19 Ağustos 2021 00:19

Yönetmen Gözde Sezer: Ülkemizde ve dünyada yaşananlara kayıtsız kalmak mümkün değil

"Vatandaş olarak kabul görmemizi sağlayan kimlik, buna sahip olamayan mülteciler için insan haklarına ulaşabilmesinde maalesef en büyük engel."

Gözde Sezer (Fotoğraf: Kişisel Arşiv) | Kimlik filmi afişi

Paylaş

İsmail AFACAN
İstanbul

Gözde Sezer ilk kısa filmi “Kimlik”te göç ve mülteci temasını işliyor. Son dönemde artan ırkçı söylemlere sinemanın diliyle karşılık veriyor Sezer. “Ülkemizde ve dünyada yaşanan gelişmelere kayıtsız kalmak benim için mümkün değil” diyerek… Sezer’le kısa filmi ve mülteciler üzerine konuştuk.

Bize kısaca filmin hikayesinden bahseder misiniz?

Filmim Suriye’deki savaştan kaçarak yurtlarını terk etmek zorunda kalan Yasmin ve Halid’in Türkiye’de yaşadıkları statü ve kimlik kaybını konu alıyor. Suriye’de öğretmenlik yapan Halid Türkiye’de ayakkabı boyacılığı, Yasmin ise bebek bakıcılığı yapar. Yasmin bir süre Türkiye’de tek başına yaşadıktan sonra eşi Halid’in Suriye’den gelişi için girişimlerde bulunur. Halid Türkiye’ye ulaştığında umduğu gibi bir hayat onu beklemiyordur. Halid ve Yasmin Türkiye’de geçici koruma kimliği alabilmek için çabalarlar. Suriye’de sahip oldukları kimlikleri ve meslekleri olmadan yaşamaya çalışırken bir taraftan geçmişte yaşadıkları travmalar su yüzüne çıkar.

İlk kısa filminizi neden “mülteci ve göç” temalı yaptınız?

İzmir Dokuz Eylül Üniversitesinde film tasarımı okuyorum. Ülkemizde ve dünyada yaşanan gelişmelere kayıtsız kalmak benim için mümkün değil. Türkiye’deki göç dalgası ve mültecilerin durumu 2011’de Suriyelilerin savaştan kaçarak kitleler halinde Türkiye’ye gelmesiyle daha da büyük önem kazandı. Özellikle Suriyeli mülteciler üzerinden yapılan yalan haberler ve oluşturulan algı politikası ırkçı söylemlere sebep olmakta ve ötekileştirme gittikçe artmakta. Bu algının kırılması için kimileri sokaklarda mücadelesini sürdürüyor, bense film yapmanın, müzik veya resim gibi sanatın farklı dallarında üretimler gerçekleştirmenin de etkin bir yol olduğunu düşünüyorum. Bu sebeple İzmir’de bulunan Mülteci-Der’in film yapım projesini gördüğümde hiç düşünmeden başvuru yaptım ve kabul edildim. 18 aylık bir eğitim sürecinden sonra kısa filmlerimizin senaryosunu bitirerek çekimlerimizi tamamladık.

Filmin ismi “Kimlik”… Mülteci ve kimlik ilişkisini sinemacı gözüyle nasıl yorumlarsınız?

Maalesef ki sınırların olduğu bir dünyada kim olduğumuzu, nereden geldiğimizi bir diğerine kanıtlayabilmek için gerekli olan bu evrak dünya üzerinde temel haklara sahip olabilmemiz için vazgeçilmez. Toplumsal bir varlık olarak ise insanın kendi gözünde ve başkalarının gözünde ne olduğudur. Dünyada yer alabilmek, kabul görmek, iş sahibi olmak, barınabilmek, güvenliğimizi sağlayabilmek için gereklidir. Vatandaş olarak kabul görmemizi sağlayan kimlik, buna sahip olamayan mülteciler için insan haklarına ulaşabilmesinde maalesef en büyük engel. Mültecilerin psikolojik olarak en çok etkilendikleri şeylerden biri aidiyet duygusu. Kimliğin aidiyet duygusunun gelişmesi için bir araç olması, yokluğunda yarattığı boşluğu hiçbir şeyin dolduramayacağı gerçeği zaten savaşlardan kaçan veya iltica eden mülteciler için daha yakıcı bir boyutta. Gittiği ülkede iş bulamama, dışlanma gibi problemlerle karşı karşıya kalan mülteciler yaşadıkları ülkede her şeyini bırakıp gelirler, görünmeyen statü kaybı ve aidiyet duygusu buna dahil.

Kısa filmde dönüşen yaşamlar ve travmalar işleniyor… Filmin senaryosu da size ait. Hikayeyi kendi gözlemlerinizden yola çıkarak mı yazdınız?

Elbette, Suriyeli mültecilerin yoğun olarak yaşadığı yerlerden biri olan Hatay’da doğdum ve uzun süre orda yaşadım, ailem hâlâ Hatay’da yaşıyor. Gerek derslerde, toplantılarda, birebir görüşmelerimizde, evlerine konuk olduğumda gördüğüm, hissettiğim şeyler çok travmatikti. Kimliklerine sahip olamamaları dışında mülteci statüsünde bile sayılmıyorlar. Çoğunlukla iş buldukça çalışıp, sigortasız ve çok düşük ücretle geçiniyor ve mecburen birkaç aile bir arada yaşıyorlar. İş bulamayanlar ise ayakkabı boyacılığı, kağıt toplayıcılığı gibi işler yapıyor. Suriye’de öğretmen, hemşire olup, Türkiye’ye geldiğinde gerekli evraklarla bunu kanıtlayamadığı için günübirlik işler yapanlar var. Yasmin ve Halid iki kişi yaşadıkları ve iş bulabildikleri için şanslı bile sayılabilirler. Bu insanlar savaştan can havliyle, yanlarına 3 parça eşyayı -o da alabilirse- alıp yollara dökülüyor. Yerleştiği ülkede sırf karnesi olmadığı için 10 yaşındaki bir çocuk ilkokulda 1. sınıftan başlatılıyor ve kendi akranları olmadan okumaya mecbur kalıyor. Bu da zorbalık gibi çeşitli travmalara uğramasına sebep oluyor. Bizim için resmi bir evrak sıradan bir şey olarak algılanabilir ancak haberlerde duyduğumuz karnesi ceketinin cebinde dikili halde boğularak ölen mülteci çocuk gerçeğin ta kendisi.

‘SİYASİ KONJONKTÜR NASILSA SİNEMA DA ONA GÖRE ŞEKİLLENMİŞ’

Burada bir parantez açmak istiyorum. Türkiye sinemasındaki mülteci temsiliyetini nasıl buluyorsunuz?

Türkiye sinema tarihi çok geç dönemde ayakları üzerine bastığı ve her dönemde sansürle karşılaştığı için sinemada birçok konu gibi mülteci temsiliyeti konusunda da sıkıntılı bir geçmişi var. Dünya sinemasında olduğu gibi Türkiye’de de siyasi konjonktür nasılsa sinema da o konjonktüre göre şekillenmiş. Geçmiş tarihe baktığımızda mülteci temsili yok denecek kadar az, çoğunluğunu da ’80’lerde çekilen Almanya’ya çalışmaya giden işçilerin temsil edildiği komedi filmleri. Son dönemde Türkiye’ye mülteci akını gerçekleşmesiyle beraber sinemadaki temsilleri de arttı. Pek çok kısa film yapıldı ve çok başarılı filmlerimiz var. Bir kısmı festivallerden ödül alıyor. Temsiliyetlerine baktığımızda ajitasyona ve tekrara girmeden sinemaya yeni bir şeyler katan filmler. Onur Saylak’ın Daha filmi mültecilerin hayatlarını ‘belirleyen’ dinamiklerin eleştirildiği bir film. Mültecileri kaçıranların iktidarın sembolü olarak mültecileri nasıl nesne haline getirdiklerini ve sistemin bunun güçlenmesi için desteklediğini anlatır.

‘MÜLTECİLERİN KENDİ ARASINDAKİ DAYANIŞMAYI GÖRDÜM’

Film çekmek pahalı bir iş… İlk kısa filminizi çekerken ne gibi zorluklar yaşadınız? Nasıl bir hazırlık süreci geçirdiniz?

Türkiye’de film çekmek daha da zor bir iş, bir yerden destek alamıyorsa çoğu bağımsız yönetmen kredi çekerek filmlerine yatırım yapabiliyor. Mülteci-Der’in film yapım projesi kapsamında olduğu için Umay Film’in desteğiyle ekipmanlarımız hazırdı, ışığımızı Kare Film’den aldık. Ekibimizi projede bulunan arkadaşlarımızla tamamladık. Oyuncularımızın hepsinin ilk film deneyimi. Tanıdıklarımız aracılığıyla mekanları ayarladık. Mültecilerin kendi aralarındaki dayanışmalarını gördüm, filmi çekmem için ortaya koydukları özveri benim için çok önemli. Özellikle sınıf içindeki sahneyi çekmem için bir sürü çocuk ve anneleri işi gücü bırakıp geldiler. Ben de bu arada bir taraftan çalışıp diğer taraftan okumak zorundaydım. Ekipteki arkadaşlarım ve Mülteci-Der çalışanlarının destekleri olmasa bu filmi çekemezdim.

Yeni kısa film projeleri var mı? Varsa neler?

Düşündüğüm, çekmek istediğim birçok proje var elbette. Mesela bir tanesi Trans cinayetleri ile alakalı ama geliştirilmesi gerekiyor. Bu projeyi önümüzdeki sene mezuniyet aşamasında hayata geçirmeyi düşünüyorum. Şimdiden nasıl bir kaynak bulabileceğimi düşünüyorum.

ÖNCEKİ HABER

CHP'den sel raporu: Dere yatağında yapılaşmayı devlet önerip 8 kata izin vermiş

SONRAKİ HABER

DİSK-AR: Türkiye’de en az 9 milyon işsiz var

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa