AKP’nin 28 Şubat pragmatizmi
Konum, kariyer ve sermaye söz konusuysa dün 28 Şubat’ı, bugün de ona karşı AKP ve yargısını desteklemenin ne sakıncası olabilir?
Fotoğraf: AA
Fatih POLAT
AKP’nin siyaset tarzının çekirdeğindeki pragmatizm, bir ‘postmodern darbe’ olarak anılan 28 Şubat ile ilişkisinin de belirleyici özelliğini oluşturuyor.
Erdoğan’ın, şu anki iktidar yürüyüşü 27 Mart 1994 Yerel Seçimleri’nde Refah Partisi’nden İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı seçilmesiyle başlamıştı. Erdoğan’ın hocası Necmettin Erbakan’ın başbakanı olduğu Refahyol Hükümeti, 28 Şubat 1997 ‘postmodern darbesi’ ile iktidardan düşürülünce, yeni bir hareket başlatmış olan Erdoğan’ın yolunun açıldığı günlere gelindi.
Bu arada geçerken atlamamamız gereken noktalar var. O dönem Hürriyet gazetesi, Genel Yayın Yönetmeni Ertuğrul Özkök’ün imzası ile dönemin Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Güven Erkaya’nın “Bu defa işi silahsız kuvvetler halletsin” sözünü manşete taşırken, Fethullah Gülen’in “Hükümet gitsin” sözü de Akit gazetesinde manşet olmuştu. Güven Erkaya’nın ‘silahsız kuvvetler’ derken vurguladığı medya ve diğer ‘askeri olmayan’ çeşitli aktörler gereğini yaptı. Rektörler müdahaleye destek için sıraya girerken, büyük sermaye örgütleri ve yargının zirvesinin aralarında olduğu çok sayıda kurum müdahaleye destek verdi.
Evrensel o dönemde müdahaleyi eleştiren manşetler ile çıkarken, generalleri eleştirdiği yazılar nedeniyle yargılandı. Bu satırların yazarı da yargılananlara dahildir.
Erbakan iktidardan düşürüldükten sonra, ‘yenilikçiler’ söylemi ile önü açılan Erdoğan’ın liderliğinde kurulan AKP’nin dönemine gelindi. 2001 krizinin ardından gerçekleşen 2002 seçimlerinde, daha önce iktidar olmuş partiler krizin faturası olarak barajın altında kalırken, halkın etrafında birleşeceği bir muhalefet odağını görememesinin de bir sonucu olarak, parlatılan AKP, halkın ‘yeni arayış’ umutlarının etrafında birleştiği parti oldu.
Bu arada, şu anda Erdoğan’a en yakın isimlerden biri olan Numan Kurtulmuş’un da, HAS Parti Genel Başkanı olarak Birgün gazetesine yaptığı açıklamada, “Eğer 12 Eylül olmasaydı ANAP kurulamazdı. 28 Şubat 1997 olmasaydı da Adalet ve Kalkınma Partisi olmazdı” dediğini hatırlatalım. (28 Şubat 2012)
AKP’nin, 15 Temmuz darbe girişiminin ardından Erdoğan’ın ‘aldatıldık’ diyeceği Gülen Cemaati ile devletin kritik kademelerini paylaşıp, generallere karşı ‘Ergenekon’ ve ‘Balyoz’ operasyonlarını başlattığı döneme gelindi. Bu dönem Erdoğan’ın, hükümet olmak ile ‘devlet olabilmek’ arasındaki açıyı kapatma gayretlerinin dönemiydi.
AKP iktidarı, generaller ile hesaplaşmasını Gülen Cemaati ile ortak olarak yürütürken, ‘Allah’ın lütfu’ olarak değerlendirdiği 15 Temmuz darbe girişiminin ardından ‘FETÖ’ diye anmaya başladığı Gülen Cemaati’ne karşı operasyon sürecinde de ‘Ergenekon’ cephesi uzlaşma sürecine girdi. Perinçek’in de bagajda olduğu yeni siyasal kolaj dönemiydi bu.
Geçtiğimiz yıl yayımlanan Montrö Sözleşmesi’ni esas alan bir bildiri ile emekli amirallerin yaptığı uyarı, AKP iktidarı içindeki aslında hep canlı olan bazı korkuları tetikledi. Şimdi 28 Şubat generalleriyle ilgili onanan cezalar ve tutuklama kararları, 15 Temmuz’un ardından sela ile bela savurma çabasının ve emekli amiraller bildirisi tedirginliğinin devamında bir yerde duruyor.
Konum, kariyer ve sermaye söz konusuysa dün 28 Şubat’ı, bugün de ona karşı AKP ve yargısını desteklemenin ne sakıncası olabilir?
Tüm bunların arasında yargı kararlarının hakim gücün stratejisine bağlanmış olması, AKP dönemi yargısının ise iktidarın konjonktürel çıkarlarına amade olması, verilen kararları da siyasal bir prosedüre dönüştürüyor.
28 Şubat döneminin Kara Kuvvetleri Komutanı olan ve ardından Genelkurmay Başkanlığı görevini yürüten emekli Orgeneral Hüseyin Kıvrıkoğlu’nun “28 Şubat bin yıl sürecek” sözünün hükmü nasıl uzun ömürlü olmadıysa, 28 Şubat’ın açtığı yoldan iktidara yürüyen ve bugün de onunla hesaplaşma görüntüsü ile pozisyonunu korumaya çalışan AKP için, o ‘selaların’ bile yetmeyeceği günlerin uzak olduğunu kim iddia edebilir?