14 Ağustos 2021 00:09

Dağ susarsa…

Hakan Keysan, Mazlum Çetinkaya’nın 'Dağ Suskunluğu' kitabını yazdı.

Mazlum Çetinkaya (Fotoğraf, Çetinkaya'nın kişisel arşivinden alınmıştır.) | Dağ Suskunluğu kitabının kapağı

Paylaş

Hakan KEYSAN

Susmanın diliyle konuşanlar korkunç bir gürültü çıkarıyor…

Dilimizin kadri yok. Ağzımıza yakışmayan bir üslubun coğrafyasıyla durmadan kirletiliyoruz. Hiç konuşmamanın sanal bir erdemine dönüştük sessizce. Parmaklarımız konuşuyor artık. Tuşların bip sesleri kenarında bir köşeye çekilip teknolojiyle orgazm oluyoruz…

Böyle bir iklimde susmalı mı, yanmalı mı, dağa mı sığınmalı…

Kaçmak bir kurtuluş da değil artık. Ateş gelip seni en savunmasız olduğun anda yakalayıverecek. Sadece ateş de değil… Resmi şiddet, resimli tarih ansiklopedisi, devletin sömürücü güçleri…

Bu dili nereye batırmalı!..

İçeriğin aynasıdır o. Dile sızan içimizden akandır. İçimizde, parıldayan rüyalar harlanmamışsa eğer dışa sadece kül sızar ağızdan, dilden. Dilden olan mendilden olur biraz da. Mendildir bir halayın başını umuda taşıyan…

Cebimizde bir mendilin serinliği esmiyor artık. Kâğıttan yapılma peçetelerin suyu emdiği gibi yaşamlarımız emilip hamur oluyor. Susmanın dili karşısında hepimiz ezik, eksik, yarım…

“dağ sustukça keder de sessiz bir ayna gibi

Adamın yüzünde susuyordu…” sf7

***

Dağ Suskunluğu, Mazlum Çetinkaya’nın beşinci şiir kitabı. Çocuk edebiyatı alanında da kitapları olan şair aynı zamanda çeşitli haber sitelerinde yazılar yazmaya devam ediyor. Derdini diliyle anlatan şair Mazlum’u yanlış okuyan resmi ideoloji tüm şiddetini önyargılı bir acıyla dayatıyor.

KHK ile mesleğine son verilen ve insanca yaşaması bile hor görülen Mazlum yaşamak mücadelesini gövdesiyle, harfleriyle, tehditlerle, mahkeme ilamlarıyla sürdürüyor. Şehirden şehre savrulan bir dilin serüveninde susma ve dağ metaforuyla nefes alıyor. Zira kentler onun için bir açık alan işkencehanesi. Adım başı düşmanın nereden hizasını alıp tetik basacağı belli değil. Sürekli bir üniformanın nefesini ensesinde hissederek yaşamanın dili bu. Bu tedirgin caddesindeki varoluşunun dilini bazen kalkan bazen de silah olarak kullanan Mazlum hiç kuşku yok ki onurunun üzerinde yükseliyor. Harflerle soluklanıyor. O harflerin serinliğinde acıyı sadece kendisiyle değil, ülkesi, çevresi ve sevenleriyle birlikte karşılıyor…

“bilmiyorum senden düşenler kaç parça oluyor, benden düşen her şey çok parça burada akşam olunca, canım yanıyor, sorusuz, sonuçsuz, cevapsız, işsiz, dişsiz, coğrafyasız kalınca çok parça oluyormuş insan…” sf9

Bir dağ susarsa her şey olabilir. Susmanın dili demiştik. “bir dağ suskunluğuna doğru koşan cümleleriz” diyor Mazlum da. Dağ ve susmak Mazlum’un imge deryasında önemli bir metafor. Esaret ve özgürlük arasındaki sarkaçta kentlerin modern insana doğrulttuğu tehditlere karşı bir duruşun, var olabilme direnişinin metaforu. Kent otokratizmine karşı dağın bir özgürleşme seçeneği olmasını dizgeliyor dizeleriyle. Kurtulmak ile sıkışmak arasında flu bir yol bu aynı zamanda. Gitmek fiiliyle biçim bulan bir uzaklaşma fikri etrafında dönüyorsun ama vardığın yerde de aynı şeyleri bulmanın trajedisi karşılıyor seni. Kalmak zaten bir ölmek biçimi. “bir akşam üstü saydılar tetiklerden kalan zamanı üstümüze tek tek!” …

Her yola koyuluş bir başka acıya doğru sıçrama belki de. “başımda bir kış, bilmediğim bir acıya uğramak için çıktım yola.” Ama yollara düşmek kimi zaman bir yazgıdır. Kendi topraklarından sökülüp atılmak. Düş gördüğün dilin dışına itilmek. Cennet bahçesi olabilecek topraklarının alın terinde sürekli büyüyen mezarlıklar yükseltmek…

Gidememek de bir yazgıdır elbette doğu coğrafyası için. “insan kederli bir bekleyiştir, dedi dağ.” İnsan orada kederli bir kalmanın avlusunda umutlarını ve düşlerini ölüm ve çürüme pahasına sürdürmeye devam ediyor…

Bize ait olmayan bir dünyadan konuşuyor şair. Ya da içinde kendimizi bulamadığımız bir dünyadan. Kendimizi dindirmek için kelimeler ve küfürlerle boğuşuyoruz. Devriliyoruz, yanılıyoruz, yeniliyoruz. Ve ne kadar çok yanlışlarla büyüyoruz. Ne kadar çok insanımızı heder ediyoruz… “bu şehri söndürmüşler yüzümüzde, bu gece sanki başka gidiyorsun.”

***

İzan yayıncılıktan çıkan eser 52 şiir ve şiirsel düzyazıdan oluşan 134 sayfalık bir şiir kitabı Dağ Suskunluğu. Özgün dili ve imgelemleriyle Mazlum Çetinkaya şiiri yaşama karşı aşkın bir duruşun şairi. Durmanın en büyük yanılgı biçimi olduğunu iyi bilen Mazlum sürekli bir hareketin de pençesinde. Hayat bu devinimle süslenirken insanı bazen sancılı duraklara da fırlatabilir ama acı ve yenilmek bir kaderdir çoğu zaman insanlık için. Şair Mazlum da çok defa kimliğini de taşıdığı bir halkın üyesi olarak bu trajediyi yaşıyor.

İnsanın diliyle ve toprağıyla doğrudan ve dolaysız bir ilişkisi vardır. Ancak baskın otokratik yapı sizi bu doğal ilişkiden koparmak için faşizan bir politik dayatmayı hayata geçirmişse acılar ve sancılar katlanarak bünyenize yerleşir. O toprağın sesiyle konuşan Mazlum Çetinkaya “kaşlarının arasındaki boşlukta mermi taşıyan çocuklar”ın düşlerini görür. Bir düş bile değildir bu, kabus… “öğrendim ki mendilmiş yas tutan insandan sonra…”

“ağzına ünlem doldurmuşlar dünyanın, eski bir hatıradan kalma…” Sf 106. “insandan, ayrılıklardan, aşktan bir alıntıyız hepimiz” diyen bir yaşamın izini sürer Mazlum. Elinde tahta tekerlekli bir bavulla. Kentten kente sürüklenirken bavulunun içi ıssız kalmış sözcüklerle, kelimelerle doludur. Her adımda ağrısı çırılçıplak yüzüne vuran kelimeler…

Ama sonuçta “insan ölüme ait bir yalnızlık”tır.  Sf121.

Sonra ne mi oldu?

“Ve dağ sustu! Dağ sustu! Dağ sustu!...” Çünkü doğusuyla, batısıyla, insanıyla yakılmayan orman kalmadı bu güzelim coğrafyamızda…

ÖNCEKİ HABER

Sivas'ta kullandığı iş makinesi üzerine devrilen işçi yaşamını yitirdi

SONRAKİ HABER

İHD, Çukurova bölgesi cezaevlerinde yaşanan hak ihlallerini açıkladı

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa