20 Ağustos 2021 01:31

Herkesin Sait Faik’i kendine

"Yaşamla yapıtı birlikte değerlendirmek eğilimi çoktur. Oysa “İşte böyle yaşadığı için bunları yazdı” demek oldukça kolay ve hatta yanıltıcı olabilecek bir yoldur."

Herkesin Sait Faik’i kendine

Görsel: Varlık yayınları

Mukadder ÖZGEÇ

Yazarın yaşam öyküsünü yapıtlarıyla özdeşleştirmek, bir yapıtın yazarını bu yapıt içinde aramak eğilimi sıkça karşımıza çıkar. Önemli bir tartışma konusudur bu; çünkü yaşamla yapıtı birlikte değerlendirmek eğilimi çoktur. Oysa “İşte böyle yaşadığı için bunları yazdı” demek oldukça kolay ve hatta yanıltıcı olabilecek bir yoldur. Bu kolaycılığı bir parça olsun ertelemek arzusuyla kendini saklayan ya da başka adlar, başka kimliklerle yapıtını okura sunan yazarlar da hiç azımsanacak sayıda değiller. Fransız yazınından Romain Gary’i anımsayalım. Emil Ajar takma adıyla romanlar yayımlayıp hem gerçek adıyla hem de takma adıyla Goncourt Edebiyat Ödülü’nü iki kez almıştı. Ve çok uzun yıllar kendini gizleyebilmişti.

Amerikalı Yazar Salinger ise takma ad kullanmak yerine bütünüyle kendini okurlardan gizlemeye çalışmış, bunu da oldukça başarıyla yapabilmiş bir yazardı. Fotoğrafının çekilmesine asla izin vermedi. Bizde Ali Teoman da bu konuda oldukça ketum davranabilmiş, yıllarca adını saklamayı başarabilmiş bir yazarımız. Asıl uğraşı yazarlık olmayan Nurten Ay’ın adıyla yayımladığı Gizli Kalmış Bir İstanbul Masalı -üstelik ödül de alarak dikkatleri iyice üzerine çekmesine karşın- uzun zaman gizini korumuş, hatta bu öyküler toplamının bir başka yazarımızın yapıtı olduğu savı ortaya çıkmış, kanıtlanamamış derken Ali Teoman -belki sağlık sorunları yüzünden- kendisi o kitabın yazarı olduğunu açıklama kararı almıştı.

Belli ki kendini saklamaya çalışan yazarların ortak düşünceleri okurun bakışlarını yapıta çevirmekti. Bu büyük yazarların şapkadan tavşan çıkarmak gibi olağanüstü bir şey yaparak dikkatleri üzerlerine çekmek gibi bir düşünceleri olamayacağına göre ortak bir sorun üzerinde birleşiyorlardı: Yazarla yaşamı arasında bir koşutluk kurulmasını istemiyorlardı. Yaşam öykülerimiz şöyle ya da böyle birbirine benzer biçimde akıp gitmiyor muydu zaten… Elimizdeki yapıtı gerçek bir yaşam öyküsüyle ilişkilendirerek sınırları daraltmak ne için?

SAİT FAİK PORTRESİ

Bugünlerde Adil İzci Anılarda Sait Faik adlı bir kitap hazırladı. Bu kitapta Sait Faik üzerine onu tanımış birçok dostun, yazarın kaleme aldığı yazılar derlenmiş. Bu anıları yazan kişiler de ne yazık ki artık yaşamıyorlar. İşte yukarıda sözünü ettiğimiz, yazarın yaşamına duyduğumuz merak, belki bu kitabı elimize aldığımızda da çoğumuzda canlanacaktır. Sait Faik gibi öykücülüğümüzün en önemlilerinden, en sıra dışı yazarının nasıl yaşadığının, bir gününü nasıl geçirdiğinin, dostlarıyla nasıl ilişkiler kurduğunun, umutları, umutsuzluklarının ipuçlarını arayacağız bu anılar içinde. Yani “İnsan Sait Faik” olarak bir portre yaratmak isteyeceğiz düşlerimizde. Ama ilginç olan şey, ya da tam Sait Faiklik bir tutum olarak bu anıları okudukça kafamız karışacak. Sait Faik asla izin vermeyecek ortak bir tek portre çıkarmamıza. Herkesin Sait Faik’i kendine. Bu anılar kitabında önce onun dilde nasıl savruk olabildiğini kanıtlarıyla anlatmaya çalışan bir yazıyı okurken, ardından bir başka tanık onun dile gösterdiği özen üzerine on türlü örnek sıralayacak.

Sait Faik’in “Şekil meselesine fazla önem vermediği”ni düşünen Yaşar Nabi Nayır onun-yayıncısı olmasına karşın- özenli yazmadığı konusunda kararlıdır; “Yazıları üzerinde cümle cümle, kelime kelime durmadığına da şüphe yok” der. Oysa gene sıkı bir dost olan Bedri Rahmi hiç de öyle düşünmemektedir. Bir çırpıda yapılmış etkisi veren resimlerin ressamlarını, arkasındaki büyük çalışma ritmini örnek verir: “Bu, gelişigüzel resimlerin peşine takılır, o ressamın hayatını incelerseniz, bir de bakarsınız ki o kolaylığın altında, o kalenderliğin, o sallapatiliğin altında domuzuna bir gayret, kahredici bir sabır, şaşırtıcı bir inat saklıdır. Ressam o gevşekliği, o başıboşluğu, o yumuşaklığı, uysallığı çok uzun, çok zahmetli etütlere borçludur. Sait’in yazılarındaki o canım kolaylık, o kendiliğinden akış, o kalenderlik de öyle bir kalenderlikti. Şöyle bir çırpıda döktürdüğü yazısı olacağını pek sanmıyorum.”

ONUN ÖYKÜLERİNE DÖNMEK

Görüldüğü gibi çelişkiden çelişkiye düşürür durur bizi Sait Faik. Acaba yalnızlığı seçilmiş bir yalnızlık mıydı, yoksa onu bunaltan, çareler aradığı, çelişkiler içinde yaşamasını getiren gerçek sorunlarından biri miydi? Bu iki durumu da örnekliyor onu tanıyan dostlar. Sait Faik yalnızca kendini yazdı diyecek içlerinden biri, bir başkası derin gözlemlerle insanı yazdığını. Hiç evlenmiş miydi, sevgilisi var mıydı, aşık mıydı yanık tenli Eleni’ye ya da bir başkasına? Bütün bu soruların iki karşı uçlarda yanıtlandığını okuyacağız. Birbirleriyle çelişkili anılar içinde kafamız iyice karışacak. Çok istiyorsak yanıtlardan bir yanıt seçip onu esas alacağız. Ama önünde sonunda elimizde kalan şey neyse ona döneceğiz yine; onun benzersiz öykülerine… Sait Faik bir kez daha bize tek gerçeğin yapıtlarda olduğunu ince bir alayla, o eğlenceli yöntemiyle imleyecek.

KÜNYE
Anılarda Sait Faik
Hazırlayan: Adil İzci
Varlık Yayınları, 2021.

Evrensel'i Takip Et