Mülteci Der: Zorunlu göçün durmasını istiyorsak çatışma, zulüm son bulmalı
Afganlı mültecilerin durumunu konuştuğumuz Mülteci Der Genel Koordinatör Pırıl Erçoban, “Zorunlu göçün durmasını istiyorsak kaynak ülkedeki zulmün, insan hakları ihlallerinin bitmesi gerekiyor” dedi.
Afganistan'dan ayrılmak isteyenlerin akın ettiği Kabil Havalimanı | Fotoğraf: Haroon Sabawoon/AA
Dilek OMAKLILAR
İzmir
Türkiye’deki göçmen sayısındaki artış uzun zamandır gündemde. Özellikle de Afganistan’dan Türkiye’ye doğru artan göç daha çok tartışılmaya başlandı. Gelenlerin çoğunlukla genç ve erkek olmasının sebepleri, ülkedeki ekonomik ve siyasi olumsuzluğun hedefi, nefret söyleminden ırkçı saldırılara kadar Afganlı mültecilerin durumunu Mültecilerle Dayanışma Derneği (Mülteci Der) Genel Koordinatör Pırıl Erçoban ile konuştuk.
"AFGANİSTAN’DA NE OLUYOR DA GELİYOR SORUSU SORULMALI"
Medyada “Afganistan’dan neden geliyorlar?” sorusunun sorulmadığını ifade eden Erçoban, Afganistan’ın 1979’dan beri siyasi ekonomik ve toplumsal olarak bir kaosun içinde olduğunu söyledi. Bugün açısından da pek çok ülke tarafından terör örgütü olarak kabul edilen Taliban’ın çok hızlı bir şekilde, ülkede kontrolü ele geçirdiğini ifade eden Erçoban, Afganların neden geliyorsunuz sorusuna “çalışmak için” cevabını verdiğini ancak, bu cevabın arkasına bakmak gerektiğini söyledi. Erçoban “Neden ülkelerinde iş bulamıyorlar, geçimlerini sağlayamıyorlar? Çünkü bu ortamda sanayi yok, hizmet sektörü yok, tarımla geçinen insanların topraklarına zorla el konuluyor ve buna karşı bir şey yapamıyorlar”
"İLK HEDEFLERİNDEN BİRİ GENÇ VE ERKEK NÜFUS"
Afgan göçünün medyada sadece erkek göçü gibi yansımasının doğru bir bilgi olmadığını söyleyen Erçoban, Ancak Afganistan’da Taliban’ın ilk hedeflerinden birinin genç ve erkek nüfusu olduğunu altını çizdi. Erçoban, “Zaten yıllardır kendileri için savaşmak için genç erkekleri zorluyor, aileleri zorluyor çocukları kaçırıyor, kız çocuklarını Taliban’ın kendi üyelerine ‘ödüllendirme’ olarak evliliğe zorluyor. Devlet için çalışanları, yabancı güçler ve firmalar için çalışanlar, Taliban’a katılmayı reddedenler ilk hedef. Bir başka nedeni de Afganistan nesillerdir yoksullaştırılmış bir ülke. Aileler ellerindeki her şeyi satsalar bile bütün aile bireylerin birlikte kaçabileceği parayı denkleştirip, ülkeden çıkabilmesi mümkün olmuyor. Hem Taliban’dan kaçırabilmek için hem de bu zorlu yolculuğa ve vardıkları yerdeki zor koşullara dayanma gücü daha fazla olanı gönderiyorlar. Ülkeden çıkabilen, çalışabilsin açlık sınırında yaşayan ‘aileye biraz para gönderebilsin’ diye de burada ilk akla gelenler ailenin erkekleri oluyor. Pakistan ve İran’da daha çok aileler oluyor ama Türkiye gibi daha uzak bir ülkeye gidecekler, bu yüzden genellikle genç erkek çocuklar oluyor; kadınlar açısından, hele ki yalnızsa, bu kadar zor bir yolculuklar, vardıkları yerlerdeki koşullar çok daha fazla risk içeriyor” diye konuştu.
Genç ve erkek nüfus göçüne ilişkin “Amerika için, NATO için çalışanlar” ifadesini de eleştiren Erçoban, bu konuyu da şöyle açıkladı: “Taliban’ın işgal ettikleri yerdeki ilk hedefi, Afganistan devleti için çalışanlar, gazeteciler, yabancı devlet ve şirketlerle çalışanlar; sivil toplum örgütlerinde çalışanlar. Onlar hiçbir şekilde affedilmiyor; daha şimdiden kontrol altına aldıkları eyaletlerde bu tanıma uyanlara karşı bir insan avı başlatılmış durumda. Taliban devletle ilişkisi olanlara, gelin işinizin başına dönün diyor ama buna inanıp dönenler ya zorla kayıp ya tutsak ya öldürüldü. Bu nedenle insanlar Taliban’a güvenmiyor ve saklanıyor, kaçıyor. Taliban rejiminde, ilk zulüm görecekler yine bu grup. Durum bu olunca, eğer gerçekten söylendiği gibi Türkiye sınırından girenler ABD ve diğer ülkeler, Nato için çalışanlarsa veya devlet görevlileri ise, bunun çok tuhaf olmadığını düşünüyorum. Ve eğer böyleyse, ulusal ve uluslararası mevzuata göre ‘belli bir gruba mensubiyetinden dolayı zulüm riski altındaki kişiler’ olarak, bu gruba uluslararası koruma sağlanması gerekiyor. Bugün bizim sınırlarımıza gelen genç grubun da genç erkeklerden oluşması tuhaf değil” dedi.
"SINIRDA GEREKLİ DÜZENLEMELER YAPILMALI"
Bütün bu tartışmalar yapılırken, biz öncelikle ‘neden geliyor bu insanlar, Afganistan’da ne oluyor da geliyor’ sorusunun sorulması gerektiğine işaret eden Erçoban “Bu gruplar içinde suçlusu, Taliban üyesi de olabilir ama bunu yüzüne, üstüne başına bakarak tespit edemezsin. Grubu tümden bu şekilde niteleyemezsin. Bunun için sınırda gerekli düzenlemelerin yapılması gerekli. Girenleri kayıt altına alarak, gerekli değerlendirmeyi etkin ve adil bir şekilde yapmak durumunda devletler. Ayrıca, salgının hüküm sürdüğü bir ortamda gerekli sağlık tedbirlerini almak gerekiyor. Kayıt olmadığı sürece, hem gelenlerin en temel haklara erişimi bile mümkün değil; hem de halkı endişelendiren ‘kamu güvenliği’ için ciddi bir risk ile karşı karşıya kalma ihtimali var” diye ifade etti.
"BU SİSTEM MÜLTECİ GÖÇMENİ MAĞDUR EDEN BİR SİSTEM"
Ülkede yaşanan ekonomik veya siyasi olumsuz gelişmelerin sebebinin göçmenler, mültecilerin gösterilmesi konusunda ise Erçoban, “Maalesef günümüz dünyasında pek çok ülkede görülen bir şey. En kolay hedef, en alttakiler, bunlar da mülteciler ve göçmenler. Oysa pek çok ülkede göçmenlerin ekonomiye ciddi katkısı var, ama bizde olduğu gibi kayıtsız ekonomide neredeyse sömürü koşullarında çalışmak zorunda bırakılarak değil. Herkes emeğinin karşılığını almak ister, insan onuruna yakışır bir yaşamı olsun ister. Kimse düşük ücretle çalışmak istemez, bu mülteciler için de aynı. Ancak buna mecbur bırakılıyorlar; yaşamlarını sürdürmek için tekstilde, inşaatta, geri dönüşüm sektöründe düşük ücretlerle, ağır koşullarda, sosyal güvencesi olmadan çalışmayı kabul etmek durumunda kalıyorlar. Buna kendi mesleklerini icra edemeyen eğitimli, beceri sahibi olanlar da dahil” dedi.
Ayrıca çalışma izinlerinin de kendilerine bağlı olmadığını, işverenlerin başvurma zorunluluğunu hatırlatan Erçoban, “Alınan çalışma izni yine işverene bağlı, işten çıkarılırsa başka bir işte o izinle çalışamıyor. Kira artışlarından, fiyatlardaki yükselişten de mülteciler sorumlu değil. Bundan kim fayda sağlıyor, 300 liralık evi kim 600 liraya kiraya veriyor, buna bakmak gerekiyor. Dolayısıyla, mülteci ve göçmenler, bunlardan en çok mağdur olanlar aslında. Bunun sorumlusu olarak gösterilmeleri de doğru olmuyor” diye konuştu.
"HAK TEMELLİ VE ULUSLARARASI YÜKÜMLÜLÜKLERE GÖRE DÜŞÜNMELİ"
Devletin bu konuda şeffaf olması gerektiğini söyleyen Erçoban, “Devletin yükümlülükleri var. Muhalefetin ve bu konuyla ilgili bir sayfa açıp okumadan medyada çıkıp temelsiz konuşanların, hepimizin yükümlülükleri var. Örneğin, geçici korumadaki Suriyeliler de uluslararası korumadaki Afganistanlılar veya diğer uyruktakiler, mülteci değil; devlet istediği zaman geri gönderebilir diyenler var. Veya sınırı geçtiğinde geri gönderemezsin ama sınırdan geri döndürebiliriz diyenler var.
İlticaya erişimin temel bir hak olduğunu söyleyen Mülteci Der Genel Koordinatör Pırıl Erçoban, yetkili otoritelerin bireysel bazda gerekli değerlendirmeleri hızlı, etkin ve adil bir şekilde yapması gerektiğini ifade etti. Farklı isimler de verilse, mültecilik nedeni, kriteri olana mülteci değil diyemezsin. Yani ben elmaya armut dersem, elma armut olmaz. Erçoban “Geri göndereceksen, mutlaka ve mutlaka gönüllü, güvenli olması gerekiyor. Aksi halde, uluslararası hukukun amir, yani istisnasız, mutlak bir hükmü olan “geri gönderme yasağı (non-refoulement) ilkesini ihlal etmiş olursun. Geri gönderme yasağı, sınırdan girişleri de kapsar, ister bu bir sınır kapısı olsun ister havaalanı olsun, ister düzensiz bir şekilde sınır boylarından girmeye çalışanlar olsun” dedi.
Sınırda örülmek istenen duvar konusunda da değerlendirmelerde bulunan Erçoban, “Hatırlayalım, 2010’ları, duvarı ilk Yunanistan Edirne’de Meriç’te ördü, çok tartışıldı. 500 küsur km’lik İran sınırına nasıl duvar örülecek, bunu insan hakları açısından nereye koyacağız? Hak temelli ve uluslararası yükümlülükler açısından bunun değerlendirilmesi gerektiğini düşünüyorum. Ayrıca, şimdiye kadar olanlar gösteriyor ki duvarlar, hendekler, askeri yöntemler sınırlardan geçişleri durdurmuyor. Sadece insanları daha riskli yollara itiyor; bunun için kaçakçılara daha fazla ödeme yapıyorlar, ama göçe zorlayan faktörler sürdükçe insanlar bu zorunlu harekete devam ediyor” diye konuştu.
“O ÇOCUKLAR KORKUYU UNUTACAKLAR MI?”
Ayrımcı, nefret söylemlerine de değinen Erçoban, “Burada sürekli topluma pompalanan korku, nefret ve tehlike geldi, bunun nedeni mülteciler, göçmenler diye toplumu sürekli proveke eden söylemlerin rolünü düşünmek lazım. Bazı çevrelerin saldıkları korku, öfke, ve nefret söylemi ve saldırılarına karşı gerekli önlemlerin alınmaması, hukuku harekete geçirmemek çok tehlikeli sonuçlar doğurabilir. Bu çok ciddi bir durum ve bu gelişmeler karşısında mülteciler korku içinde evlerinden dışarı çıkamıyorlar. Bunların içinde çocuklar, yaşlılar var. Bu insanlar zaten bir zulümden kaçmışlar ve güvenli olduklarını düşündükleri bir ülkeye yerleşmişler ve kimsenin benzer zulmü yaşatmaya , geçmiş korkuları depreştirmeye veya yeni korkular, zulüm riski oluşturmaya hakkı yok” diye konuşarak Altındağ’da yaşananları hatırlattı.
Erçoban, “Fotoğrafları gördünüz, ömür boyu o çocuklar korkuyu, kendilerine yönelmiş o nefreti unutacaklar mı? Onu düşünsünler ve söylemlerini buna göre ayarlasınlar. Altındağ’da hayatını kaybeden, yaralanan gençlerimiz için hepimizin içi yanıyor; ama nerede olursa olsun, ölüme yaralanmaya neden olan kişiler, suç işleyenler de yargı önüne getirilsin. Gerekli süreçler adil ve etkin uygulansın. Fakat, suç bireyseldir, cezası da bir kişinin işlediği suçu tüm topluma mal ederek, o toplumdan olan herkese karşı nefret ve kinle saldıranlar da cezasız kalmasın” dedi.
“ZORUNLU GÖÇÜN DURMASINI İSTİYORSAK ÇATIŞMA, ZULÜM SON BULMALI”
“Öfke, kin nasıl paylaştıkça büyüyorsa haklar da paylaştıkça büyüyor, küçülmüyor. Ne kadar hak temelli konuşursak, davranırsak, ne kadar başkalarını haklarını da savunursak bizim hakkımız da herkesin hakkıyla büyüyecek” diyen Erçoban son olarak şunları kaydetti: “Araştırmalar gösteriyor ki mültecilerin yüzde 85’i, 90’ı komşu ülkelerde kalıyor. Bu geçmişte de böyleydi, Türkiye coğrafyası gereği insan hakları ihlallerinden, çatışmalardan, insan hakları ihlallerinden zarar gören toplumlardan gelen insanların, aynı coğrafyadaki Türkiye’ye sığınması da anormal bir şey değil. Ancak, zorunlu göç hareketinde tüm sorumluluk da komşu ülkelere verilemez; bunun sorumluluğu tüm uluslararası toplumundur. Zorunlu göçün durmasını istiyorsak kaynak ülkedeki zulmün, çatışmanın, insan hakları ihlallerinin bitmesi gerekiyor. Bunlar devam ettikçe maalesef insanlar zorunda kalarak evlerini, sevdiklerini terk edecekler, bu onların tercihleri değil. Ve bütün bunlar durmadığı sürece de statüsü ne olursa olsun, kimseyi ‘güvenli’ diyerek zulüm görme riskinin olduğu yere gönderemezsin.”