25 Ağustos 2021 02:19

Taliban'da yeni bir şey yok!

İşsizlik, yoksulluk, kültürel ve sosyal anlamdaki daralma ve baskılar Türkiye gençliğinin esastan sorunlarıdır ancak mültecilerin gidişiyle, onların ırkçı tanımlamalarla ayıplanmasıyla çözülmeyecektir

Taliban'da yeni bir şey yok!

Kaynak: Max Pixel

“Batı Cephesinde Yeni Bir Şey Yok” veyahut bir önceki çevirisindeki adıyla “Garp Cephesinde Sükûnet Vardı”. Kitabın ismi, baş karakterinin keskin bir nişancı tarafından cephede öldürülmesinin ardından günün raporunda cephede yeni bir şey yok olarak kayıtlara geçen cümleden hareketle verilmiştir yazar Eric Maria Remarque tarafından.

1929 tarihli romanda cephedeki genç askerlerin ölümü, Emperyalist Paylaşım Savaşı’nın ikincisinde Almanya ve Fransa arasındaki uzak gibi gözüken o yakın mesafeyi kat edebilecek kadar çoktur. “Batı Cephesinde Yeni Bir Şey Yok” demek, emperyalistlerin savaşları ve yıkımı hayatın süregiden olağan akışı içerisinde önlenmesi imkânsız bir parçası haline getiren üretim ve sundukları yaşam biçiminde bir değişiklik yok demektir. Cephede, sokakta, iş yerinde, üniversite ve lisede eşitsizliğin yarattığı ilişkilerin her bir parçasına çözüm olarak savaş tüccarlarının, patronların, mevcut düzenin bürokratlarının ve temsilcilerinin kendiliğinden sunacağı bir yenilik ve çözüm beklenemez demektir. Kapitalizm, kriz ve savaş üretir ve bunun kaçınılmaz sonucu, insanların ailelerinden, doğup yaşadığı yerden kopması, daha ağır koşullarda çalışmaya başlaması ve parçası olmadığı bir kavganın yükünün altında hayatını değiştirmesi ve pekâlâ feda etmesidir. Bugün NATO’nun vurucu gücü ABD’nin Afganistan’dan işgalci birliklerini çekmesiyle birlikte Taliban’ın ilan ettiği İslam Emirliği yönetimini bu güçten alır.

GERİCİLİĞİN HALKLARA GETİREBİLECEĞİ OLUMLU BİR DEĞİŞİM YOK

Bugün son yaşananlarla birlikte şu söylemin, konuşmanın ilk cümlelerinden birini oluşturmasının önünde bir engel yok: Taliban eski Taliban’dır. Taliban’ın ABD’yi yendiği de ülke halklarının, gençliğin ve kadınların ihtiyaç duyduğu yönetimi tesis edeceği de söylenemez. Radikal İslamcılığın, gericiliğin, şovenizmin ve en önemlisi emperyalistlerin ve onların karakolluğunu üstlenenlerin Afganistan’a da Ortadoğu halklarına da getirebileceği bir değişim yoktur, yeni bir şeyi, yoktur. Zira değişim ve gelişimin, gençliğin en geniş kesimlerinin çıkarına olacak bir biçimde gerçekleşmesinin koşullarını sağlayacak olan, politik-ideolojik bir hattın, bu politikanın belirlenmesini sağlayacak olan toplumsal gelişmenin, değişimin ve yeniliğin gücünden taraf olarak barışı ve kardeşliği savunmaktır. Afganistanlı genç kadınların şiddetten ve eşitsizlikten yana yaşamlarının iyileştirileceğini söyleyen Taliban, ABD askerlerinin emperyalist işgali, Erdoğan’ın “Afganları yalnız bırakmayacağız” söylemi böylesi bir taraf olmayı içermez. Ne ABD barışı savunabilir ne AKP’nin mülteci politikası ve diğer halklara gösterdiği sözde dayanışma gerçek bir kardeşliği tesis edebilir. Gerçek bir barışı sağlamanın yolu, Türkiye gençliği olarak, her gencin kendi yurdunda özgürce ve şiddetsiz yaşamasının koşullarını talep etmekten geçiyor. Bu hakkın gasbının ise, Türkiye ve diğer ülkelerce savaşı oluşturan yağma, rant ve sömürü politikalarıyla kesiştiğini; emperyalist ülkelerin, cihatçı örgütleri besleme, onlarla mücadele adı altında irade ve demokratik biçimleri yok saymada kabarık bir çetelesinin olduğunu görmek gerekiyor.

Oysa bunun yerine çevreden sıkça duyulduğu biçimiyle Türkiye’de mültecilerin ucuz iş gücü olarak kullanılmasının görünen karşılığı; ücretlerin düşmesi, Türk gençlerinin ihtiyaç duyduğu istihdamın göçmenler tarafından dolduruluyor olması, tek adam yönetiminin gerici faşist bir rejim inşasının başta genç kadınlar olmak üzere tüm gençliğin demokratik hak ve kazanımlarına saldıran politikalarının yarattığı sosyal yıkımının daha “geri” ülkelerden gelenlerle iyice bozulacağı veyahut Türklerin başka toplumlarla karışmaması gereken kültürel ve ırksal bir bütünlüğüne sessiz bir işgalin yaşanacağı olabilir, bunlar görülür ve duyulur anlamda ilk göze çarpanlardır, ülkedeki “büyük” muhalefetin ağzından düşürmediği söylemlerle uyumludur hatta.

GÜZEL GÜNLERE YÜRÜMENİN TEK YOLU KENDİ GÜCÜMÜZE GÜVENMEK

İşsizlik, yoksulluk, kültürel ve sosyal anlamdaki daralma ve baskılar Türkiye gençliğinin esastan sorunlarıdır ancak mültecilerin gidişiyle, onların özünde olduğu iddia edilen bir takım ırksal/kültürel özelliklerin ırkçı tanımlamalarla ayıplanmasıyla çözülmeyecektir. Zira Taliban gençliğin ve kadınların, yaşamı, hakları ve talepleri için örgütlü mücadele etmesine, bulunduğu alanlarda bir araya gelmesine, kurduğu mekanizmalar yoluyla işte, okulda kendini temsil etme ihtiyacına ve mücadelesine karşı silahlı bir terör örgütü ve yönetim olarak bugün başta kadınlar olmak üzere tüm bir gençliğin demokratik kazanımlarının korunması için en önemli esaslardan olan laikliğe saldırarak cevap veriyor. Sermayenin çıkarlarına uygun olarak sömürü koşullarını, dünyanın zenginliğinden payını almayan milyonlarca “geri kalmış” halktan biri olmayı sürdürme çabasında; tek adam iktidarının “Bizim inancımız ortak” dediği Taliban’la esas birliğini, bu görev belirliyor. O sebeple, tek adam yönetiminin emperyalist kolluk görevi kendi hesaplarıyla da Taliban’ın hesaplarıyla da çıkarlarını ortaklaştırmaya bakarken bu denklemde her bir ülkedeki gençlik kesimlerinin çıkarlarını savunmayı hiçbir yönetimin gözetmediği ortaya çıkıyor. Çıkarlar bakımından gerçekleşen bu ayrışmada emperyalistler, tek adam ve radikal İslam bir safta kalırken Afgan, Suriyeli ve Türkiyeli gençlik ise karşı karşıya değil tek bir hatta mücadele ederek kazanabilecek bir safı oluşturuyor.

Bugün Türkiye’nin ana muhalefeti olarak anılan CHP’nin ve İYİP’in “Hudut namustur” çıkışı, konuyu kadının ikincil cins olarak tayin edilerek bedeni ve yaşamı üzerinde kurulan tahakkümün en araçsal ifadelerinden olan namus ile ilişkilendirmesi söz konusu emperyalist ülke ve tekellere karşı bir duruş takınma ihtiyacı doğduğunda burjuva muhalefetin konumunun tek adam gericiliğinden pek farksız olamadığını söylüyor. Mülteci karşıtlığının ırkçı söylem ve şiddet biçimleriyle bir koldan birbirine tutunduğu şu günlerde sözde “demokrasiden” ve “eşitlikten” yana duran partilerin çözüm olarak ortaya attıkları namusu koruma çıkışını talihsiz bir tesadüf olarak görmek hata olur. Zira bu söylem, yalnızca bir çırpıda gönderilebilecekleri iddiası üzerine kurulu bir mülteci politikasına sahip burjuva muhalefet cephesinin de ırkçılıktan, gericilikten ve eşitsizlikten başka halklar üzerinde emperyalizmin yarattığı yıkımı önleyebilecek, Türkiye’deki işçi işsiz ve öğrenci gençliğe barışı ve eşitçe yaşamayı tesis edecek politik ve ekonomik bir düşünüşü, bir aracı, bir silahı yok demektir.

Oysa Türkiye gençliğinin bu aracı, kendi yaşamlarındaki sorunları çözmek, onları taleplerinin arkasında birikerek değişimin gündemi haline getirmek için kendi mekanizmalarını kurmak, örgütlü bir müdahaleyle üniversitelerinde, liselerinde ve bulunduğu her alanda gericiliğe, eşitsizliğe ve sömürüye yekten bir karşı duruşun parçası haline gelebileceği gücüdür. Yeni bir şeyler aranıyorsa, batı cephesinde olmasa da, bulmak için kendi cephaneliğimize bakalım.

BİRİNCİSAYFA
SEFERSELVİ
Sezgin Tanrıkulu: "Depremin maliyetini en aza indirmek için her ay vergi veriyoruz. Nereye harcandığını bilmiyoruz"

Evrensel'i Takip Et