Şair Ahmet Özer: Her şairin şiiri, kendi parmak izini taşır
Şair Ahmet Özer, toplu şiirlerinin yer aldığı Mordoğan kitabını ve geçmişten bugüne üretim serüvenini Kadir İncesi'ya anlattı.
Fotoğraf: Ali Mustafa
Kadir İNCESU
Şair Ahmet Özer’in “Mordoğan” adlı toplu şiirleri yalnızca bir ozanın duyumsadıkları, gözlemleri, yaşadıkları olarak yorumlanmamalı... Bu şiirler aynı zamanda “gezgin bir yürek” Özer’in doğduğu köyden dünyaya açılan bir pencere olarak görülmeli… O pencereden yalnızca gördükleri yoktur şiirlerinde, olmasını istediği bir dünya da vardır.
Elli beşinci sanat yılında Ahmet Özer’le “Mordoğan”ı ve sanat anlayışını konuştuk. Özer “Her şairin şiiri, kendi parmak izini taşır. Kimi izler soluktur, okumakta zorluk çekeriz. Kimileri hiç okunmaz. Kimileri çok saydam, pırıl pırıl durur karşımızda.” diyor.
Mordoğan yalnızca 55 yıllık şiir geçmişinizin değil, bütün bir yaşamın iz düşümü olarak değerlendirilebilir mi?
Doğrudur. Belirtilen süreçte yazdığım şiirlerin bir vitrinidir bu kitap. Şimdilik “Toplu Şiirler” olarak yayımlandı. Bütün şiirlerimi bir araya getirmiş olsaydım -ki kimilerinin istediğim duyarlığı taşıdığını söyleyemem- yayımlanan toplamın iki katı olurdu. Mordoğan’a girmeyen ancak gelecek yıl yayımlanmasını düşündüğüm bir dosyam yayıma hazır. Vitrin demem yanlış olmaz. Her şiir yazılma sürecinde uzun, çetin, yoğun bir uğraşı beraberinde taşıyarak ve dergilerden geçerek kitaba dönüştü.
Şairin yaşamı, yaşadıklarıyla biçimleniyor. Yaşam da şaire bu yaşananlardan sanat adına gerekeni çıkarma fırsatı yaratıyor. Sanatın o büyülü alanına ulaştığınızda, o alanda üretime başladığınızda, o güne değin sizinle gelen bir yaşam deneyiminiz var. Çocukluğunuzu besleyen damar, yaşadığınız mekan, kişiler, okuduklarınız, tanıdıklarınız, gezip gördüğünüz yerler, çevre… ya sizin duyarlığınıza bir pencere açıyor, ya bu alanın dışında bir yaşam koyuyor önünüze. Bu duyarlı alana girdiğinizde ise çıkışınız yok. O nedenle sanatı besleyen damar çok önemli. Bu nedenle her yapıt onu var edenin imzasını taşıdığında bunun öncesinden gelen bir rüzgarın da olduğu kesin. O süreçteki emek, duyarlık, birikim kişiye yeni ufuklar kazandırıyor. Şiirimin yarım yüzyılı aşan görüntüsü toplumsal yaşama tanıklık etmiştir diyebilirim.
"DÜNDEN BUGÜNE SERÜVEN HEP SÜRDÜ, SÜRECEK"
Şiirinizde yaşama bakışınızın izlerini de bulmak mümkün… Şiire yüklediğiniz anlamın size etkisi ne oldu?
Her şairin şiiri, kendi parmak izini taşır. Kimi izler soluktur, okumakta zorluk çekeriz. Kimileri hiç okunmaz. Kimileri çok saydam, pırıl pırıl durur karşımızda. Nâzım’ın, Yesenin’in, Neruda’nın, Attila József’in, Attilâ İlhan’ın, Hasan Hüseyin’in, Gülten Akın’ın, Cemal Süreya’nın… Sesi soluğu şiirin, dizelerin damarında gümbürder. Bu bir biçem sorunudur. Her şair bu biçime ulaşmak için ömrünü verir. Kimileri bunu başarır, kimileri yarıştan düşer. Belli bir dünya görüşünüz varsa, yaşama estetik bir pencereden bakabiliyorsanız, toplumsal yapıyı algılama ve yorumlamada belli bir derinlik taşıyorsanız, en önemlisi de diyalektik bir anlayış sizi düşünsel yönden besliyorsa bu alanda önünüzdeki engelleri aşmada zorluk çekmezsiniz.
Şiire yüklenen anlam önemli bir sorun. Kimi şairlerin / şiirlerin zamana dayanıklı olmalarının temelinde taşıdığı işlev öne çıkıyor. Bunu aşk izleğinde gördüğümüz gibi, barış, çocuk, kadın, doğa, ölüm, hasret, yurt sevgisi… izleklerinde de yaşarız. Zaman ve koşullar şairin kimi şiirlerini öne çıkarır. Burada şunu belirtmekte yarar var: Şiirden bir şeyler öğrenmeyi beklemek yerine, onun sezdirdiğini içselleştirmek önemli. Şiire, onun taşıması gereken yükten fazlasını yüklediğinizde, şiir işlevini yitirir. Şiirin atı, arabası, kılıcı, kalkanı, süngüsü… yoktur ancak bu kavramların nerede ne işlev taşıdığını gösteren gücü vardır.
Yaşamdan damıtılan onca olay, onca görüntü, onca yaşanmışlık, tanıklık doğal olarak şiirde de kendini gösterecekti. Ülkemizin son 60 yılında askeri yönetimleri, darbeleri, onca değerimize yapılan suikastları, ölümleri, işkenceleri, açlık grevlerini gördük. Yasaklamalar, hukuk dışı uygulamalar karşısında durmayan bir nabız, kütürdeyen bir yürek, duyarlı bir bilinç ve yaşama, doğru bakabilme tavrı taşıdığınızda, sizi biri elinizden tutup bir yere oturtuyor; dayanılmaz bir coşkuyla yazıyorsunuz, düşünüyorsunuz, yeniden yazıyorsunuz. Salt içimi yakan konular değil, mutluluğun, özgürlüğün, doğanın, aşkın, çocuğun, çiçeğin, sevginin… damarına dokunarak da yaşamın bir başka yanının öne çıkarıldığını belirtmek isterim. Dünden bugüne bu serüven hep sürdü, sürecek. Kimi şiirlerin zaman içinde yeniden öne çıkması, yaşanılan koşulları karşılayan bir öz taşıması, onların zaman ve mekanın gerektirdiği değerleri taşıdığının da ifadesidir. Sizin bir amacınız olmayabilir o dizeyi kurarken ancak zaman, gereksinim duyduğunda onu bulur okurun önüne koyar. Benim şiirimin de bu tanıklığın yanı sıra yaşamın arka yüzünü anlayıp kavrayabilmenin gücünü taşıdığını düşünüyorum.
“Bütün günahlarınla konuğusun geçmişin” dizeniz, yapıtlarınız, yaşamınız ve kendinizle olan hesaplaşmanıza dikkat çekiyor diyebilir miyiz?
Sevgili Kadir, hani kimi zaman bir söz, bir anlatı, bir yorum insanın bam teline dokunur ya, seninki de öyle oldu. 708 sayfalık kitaptan bir avcı gibi ilginç bir dize yakalayıp önüme koydun. Bu dizemi yeniden okuduğumda, onu yazarken ne düşündüm bilemem. Bugün daha iyi özümsüyorum anlatılan gerçeği. Değerli şairimiz Melih Cevdet Anday, bir yazısında yıllar önce yazdığı kimi şiirlerinin, yıllar sonra ona çok farklı şeyler düşündürdüğünü belirtmişti. Benimki de o hesap. Bildiğim kadarıyla sanat ve yazın alanında üretimde bulunan kişi hem kendisiyle hem de yaşadığı toplumla, çağla bir hesaplaşma içindedir. Kişinin neyi yapıp neyi yapamadığı, eline geçen fırsatları iyi değerlendirip değerlendiremediği, yaşadıklarının hakkını gerektirdiği şekilde verip veremediği; üzerine düşeni, kimliğini iyi koruyarak yerine getirip getiremediği konusunda bir hesaplaşma içinde olması yaşadığıyla / yaşamın hakkını vermesiyle doğrudan ilgilidir. Çünkü tarihin yanılmaz gerçeği ve bu gerçeği denetlemekle sorumlu zaman, insanı sürekli yargılar. Bu yargılamadan masum olarak çıkmak önemlidir. Bu dizeye bakarken gerek yıllar süren öğretmenliğim gerek yazın alanında 40’tan fazla yapıtım gerekse yayıncılık deneyimim ve toplumsal yaşama tanık yüzlerce etkinliğin içinde görev almam, sınavı geçtiğimin bir ifadesidir. Bunu benim belirtmem belki uygun olmaz ancak ortaya konulanlar hepimizin gerçeğidir. Şimdi buradan hareket ederek şiirin gücüne sığınalım. Bir dize, bir ömrü özümsetebiliyorsa ona yerleştirilen anlam, çağrışım, içerik, imge, ifade genel anlamıyla okurun şairle olan diyaloğunu da kuruyor. Daha da önemlisi yaşamın onca dağdağasını, şiirin gücüyle aşabilmeyi bilmenin bir göstergesidir dizeye yerleştirilen.
"40 KUŞAĞI BİZİ DERİNDEN ETKİLEMİŞTİR"
Şiir anlayışınızı ve dilinizi oluştururken neler etkili oldu?
Şiir anlayışımı benden önce bu topraklara sanat, estetik ve güzellik eken, devrimci çizgide dünya toplumlarıyla kol kola yürüyen görüşe yaslayabilirim. Ülkemizin ’40 kuşağı şairlerinin hem sanatsal hem yaşamsal emekleri, savaşa karşı duruşları, emperyalizme ve faşizme direnişleri bizi derinden etkilemiştir. Nâzım’ı yasaklı yıllarında okumanın güzelliği bir başkaydı. Şiire başladığımız ’60’lı yılların ortasında çok önemli dinamiklerle iç içeydik. TİP (Türkiye İşçi Partisi), DİSK (Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu), TÖS (Türkiye Öğretmenler Sendikası) gibi örgütler; Yön, Ant, Türk Solu gibi siyasi içerikli dergiler, kültür ve sanat alanında çıkan yayınlar, düşünsel ve sanatsal alt yapımızı bir güzel döşemişti diyebilirim. Böyle bir ülkede, sanata yatkın yürekle 20’li yaşlarını süren bir Türk dili öğretmeninin sanatsal koşuya katılmaması beklenemezdi. Ben de onu yaptım. 55 yıldır bu yarıştan hiç kopmadım.