Tedirginliğin seyirlik hali: Reality Showlar
Fail ve kurban ikiliği temelinde şekillendirilmiş bu programlar söz konusu olduğunda izleyici anlık olarak failin cezalandırıldığını görmeye ihtiyaç duyuyor.
Ekran görüntüsü, Kanal D'nin paylaştığı tanıtım filminden alınmıştır.
Beren KANDEMİR
Geçtiğimiz günlerde, Kanal D’de başlayan Ece Üner’in sunuculuğunu üstlendiği, Ece Üner ile Susma programının tanıtım videosu oldukça fazla tartışıldı. Bu tartışmaları ateşleyen ise tanıtım videosunda Üner’in “Bir kadın sokak ortasında kızının gözleri önünde kocası tarafından katledildi. Annesini kaybeden genç kızın feryadı yürekleri dağladı” cümlelerinin ardından annesine seslenen bir kadın çığlığı duyulması ve bu çığlığın, 2019 yılında kızının gözleri önünde, Fedai Baran tarafından katledilen Emine Bulut’un, olay anına şahit olan kızına ait olduğu iddiasıydı. Daha sonra Üner tarafından bu çığlığın, Emine Bulut’un kızının sesi değil bir başka kadın cinayeti kurbanı Yemen Akoda’nın kızının sesi olduğuna ilişkin bir açıklama yapıldı. Fakat bu açıklamada tepkilerin asıl odağına değinilmemişti, neden bir televizyon programının tanıtımında bir cinayetin en acı, en yaralayıcı kayıtlarından biri kullanılmıştı?
Kadın programları, gündüz kuşağı programları veya literatürdeki tanımlamasıyla reality showlar... Benzer programlar çok uzun süredir hayatımızda ve aslında program izleyicileri, bunun gibi birçok travma tetikleyici olabilecek içeriğe sıkça maruz kalıyorlar. Bu açıdan baktığımızda, aslında aynanın diğer tarafından bir soru da izleyicilere yansıyor gibi; bizler neden bu travmaları izlemeye devam ediyoruz?
Reality showların uzun soluklu yolculuğu tek bir cümleyle, basitçe açıklanamayacak kadar karmaşık. Hem içerik üreticileri, hem izleyiciler hem de programların içerisinde konumlandığı toplumsal koşullar açısından birçok farklı etmen reality showların izlenirliğini ve yaygınlığını artırıyor. İçerik üreticileri açısından reality showların neden tercih edildiği sorusunu görece daha kolay yanıtlamak mümkün. Az maliyet, yüksek izlenme oranı… 90’ların başında ülkenin tecimsel yayıncılıkla tanışmasıyla birlikte bir bir yayın hayatına başlayan özel televizyon kanalları en çok sayıda izleyiciyi nasıl çekebileceklerine ilişkin yeni tür arayışlarına yöneldiler. Reality showlar da tam bu yıllarda yaşamlarımıza girmeye başladı. Yayımlandığı dönemde gündemde olan cinayetler, kayıplar gibi türlü dehşet verici olayın, canlandırmalarla, röportajlarla izleyicilere aktarıldığı Sıcağı Sıcağına ile başlayan reality showlar, sonraki yıllarda gündüz kuşağı kadın programları olarak tanımlanan, stüdyo izleyicilerinin de tartışmalara katıldığı bir formata dönüşerek devam ettiler. Günümüzde ise, stüdyo izleyicilerinin yalnızca övgü veya yergi anlarında alkış veya hayal kırıklığı sesleriyle tepkiyi pekiştirmek için bulunduğu veya stüdyo izleyicisinin hiç bulunmadığı; hukuk, psikoloji, adli tıp gibi alanlardan birkaç uzmanın yorumlarını aktardıkları, bir çeşit delil toplama/sorgulama sürecini de andıran tek stüdyoda, tek sunucu ile yürütülen programlara yerini bırakmış durumdalar. Senaryosuz olmaları, tek bir stüdyoda, tek bir sunucuyla, her an vazgeçilebilecekmiş gibi görünen geri planda birkaç uzmanla ve daha düşük maliyetlerle yürütülüyor olmaları ve bunun yanında yüksek izlenme oranlarına sahip olmaları, içerik üreticilerinin reality showlara yönelmelerindeki en etkili faktörlerden biri, belki de en önemlisi.
Seyircinin reality showları neden tercih ettiği ise çok daha karmaşık ve aslında tek bir yanıtı olmayan bir soru. Bu yanıtlardan bir tanesinin izleyicilerin adalet arayışına karşılık geldiğini söyleyebiliriz. Psikanalizle yolu kesişmiş olanlar buna katarsis de diyebilir. Kendi gündelik yaşamlarında da birçok sorunla mücadele eden izleyiciler, haksızlığa uğramışlık hislerinin, öfkelerinin, çaresizliklerinin odağını bu programlar sayesinde başka bir yöne kaydırıyorlar. Fail ve kurban ikiliği temelinde şekillendirilmiş bu programlar söz konusu olduğunda izleyici anlık olarak, programda ele alınan durumun ortaya çıkış nedenlerine, toplumsal bağlamına, devamındaki yasal sürece, öncesine, sonrasına kafa yormaktan çok, suçun failinin somutlaştığını ve bu failin cezalandırıldığını görmeye ihtiyaç duyuyor. Suçlu ortaya çıkarılıp; zaman zaman canlı yayında yapılan gözaltılar, zaman zaman yergiler, zaman zaman ayıplamalarla cezalandırıldığında izleyici de adaletin tecelli ettiğini hissediyor.
Diğer yandan bu tür içeriklere fazlaca maruz kalmak, ahlaki paniğe de yol açarak toplumsal gözetimde rıza üretimini kolaylaştırıyor. Sapkın olanın tanımının sıkça tekrarlandığı bu programlar, sapkın olanla ilişkilenenin de başına gelen türlü felaketi izleyicinin gözünün önünden ayırmıyor. Güvenlik ihtiyacı tetiklenen izleyici için kimi durumlarda, yeter ki güvende olayım diye, özgürlüğünden vazgeçmek o kadar da kötü bir fikir değilmiş gibi görünmeye başlıyor. Tekil olarak olaylar zamanla unutulsa da Stanley Cohen’in tanımlamasıyla, sapkını temsil eden “halk şeytanları”na ilişkin imgeler toplumsal bellekte yer ediniyor. Güvenliği tehdit eden gerçek bir tehlike olup olmamasından bağımsız olarak; gözetim pratikleri için paniğin ve korkunun üzerine inşa edilmiş rıza da böylece üretilmiş oluyor.
Görünen o ki; reality showlar içeriğin üretildiği yakayı da tüketildiği yakayı da dört bir yandan kavramış durumda. Hızla değişen televizyon yayıncılığı pratikleri üzerinden akıp giderken, farklı formatlarla dönüşerek yerine sıkı sıkı tutunan reality showların sonunu zihinde canlandırmanın, -geleneksel anlamıyla- televizyon yayıncılığının sonunu zihinde canlandırmaktan daha zor olduğunu söylemek mümkün. Kuşkusuz; izleyici açısından da, içerik üreticileri açısından da, toplumsal bağlamıyla da reality showlar üzerine söylenilecek, tartışılacak daha birçok şey var.