Mülteci tartışmalarına genel bir bakış
Meslek lisesinde okuyan birisinin söylediği şu sözler ise çarpıcı “Ölenler Afgan işçiler olmasaydı biz olacaktık, onların girdiği işe biz girmiş bulunacaktık, biz öleceğimize onlar ölsün.”
Fotoğraf: Ahmed Akacha/Pexels
Selin KURŞUN
Ankara
Taliban’ın neredeyse bütün vilayetleri ele geçirmesiyle birlikte var olan göçün hızlanması, ülke içerisindekilerin özellikle kadınların haklarının tehdit edilmesi büyük bir endişeyle takip edilirken bundan sonra neler olacak sorusunu da gündeme getirdi. Geçtiğimiz günlerde Kabil’den kalkan uçaklarda insan parçalarının bulunması, göstericilere ateş açılması, insanların evlerinden apar topar çıkarak çadırlar kurması gibi insanlık dışı pek çok olaya şahit olduk. Afganistan’daki iklim böylesine değişirken yürüttüğümüz tartışmalarda çok farklı fikirler de hakimdi.
SAVUNULAN TARİHİ OLAYLARIN KOŞULLARI FARKLI
Afganların kendi ülkelerine dönüp savaşmaları gerektiğini düşünen pek çok mülteci karşıtı, zamanında Türklerin kendi ülkelerini koruduğunu söyleyerek insanların o ülkede bulunmasının koşulunu savaşarak o toprakları korumaya dayandırıyor. Bunu savunurken de bir yandan kendilerinin yurt dışına çıkarak hayatlarını orada sürdürme hayali çelişik bir durumu ortaya koyuyor. Oysaki zaten kendi ülkesinde hayatını devam ettirebilen bu insanların yaşadıkları işgalin bizzat kendisi sorunlu. Afganistan’ı terör örgütü gerekçesiyle işgal eden ve bahane ettiği koşularda ülkeden çekilen ABD, 20 yıl boyunca pek çok sivilin ve askerin ölmesine neden oluyorken bu savaştan kendi payına düşeni almaya çalışan diğer ülkeler de elleri ceplerinde beklemiyorlar. Haliyle tamamen kendi çıkarını düşünen bu devletler, yaşanan kayıpları görmezden geldiği gibi bu savaşın sebep olduğu mültecileri de pazarlık konusu yapabiliyor. Dolayısıyla onlarca yıldır savaşın ortasında bulunan bu insanların ülkelerini korumamaları değil, ülkelerini korumak zorunda olmaları tartışma konusu olmalı.
Afganistan onlarca yıldır zulmün ve savaşın hakim olduğu bir yerken insanların bu kaostan kaçışı anlaşılabilir ancak tartışmaların seyrinin empatiden uzak, ırkçılığa varan bir tabloda ilerlemesinin sebebini ise ülke içerisinde körüklenen milliyetçi havada bulabiliriz.
MÜLTECİLERİN YAŞADIKLARI YIKIMLAR ONARILSIN
Böyle bir kaostan gelen insanları saldırganlıkla ya da kültürel farklılıklarıyla suçlamak gibi genel bir eğilim söz konusu. Düzeni bozdukları, hırsızlık yaptıkları iddiaları yaygın. Mültecilerin sığındıkları ülkeye alışmaları ve orada yaşayacakları farklılıkların olumsuz etkilerinden korunmaları için alınacak önlemler elbette olmalı ama bunun mültecilerin Afganistan’a dönmeleri üzerinden değil psikolojilerinin ve hayatlarının güvenliği üzerinden tartışılması gerekiyor. Oradaki savaşın sorumlusu nasıl onlar değilse buradaki sorunların sorumlusu da onlar değiller.
Yenimahalle’de yaşayan ve sanayide çalışan birkaç arkadaşla tartıştığımızda sanayide hep onları gördüklerine dair sitem ediyorlar ve bizim işimizi elimizden alıyorlar tepkilerini veriyorlar. Kendi ülkelerinden kaçıp burada çok ağır çalışma koşullarında ezilen mültecilerin ucuz emek gücü olarak kullanılmasıyla birlikte atölyelerde, sanayide, dükkânlarda işe girmesi işsiz olanların da gözüne batıyor. Bu sistemin işsizliği her daim elinde bir güç olarak bulundurmasıyla birlikte işsizliğin asıl sebebinin mülteciler değil bu sistemin kendisi olduğunu görmeliyiz. Pek çok mülteci kaçak bir şekilde güvencesiz çalıştırılmakta, iş kazalarında pek çoğu yararlanmakta ve iş cinayetine kurban gitmekte. Bunlar konuşulurken de yaşanılan sorunların faturası mültecilere kesilmeye başlanıyor. Hayatlarındaki pek çok sorunun kaynağını mültecilerin getirdiği düzensizliğe bağlayanların mülteciler gelmeden önceki hayatlarını gözden geçirerek bu sıkıntıların temel sebebini ve çözümünü düşünmesi anlık suçlamalardan ziyade daha gerçekçi bir çözüm sunabilir.
YAŞADIĞIMIZ SORUNLARIN SORUMLUSU MÜLTECİLER DEĞİL
Sorunlu her şeyi kendi üstünden atarak başkalarını sorumlu tutma eğiliminde olan hükümetin söylemleri ve eylemlerinin bir sonucu olarak mültecilere saldırıların şiddeti de haliyle artmaktadır. Fabrikada çıkan bir yangında ölen Afganlar hakkında konuştuğumuzda bir arkadaşımız ölümlerin kimseyi etkilemediği, Afganların ölmesinin önemsenmediğini görüyoruz. Öyle ki “Ölsünler, bize ne” tepkileri verenler de oluyor, bizzat kendileri çeşitli yerlerde saldırdıklarını ifade edenler de. Meslek lisesinde okuyan birisinin söylediği şu sözler ise çarpıcı “Ölenler Afgan işçiler olmasaydı biz olacaktık, onların girdiği işe biz girmiş bulunacaktık, biz öleceğimize onlar ölsün.”
Kendi karına göre hareket eden kapitalist devletler Afganistan’dan koparabileceğini koparmaya çalışmakta ve Taliban’ı tanıdıklarını açıklayan açıklamalar da yapmaktayken tartışmalardaki genel eğilim hükümetlerin aralarındaki bu çıkar ittifakını görmekten çok uzakta kalıyor.
AB’ye kaçak yollarla giren mültecilerin Türkiye’ye geri gönderilmesini öngören Geri Kabul Anlaşmasıyla birlikte Türkiye savaştan kaçanların sığınmaya başladığı bir yer konumuna geldi. Kendi yarattıkları savaşın sonucu olan mültecileri ülkelerinde istemeyen gelişmiş kapitalist devletlerle masaya oturarak bu savaşlardan payına düşeni almak isteyen Türkiye, bu anlaşmayı kabul etmesinin yanında savaşa gerekli askeri yardımları yapmaktan da geri durmadı. Mültecilere ülke içerisinde gerekli yardımları yapmadığı gibi, onları hedef haline getirerek kendini yenilemeyi hedefleyen tek adam iktidarı bu durumu kullanarak kaybettiği gücü kazanmaya çalışıyor. Afganistan’daki hayalleri suya düştükten hemen sonra Taliban’a açıktan destek mesajları yollamaya başlayan Erdoğan için Taliban’ın yaratacağı yıkım değil elbette kuracakları ekonomik, politik bağ daha önemlidir.