Gazeteci-Yazar Anıl Mert Özsoy: Yazar toplumun hafızasını diri tutmalıdır
Gazeteci ve Yazar Anıl Mert Özsoy ile yeni öykü kitabı “Herkes Her Şeyin Farkında”yı konuştuk.
Anıl Mert Özsoy (Fotoğraf: oğuzhan-hiçduymaz) ve yeni kitabı 'Herkes Her Şeyin Farkında'nın kapağı.
Soner SERT
Gazeteci-Yazar Anıl Mert Özsoy, dört yıllık bir aradan sonra yeni öykü kitabı “Herkes Her Şeyin Farkında” ile okura “merhaba” dedi. Kıyıda köşe kalmışların, ezilenlerin, bu coğrafyanın ötekilerinin hikayesini anlatmaya çabalayan Özsoy, “Yeni bir tarih yazılacaksa bunu emekçiler ve her demde ezilenler yapacak. İktidarın anlattığı sözüm ona şanlı zaferlerin karşısındaki gerçek her gün mıh gibi zihnimize işliyor.” diyor.
Yazarın (sanatçının), yeni eseriyle taze bir alıcı kitlesine ulaşacağı düşünülürken, bir yandan da “eski” alıcılarına hitap ettiği atlanagelir hep. Oysaki “eski” alıcı da, tıpkı yazar gibi büyümüş ve değişmiştir bu arada. Siz, bu kitabınızla, “eski okur”unuza ne söylüyorsunuz sizce?
O eski ve meçhul okurla birlikte büyüdüğüm doğrudur. Eğer varsa böyle bir okur benim için kıymetlidir. Edebiyatın toplumlar üzerindeki dönüştürücü gücüne her zaman biat ettim. İktidarın bu denli vahşileştiği ve kendinden olmayanı hiçliğe mahkum ettiği bir dönemde yazdıklarım tam olarak o yok sayılanlar üzerine yoğunlaştı. Dünyayı sosyalist perspektiften kavramaya ve yorumlamaya çalışırken bunun edebiyatımda da kendine yer bulması kaçınılmazdı. Uzun cümlelerin hepsinin sonu şuraya çıkıyor: Vardık, varız, var olacağız!
“Herkes Her Şeyin Farkında” da, tıpkı ilk öykü kitabınızda olduğu gibi memleketin dertleriyle hemhal olan/olmak zorunda kalan insanların hikayelerinden oluşuyor. Yine acı, kan ve gözyaşı… Akıp geçen sürede ülkede hiçbir şey değişmedi mi?
İktidarın yazdığı tarihi reddediyorum. Yeni bir tarih yazılacaksa bunu emekçiler ve her demde ezilenler yapacak. İktidarın anlattığı sözüm ona şanlı zaferlerin karşısındaki gerçek her gün mıh gibi zihnimize işliyor. Bu ülkenin topraklarında Kürt anaların, işçilerin, sosyalistlerin, Alevilerin ve daha nicelerinin kanı var. Yüzyıllardır süregelen ve kurumasına izin verilmeyen bir kan bu. Elbet bir gün değişecek. Kanlar kuruyacak. Güzel insan Ezhel’den el alarak, bu ülkeyi hiç kimsenin denemediği şekliyle sevmeyi öğreneceğiz. O kutlu gün gelecek. O güne kadar satılmış televizyonlarda, gazete kisvesi altında yayımlanan kağıt parçalarında anlatılanı yıkmak için acı, kan ve gözyaşı öykülerimin vazgeçilmez meselesi olacak.
Toplumsal meseleler üzerine öykü yazıyor olmanın, okurda şöyle bir algı yarattığı her daim tartışılagelir: Zaten bunun gerçeği var, neden bunu okuyalım? Fakat yazar(lar), bunda ısrar eder. Gerçeğin, olduğundan daha etkileyici hale gelmesi, kurgu aracılığıyla mümkün müdür? Bu konuda ne düşünüyorsunuz?
Gerçeğin, iktidar tarafından bu denli hırpalandığı bir dönemde edebiyatın ‘gerçeği’ inşa etmesinin kıymetli olduğunu düşünüyorum. Bu noktada bir yazar olarak kurguya sığınıyorum, kurgu da gerçek hayata… Perspektifim olabildiğince gerçeğe sadık kalmak ve ajite etmemek üzerine kurulu. Acıya saygı göstermek çok zorlu bir erdem. Bunu içselleştirip yol almak yazarın kadim görevi… Gerçeğin gücünü kelimelerin gücüne yoldaş etmeyi becerebilirsek, gerçeğin daha etkileyici ve üzerine düşünmeyi, mücadeleyi geliştirici bir noktaya taşıdığını söyleyebiliriz.
Yazının, bellek yaratma, hafızayı yeniden üretme gibi bir karşılığı da var. Öykülerinizin merkezine aldığınız olaylar, bu ülkenin dönüm noktaları aynı zamanda… Cumartesi Anneleri/İnsanları, ’90’lardaki çatışmalar, Devletin Kürt meselesindeki değişmeyen tavrı… Yazar, bir toplumun hafızası mıdır?
Yazar, aynaya baktığında kendinden evvel toplumu görebilen kişidir nazarımda. Kürt meselesinde devletin zorba tavrı on yıllardır değişmedi. Bu noktada Kürtlerin hak arama mücadelesindeki ısrarı ve tavrı da gün geçtikçe güç kazandı. Bugün, içinde yaşadığımız çağın derdiyle hemhal olamazsak yazdıklarımızın kaybolacağını düşünenlerdenim. Bu yüzdendir ki, yazar toplumun hafızasını diri tutmalıdır ve tavrı her daim ezilenden yana olmalıdır.
Kurmaca metin, yazara gerçekten sapma olanağı tanırken, gazete yazını tamamen gerçekten kopmama üzerinedir. Siz, bir metin kaleme alırken, bu ikisi arasındaki dilsel bağıntıyı nasıl ayırıyorsunuz? Bu durumun sizi zorladığı oluyor mu?
Gazetecilik özü itibariyle her ne kadar tarafsızlık şiarını benimsese de habere başladığınız ilk cümle sizi politik bir yerde konumlanmaya çağırır. Haber dili keskin, net ve kısa olmayı söylerken edebiyatta tam tersini yapabilecek olanağa sahibiz. Gazeteci kimliğim hayatımı kazandığım ve bunu haysiyetle, onurla yapmaya çalıştığım bir yerde duruyor. Edebiyatta ise kendimi daha özgür ve tavır alabilecek pozisyonda görüyorum. Elbette bu ikircikli kimliğin zorluğu var. Tüm zorluklarda olduğu gibi burada da edebiyata sığınıyorum, dile sığınıyorum, insana sığınıyorum.
Siz bir yandan da çocuk kitapları kaleme alıyorsunuz. O süreç nasıl gidiyor? Yetişkinler için öykü yazmakla, çocuklar için öykü yazmak arasından ne tür farklar var?
Çocuklar ya da yetişkinler için yazmak arasında bir fark olduğunu düşünmüyorum. En nihayetinde temel motivasyonum hakiki bir hikayeye ve dile sığınmak… Ama şunu da söylemeden edemeyeceğim ki, çocukların o saf ve görece kirlenmemiş dünyalarında küçük de olsa bir yerimin olma ihtimaline tutunmak kadar keyif verici bir durum yok…
Hazırladığınız yeni projeler var mı?
Üzerinde çalıştığım iki roman taslağı var: Dilini, atmosferini ve kurgusunu düşünüp durarak debeleniyorum. Bir de 2022’nin ilk aylarında çıkacak olan yeni çocuk kitabımın son düzeltmelerini yapıyorum. Umarım mahcup olmam…