlı bir toparlanma sürecine girmiş. Buradan çıkaracağımız sonuç aslında kentteki insan yoğunluğu, kent planlaması, yeşil alan ve konut yoğunluğu doğrudan etkili.

Bu kentleri kendi içlerinde farklı ölçeklerde izlediğimizde benzer sonuçlar çıkarabiliyoruz. Ekonomik durumu iyi olan mahalle ve sokaklar açısından neredeyse yok denecek kadar az vaka sayısı olmasına karşın yüzümüzü işçi-emekçi semtlerine çevirince kırmızı alanlar görmekteyiz. Bu durum 3 kent için de geçerli. Yazı bir başlık olarak da eğitim seviyesi üzerinden ele alarak bölgelere göre hastalığın yayılma hızını incelemiş fakat bu sonuçlar az önce bahsettiğimiz durumdan çok farklı değil.

PANDEMİNİN SINIFSALLIĞI KENT PLANLAMASINDA DA GÖRÜLÜYOR

Buradan benim çıkardığım sonuç açısından pandemi bazı şeyleri daha da gün yüzüne çıkarttı. Kent planlamasının, kendimizi yeniden ürettiğimiz konutların ve mekanların niteliği, kent içerisinde yeşil alanların önemi, çalıştığımız mekanların niteliği gibi. Bunlara ek olarak aslında bu araştırmada ortaya çıkan bir sonuç da işçi ve emekçi semtleri pandemiden en ağır şekilde etkilenirken ekonomik olarak durumu iyi olan semtlerin çok daha az etkilenmesi. Bunun temelde iki sebebi var. Birincisi yazı boyunca üstünde durduğumuz mekân ve nitelikleri, bir örnek olarak bahçeli müstakil konutların olduğu bir alanla insan yoğunluğu daha fazla olan apartmanların olduğu bir alanla aynı bulaş riski taşımaması durumu. İkinci olaraksa pandemi sürecinde gerekli tedbirler ve iyileştirmeler yapmaksızın işçi ve emekçilerin çalışmakla açlık arasında bırakılması.

Pandemi kentlerin ve mekanların niteliğini bizlerin tekrar tartışmasını sağlamakta. Bu araştırmada da gördüğümüz üzere pandeminin etkisinin de sınıfsal olduğu bir gerçek. Bu durumun değiştirilmesi için hem mekân kullanıcıları hem de tasarımcıları olarak bunları düşünerek hareket etmek zorundayız. Kentte eşitsizliklerin azaltılması, sunulan hizmetlerin erişiminin herkese eşit olarak sağlanması, sosyalleşme ihtiyaçlarını karşılayan nitelikli kamusal alanların oluşturulması, boş kentsel alanların değişim değerini değil kullanım değerini ön plana alan uygulamalarla yeniden değerlendirilmesi ve doğayla da bütünleşen kentler yaratmamız bir ihtiyaç. Yukarıda da bahsettiğimiz gibi bu durumların sınıfsal olduğunu dışlamadan kapitalist sistemi de hedefe alarak bu mücadeleyi sürdürmeliyiz.

1] Dosya 47: KÜRESEL KAMU SAĞLIĞI KRİZİNE MEKÂNSAL ÇÖZÜM ARAYIŞLARI: BİYOMİMETİK MEKÂNSAL TASARIM, TMMOB Mimarlar Odası Ankara Şubesi aylık dergisi, http://www.mimarlarodasiankara.org/dosya/dosya47.pdf

ÖNCEKİ HABER

Tedirgin yaşamak istemiyoruz!

SONRAKİ HABER

Muazzez Ersoy TRT canlı yayınında sesine isyan etti: Umarım mobbing değildir!

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa