‘Batı’ ve Taliban’ın ‘değişimi’ | Afganistan: Şeriat-işgal-şeriat döngüsünde kadınlar
İşgalcilerin yarattığı yıkımı, Taliban’ın yaptığı açıklamaları “ılımlı” olarak ele alan güçlerin Afganistanlı kadınlara etkisini Fulya Alikoç tarihsel bir perspektifle değerlendirdi.
Fotoğraf: Sayed Khodaiberdi Sadat/AA
Fulya ALİKOÇ
Monarşi, cumhuriyet, demokratik cumhuriyet, İslam devleti, İslam cumhuriyeti, İslam emirliği… Bunlar Afganistan ülkesinin yarım yüzyıla sığdırdığı yönetim biçimleri. Biraz daha geriye gidilse sömürgeliği de var. Her bir dönemecinde belki de hiçbir ülke tarihinde olmadığı kadar kadınların toplumsal konumu başat gündem maddesi Afganistan tarihinde. Toprak rantı ve kadın özgürlüğü tarihsel olarak hep bağlantılı. Bunda çözülmeye çok büyük bir direniş gösteren feodalite ile İngiliz sömürgeciliği sonrası, 1919’da siyasal “bağımsızlık” ilanıyla birlikte emperyalizme göbekten bağımlı gelişme arasındaki çelişki belirleyicidir. 1920’lerde Kral Amenullah’ın büyük toprak sahiplerine ve küçük üretici köylüye vergi mükellefiyeti getirmesine karşı kırsal molla isyanı, kralın elit kadınların örtünmesine son verip batılı kıyafetler giymelerine yönelik tepeden inme modernitesine karşı çıkışı da içine alarak genişlemiştir. Kral, İngiliz desteğiyle isyanı bastırsa da kralın sosyal deneyinin kalıcı bir sonucu vardır artık: 19. yy’da çuvallarına İngiliz altınlarını dolduran yerli aristokrasiye karşı isyanların başını çeken mollalar, gayri kabili rücu olarak ülke siyasetinin bir aktörüdür. Kendi söylemleri dikkate alınacak olursa cihat açtıkları 3 şey vardır: İngiliz ve Amerikan “Hristiyan” emperyalizm, SSCB’nin “ateist” emperyalizmi ve kadının özgürleşmesi.
AFGANİSTAN GEÇMİŞİNE BİR BAKIŞ
Rus ve Amerikan yardımlarının güdümünde bir ekonomik kalkınmanın yaşandığı Soğuk Savaş yılları, her alanda ikilikler ve gerilimler dönemi. Sivil bütçenin yüzde 80’i Rus rublesi ve Amerikan dolarından oluşuyor. Askeri bütçenin çoğunluğu Rus menşeili. Vietnam Savaşı (1955-1975) doları çekerken onun bıraktığı boşlukları ruble dolduruyor. Kral Muhammed Zahir Şah Amerikancı, kuzeni Başbakan Muhammed Davut Rusçu. Ülke nüfusunun büyük bir kesimini oluşturan büyük toprak sahipleri, feodal Hanlar, ortakçılar ve küçük üretici köylülerin yoğunlaştığı kır bir yanda, Sovyetler’de ve çeşitli Avrupa kentlerinde eğitim gören meslek sahibi kadın ve erkeklerin yaşadığı kent bir yanda. Kırda mollalar/mücahitler; kentte ılımlı islamcılar ve politik/moral üstünlüğe sahip komünistler.
Bu gerilimlerin ortasında 1973’te şiddetsiz bir darbeyle kurulan Afganistan Cumhuriyeti, 1978’de kanlı bir darbenin ardından kurulan Afganistan Demokratik Cumhuriyeti. Darbenin sosyalist devrime (Sevr Devrimi) dönüşmesi için yapılan 2 hamle: birincisi; toprak reformu, feodal hanların mülkiyetinden çıkarılan toprağın köylüye dağıtılması. İkincisi; kadınlara eşit hakların tanınması kapsamında -köylü bir hanenin 2 ila 5 yıllık gelirine eşdeğer- başlık parasının ortadan kaldırılması.
İşte, bugünkü Afganistan’ı ve Taliban’ı değerlendirirken değinilmeden geçilmeyen Sovyet işgali, bu iki reforma karşı başlayan molla isyanı karşısında bölünme ve dağınıklık yaşayan Sevr Devrimcilerinin zayıflığının bir sonucu olarak yaşanıyor. 1979’da başlayan işgal, Afgan kadınlarının ya hiçbir haklarının tanınmadığı şeriat rejimi altında ezilmek ya da demokratik haklarına ancak bir emperyalist işgal altında ve kısmen erişebildiği döngüyü de başlatıyor. SSCB güdümündeki Afganistan Demokratik Cumhuriyeti’nde kadınlar, eğitim ve çalışma haklarını elde ediyorlar. Afganistan’daki kadın çalışmaları verileri bir gösterge: 1988’de Kabil Üniversitesi tıp fakültesinin yüzde 40’ı, eğitim fakültesinin yüzde 60’ı kadın. Çeşitli eğitim enstitülerinde 440 bin kadın olduğu belirtiliyor. Evlilik yaşı kadınlarda 16, erkeklerde 18. Giderek yayılan bir okuryazarlık seferberliği var. Silahlı/silahsız siyasal islamcıların kadınlarla karşı karşıya gelişi de bu noktalarda yaşanıyor. Kırsaldaki bilinçlendirme faaliyetlerine katılan komünist kadınlar, sosyal hizmetliler, burka giymeyen ya da örtünmeyen kadınlar mücahitler tarafından öldürülüyor.
Bu aynı zamanda ülkenin, adeta atılan tüm adımlarını geriye sararak, örneğin 1987’de “demokratik” kavramını bırakıp yeniden Afganistan Cumhuriyeti olduğu, zamanla iktidarın İslamcı mücahitlere kaybedildiği ve sonuçta 1992’de Afganistan İslam Devleti’nin kurulduğu bir süreç. Sonrası; 1996-2001 yılları arası Taliban rejimi. Ve rejimin en çok konuşulan yönü kadınların nasıl tüm haklarından yoksunlaştırılarak yeniden köleleştirildiği.
AMERİKAN İŞGALİNDEN TALİBAN’A TARİHSEL YALANLAR
Bu tarih en çok neden önemli? Çünkü, yine bir dönemeçteyiz ve ABD’nin Afganistan’dan çekilmesinin 20 yıllık işgal döneminde kadın hakları bakımından kat edilen “ilerleme”nin bir anda yok olmasından endişe duyuluyor. ABD Başkanı Biden dahi “1 trilyon dolar harcadık, 300 bin Afgan’ı eğittik. Bundan sonrası onların sorunu” diye topu Afgan’a atıp süngüyü yerden toplamaya çalışırken kadınları es geçerek açıklama yapamıyor ve “Kadın haklarının takipçisi olacağız” demek zorunda kalıyor. Bu zorunluluk son derece anlaşılır. Çünkü; 2001’de NATO şemsiyesi altında “Sonsuz Özgürlük” propagandasıyla gerçekleştirilen ABD işgalinin en popüler retoriği “Afgan kadınları özgürleştirmek” idi. Bu her şeyden çok tarihsel bir yalandı. Zira, Taliban dediğimiz örgütlenme, bizzat ABD tarafından 1940’lı yıllarda Sovyetlere karşı İslamist bir yeşil kuşak oluşturmak amacıyla Hindistan’daki İslami okullarda kökleri atılan ve Soğuk Savaş boyunca Pakistan’da silahlı kamplarda eğitilip donatılan cihatçılardan oluşuyordu.
Bu tarihsel yalanı, yine yakın tarihin kendisi yalanladı. ABD işgali Afgan kadınlarına daha fazla yoksulluk, şiddet, tecavüz getirdi. Her ne kadar şimdi kadınların meslekleri kaybedilen mevziler olarak gösterilse de -ki gerçekten de kaybedilen mevzilerimizdir!- işgal altındaki Afganistan, küresel cinsiyet eşitliği endekslerinde 20 yıldır en kötü ülkeler kategorisinden bir kez bile çıkamadı. İşgal aslolarak savaşı kırsala taşıdı. Kentlerde Batı emperyalizminin etrafında kurulan kamu hizmetleri (hastaneler, okullar, üniversiteler), güvenlik güçleri, sivil toplum örgütleri, işgalci misyonların ihtiyaç duyduğu lojistik ve çeviri-dil hizmetleri gibi alanlardaki kadın istihdamı -ki ülkenin çalışabilir yaştaki kadın nüfusuna kıyasla son derece düşük bir oranı kapsıyor- çoğunluğu oluşturan kırsaldaki kadınların yaşadığı yıkımı örtmenin bir aracı haline getirildi. Eğit-donat projeleriyle “eğitilen” kadın polis ve askerler uluslararası medyada parlatılırken, flaşların kamaştırdığı gözler Taliban tarafından kaçırılıp tecavüz edilen yoksul Afgan kızlarını ya da ABD askeri ile para karşılığı seks yaparak çocuğuna mama alan Afgan kadınları görmüyor, onları sadece BM raporlarında okuması 2 saniye süren istatistikler olarak biliyordu.
TALİBAN ‘DEĞİŞTİ’ Mİ?
Bugün ABD’nin tüm Batı emperyalist-kapitalistlerini peşinden sürükleyerek soktuğu ve Rusya-Çin-İran blokuyla keskinleşen rekabetinin de etkisiyle artık maliyetini taşımak istemediği bu “Sonsuz Özgürlük”ün sonuna geldik. Son 10 yıldır kademeli olarak asker sayısını zaten düşüren ABD, ülkenin yoğunluklu olarak kırsal bölgesini ama toprakların yüzde 70’ini kontrol eden Taliban ile ticaretin döndüğü kent merkezlerini yöneten ABD destekli Afgan hükümeti arasında bir güç dengesi kurulmasına dayanan geçici hükümet politikasıyla, Taliban’a Kabil’i ve tüm ülkenin yönetimini ele geçirmek için gerekli zaman ve alanı tanıdı. Trump başkanlığındaki ABD, Taliban’la oturduğu pazarlık masasının üstünde İslamist-cihadistler adına Batı’ya saldırmazlık sözü alırken, masanın altından ona mezalim iznini verdi. Doha masasının asıl kazananı “meşru” Afgan hükümetini muhatap kabul etmeyerek muhataplık kazanan ve “müzakere edilebilir” bir aktör olarak realpolitik alanına giriş yapan Taliban oldu.
Evet, Taliban değişti; o, Pakistan, İran, Tacikistan, Özbekistan, Türkmenistan sınırlarının önemli bir kısmını ele geçirmiş, ticaret yollarına hâkim, ekonomik olarak güçlenmiş, emperyalistlerle müzakere edebilen, Çin, Rusya, ABD ve Avrupa ülkeleriyle diplomasi yürüten bir Taliban. Ama hayır, Taliban değişmedi; o yine şeriat usullerine göre kadınları tüm haklarından yoksun bırakarak burka hapsine alacak olan Taliban. Ve kadınlar için Taliban’dan daha tehlikeli bir örgüt varsa bu da emperyalizme daha iyi yedeklenmiş bir Taliban’dır.
65 BİN KUTU BİRA VE 340 ŞİŞE ŞARAPTAN DAHA DEĞERSİZ!
Başta Hollanda, İsveç, Fransa, İngiltere olmak üzere Afgan çalışanlarını haber dahi vermeden geride bırakıp arkasına bakmadan topuklayan Batı emperyalizminin Afgan kadınların başına musallat edip baş başa bıraktığı Taliban budur. 20 yıllık ilerleme diye sunulan kadın hakları, bu haklar çerçevesinde toplumsal hayata katılan kadınların hayatları, örneğin bugün “Batı sınıfta kaldı” hamaseti yapan Almanya’nın daha haziran ayında tahliye ettiği 65 bin kutu bira ile 340 şişe şaraptan daha değersizdir. Emperyalizmin izin verdiği ölçüde, onun varlığına bağımlı olarak kullanılan hiçbir hak kalıcı olmuyor, olamıyor. Bu anlamda bakıldığında, Afgan kadınları, gerçek sahibi olamadıkları bir özgürlüğü, emperyalizmin eğitip güçlendirdiği bir gericiliğe kaybediyor.
Üstelik iğrenç bir “Taliban’dan ılımlı İslam devşirme” çabası eşliğinde! Elbette kimse, hiçkimse Taliban’dan kadın haklarına saygı filan beklemiyor, onun bu kapasitede olduğuna inanmıyor. Ama en azından bu görüntüyü kurtarsın istiyorlar. Yoksa biliniyor ki, Taliban’ın kontrolü altına giren kırsal bölgelerde ve taşra kentlerinde radyolar kapanıyor, kadınlar işlerinden ediliyor ve eve kapatılıyor, kimi yerde işleri akrabası olan erkeklere devrediliyor. Yüzölçümünün büyük bir kısmında kırsal bir sosyo-demografik yapıya sahip olan ülkenin bu coğrafyasında neler yaşandığını tam olarak bilmek pek mümkün değil. İletişim kanallarının tıkandığı noktada çoğu kez sivil toplum örgütleri üzerinden bilgi akışı sağlanıyordu. Ancak bu geri çekilme askeri güçle birlikte ilkin sivil toplumu Afganistan’dan söktü. Dolayısıyla Taliban’ın, sadece Kabil’de Batılı emperyalistlerin müzakeresini kurtaracak kadar ılımlılık pozu vermesi yeterli olacak!
MESELE NEDEN BİZİM MESELEMİZ?
Nereden baksak halklar, en çok da kadınlar için ibretlik dersler sunan tarihsel bir süreç yaşanıyor Afganistan’da. Yine, yeniden! Şeriat-işgal-şeriat döngüsünde yeni bir şeriat epizodundayız. “Biz” diyoruz çünkü Taliban ile aynı kafada olduğunu açıkça ilan eden bir Tek Adam yönetimi tarafından yönetiliyoruz. Bu iktidar değişiminin yeni bir göç dalgasını tetiklediği ve göçün devam edeceği muhakkak. Erdoğan yönetiminin birkaç milyar Euro karşılığında zaten ekonomik krizde olan Türkiye’yi göçmen deposu olarak pazarladığı bilinmez değil. Afganistan topraklarında AKP yandaşı inşaat ve enerji şirketlerinin yatırımları varken bu yatırımlara halkın evlatlarını bekçi olarak diktiği, dikeceği sır değil. Sınır güvenliğinden insan kaçakçılığına dönen devasa ekonomik rant, biz kadınların hanesine “eve kapanma” olarak tahvil olmaya başladı bile. Siyasal islamın hüküm sürdüğü topraklardan ülkemize giriş yapan erkek görüntüleri Türkiyeli Kürt, Türk, Arap kadınları, göçmenlerin hedef gösterildiği politikalar sonucu kışkırtılan ırkçılık ve linç kültürü Suriyeli ve Afgan kadınları eve kapatıyor.
20 yaşında genç bir kadın düşünün; Afgansa şeriatçı bir örgütle emperyalist işgal arasındaki savaştan başka bir şey görmedi. Türkiyeli ise siyasal islamın giderek faşistleşen iktidarından, AKP iktidarından başka bir şey görmedi. İşte bu ortaklıktır bizi “biz” yapan, kaderimizi ve geleceğimizi birbirimize bağlayan. Afganistan’da şeriat-işgal-şeriat döngüsünün kırılması, hem Taliban gericiliğinin hem de emperyalist müdaheleciliğin yenilmesi ile her gün artan kadın cinayetlerini ve şiddeti tolere edilebilir bulan, çocuk istismarının evlilik yoluyla meşru olabileceğini, evlenirse aklanabileceğini düşünen Türkiye’deki siyasal islamın yenilmesi bu ortak mücadeleden geçiyor. Bugün her ülkede kadınlara büyük görev ve sorumluluk düşüyor; ama en çok da Afganistan göçünün zorunlu durağı olan biz Türkiye’deki yerli ve göçmen kadınlara!
TALİBAN REJİMİ ALTINDA YAŞAMAK
Talibanın kontrolündeki şehirlerden kaçıp kurtulanların anlattıkları bu örgütün yönetimi altında yaşamanın nasıl bir şey olduğu hakkında önemli ipuçları veriyor. Çoğu sığınmacı dış dünya ile tek iletişim kanalının radyolar olduğunu söylüyor. Haftanın belli günlerinde elektrik verildiğini düşünürsek bu iletişimin ne kadar kısıtlı olduğunu anlayabiliriz. Müzik dinlemek, kitap okumak, cep telefonu kullanmanın yasak olduğunu belirtiyorlar. Her yasak gibi gizlice yapılıyor tüm bunlar. Yakalandığında ise infaz edilmekten herhangi bir uzvunun kesilmesine kadar çeşitleniyor cezalar.
Kadınlar için burkalarını çıkarmak zaten yasak. Nefes almak için hafif araladıklarında dahi kırbaçlanıyorlar. Taliban kontrol ettiği bölgelerde kız çocuklarını kaçırıyor; savaş ganimeti olarak ‘talib’lere veriyor. Toplu tecavüzler sonrası hamile kalan genç kızlar ailelerine geri bırakılıyor.